Bugün artık yazılan şiirde, hayata ilişkin bir şeyin yer bulması,herhangi bir akımın ya da topluluğun meydana gelmesi, geldiği meydanda yepyeni bir şeyleri insanlara müjdelemesi mümkün değildir.Çünkü, bugün artık yazılan şiirde, insani gerçeklerden ( “insan ve gerçek” dışarıdan , uzak açıyla bakıldığında çok göreceli gibi görünüyorsa da “gerçek insan” ya da “insan gerçeği” diye bakıldığında çok şey anlatır) uzaklaşılmakta, “Şiir bir üst dildir” anlayışıyla, yalnız biçimsel, deneysel bir sonuca varmaya çalışılmaktadır.Edebiyat kendine bir “üst dil ” yerine giderek bir üst çevre oluşturuyor. Üst çevre kendine kurduğu çerçeve içine bugün artık sadece kendi istediği, kendi beğendiği resimleri yerleştiriyor, istediği anda da çıkarıp atıyor…Bir önceki 80 kuşağı işe mücadeleden başlayıp, sanatın ayrılan yollarına dağılmışlardı. Aralarında sanattan öte mücadelenin, ya da umudun diyelim ona, umudun sunduğu bir bağ vardı. Şimdi 90’lar, bağsız, heyecansız, kupkuru , renksiz bir şeylerin şiiri peşinde, Ahmet Haşim’den öncesini göremeden, Sait Faik’ten önce Borges okuyarak, bağları olmadan (ama özgür…nasıl oluyorsa bağlayan olmadan özgürlükten nasıl söz ediliyorsa) bu yolda varolma çabası sürdürüyor.Sait Faik’ten söz açalım yine, bir söyleşide, onu okurken yüzünü gördüğümü, sesini duyduğumu hissediyorum kitabın sayfalarında demişim. Teorik olarak bakıldığında bir olayı değil bir durumu yazar Sait Faik. Ve bunu epey de şiirsel bir dille yapar. ortam yaratma, dialog kurma, dramaturji, içinde bulunduğu kalabalığı tanıma gibi bir metni, ya da sanatsal bir yaratıyı güzel kılabiledek tüm öğelerde başarısı neredeyse tamdır. Okurken çizilirsiniz.her dönem kendinden bir öncekini anlamak yerine, kendinden bir öncekini reddetmek, ve kendi hesabına, kendinden çok sonra anlaşılmak üzre kuruyor şiiri. oysa bilinmelidir ki bugün için anlaşılmayan bir yazın, geleceğe taşınamayacaktır. Biraz gerilerden ele alalım. Mesela Homeros’tan. Bu tarihin ilk destansı şiirleri Teknoloji çağına sözlerle varabilmiştir. Söz de uçmamaktadır. Sözler önce anlaşılıp anlatılarak ulaşmıştır günümüze. Ama daha fazla hız için mikrobiyolojiden yararlanarak bilgisayar üretilmeye çalışılan çağımızda, yeni sanatçıların anladığım kadarıyla geçmişi irdelemek, ya da anlamak için vakitleri olmadığından kısa yol kullanılarak (Short Cut) inkara gidilebiliyor.Anlam kendini yavaş yavaş soyut ve sıkıntılı bir boşluğa bırakıyor. Duvarlara “umudumuz ecevit” yazan bir kuşağın şiirinin ,sanatının yaratıcıları, umutlu olmakla, “mapushane edebiyatı” yapmakla, sanatlarını umutlarıyla çıkarmalarıyla suçlanıp, neredeyse, şizofrenin, panik atak haplarının, deliliğin övüldüğü bir sanat varediliyor. Aşık Veysel’den bir bunalım yaratabilir misiniz.doğaldır ki sanat sıkıntısı olan birilerinin elinden çıkabilecek bir şeydir. Buna dediğimiz bir şey yok. Sonsuz mutluluk aptallar içindir. Ama neyin sıkıntısı, ve neden bizim edebiyatımızda sürekli “paris sıkıntısı”. Bugün artık bir Türk Edebiyatından bile söz edilemiyor. Edebiyat deniliyor sadece. Edebiyat kelimesinin başına bugün artık bir türk bile eklenmiyor, Türkçe Edebiyat demeye kalkanlar var. Türk ve Türkçe arasındaki küçük ayrıntıya dikkat edenler niçin yapıtlarında bu ayrıntıya dikkat yeteneğini kullanmıyorlar. Bir şeyler yapmak istemek artık hep bir şeyler olmaktan geçiyor. Solcu olmaktan, islamcı olmakan, eşcinsel ya da alkolik olmaktan.