****T.Özakmanın Şu Çılgın Türkler, Cumhuriyet ve Diriliş romanlarını almış bulundum ve okudum. Önsözlerde uzun uzun T.Özakman’ın elli yıllık birikimlerini, gerçeklere sadık kalışını, durmadan gençlere öğütler yağdırışını gördüm. Okumaz olaydım ama yüzlerce baskı yapan, ülkemin tarihini anlattığını iddia eden bir üçleme söz konusuydu. Daha ilk sayfalarda sobaya atılması gerektiğini hissettim ama verdiğim paranın boşa gitmesini istemiyordum. Benim 60 liramdan pay alan T.Özakman’a eleştiri yazarak zararımı biraz azaltabilirim diye düşündüm. Konular toparlanamamış, edebi değeri sıfır, birçok gerçek belge yeterli bir sanat süzgecinden geçemediği için malzemeleri doğru ama aşçılığı kötü bir yemek gibi sunulmuş. Romanların sonlarında dipnotlar ayrı bir roman gibi uzunca yer kaplamış. Her üç beş cümlede bir dip not var. Durmadan bir sayfayı kapatıp öbürünü açmalısınız. Bulmaca seven cahil milliyetçiler dışında kimsenin bu karmaşayı anlamaya vakit ayıracağını sanmıyorum. ‘Yazar çok bilgili ve konu çok karmaşık, anlamamamız doğal’ dedirtilmeye çalışılmış. Evet belgeler ve konu çok karmaşık ve fazla olabilir ama yazarın önemi buradadır işte: Yazar gerekenlerle gerekmeyenleri ayırır, onu akıl, sanat ve edebiyatla yoğurur süzer ve sunar.****Gereğinden fazla ağlama konu edilmiş. Yirmi milyon Rusun öldüğü ikinci dünya savaşında savaş muhabirliği yapmış birinin gerçek gözlemlerini yazdığı uzun bir kitap okumuştum. O kitapta ağlayan Rus hatırlamıyorum! Gençlere öğüt vermeye pek düşkün T.Özakman’ın romanlarında ise komutanlar ağlıyor, askerler ağlıyor, halk ağlıyor:ŞU ÇILGIN TÜRKLER’ den gözyaşı numuneleri:47- İçerde daha afyonu patlamamış olan huysuz idare memuru, bir deftere, söylene söylene, bağış yapanın adını ve bağış miktarını yazıyordu. Sırada küçük, cılız bir oğlan vardı. Bir öncekinin çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp yol vermesi için işaret etti. Ama çocuk yürümedi, büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak masanın üzerine bıraktı: ‘Hasan, 5 kuruş’ Suratsız idare memurunun birdenbire gözleri doldu. Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman mendilinin arkasına saklayarak gürültü ile burnunu sildi.99- Vedia Haylayf’dan alınmış süslü çikolata kutusunu görünce ağlamaya başladı.154- Yunanlıların İzmir’e çıktıklarını duyunca, üzüntüden ağlaştık. M.Kemal Paşa Anadolu’nun başına geçip de yedi düvele meydan okuyunca da sevinçten ağlaştık.160- Bir anda atların arasına karışıp üsteğmenin ve askerlerin üzengilerine sarılıp ağlaşarak ayaklarını öptüler….. Kadın ağlayarak güldü.178- Nazım bey son anlarını yaşıyordu. Durmayan kan, göğsünü saran sargıya yayılıyordu. Fısıltıyla ‘Tepeyi tuttular değilmi?’ diye sordu. Bir subay, ‘evet efendim’ dedi gözleri yaşararak.180- İsmet Paşa Kurmay Başkanına, ‘Bu kuşak vatanından başka sevgili bilmemiştir’ dedi, gözlerini sildi….. M.Kemal korkarak sordu: ‘Ya Nazım?’ Salih ağlamaya başladı.182- Gözlerinden ip gibi yaş inerek ayağa kalkıp selam durdu.192- Başhekimin gözleri yaşardı.203- Yaşaran gözlerini saklamak için arkasını döndü.193- Göç kafileleri, gözyaşı gibi ağır ağır akarak, birbiri ardınca uzaklaştılar.242- Gözleri yaşaran bir tutanak katibi, elini gözlerine siper ederek görevini sürdürdü.254- Ali Cemal Bardakçı ağlamaya başladı.317- Pilot Fehmi’nin güneş yanığı yüzü gözyaşıyla sırılsıklamdı.319- Güneydeki Süvari Grubu da akşam, yaklaşan düşman tümeni yüzünden, halkın gözyaşları içinde Emirdağ’ı boşalttı.340- Hepsi birden konuşmaya ve kimlerin neler yaptığını ağlayarak anlatmaya başladılar.374- ….beşinci Tümen bataryasının gözlem subayı ağlamaklıydı.377- Binbaşının gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce itiraz etmeyi kesti….. 24 Ağustos sabaha karşı Muhafız Taburu’nun subay ve erleri, dağı savaşmadan bıraktıkları için ağlayarak geri çekildiler.382- Yüzbaşı Asım karıncalanan gözlerini, yaşarmasınlar diye yumruğuyla ovuşturdu.435- Abdurrahman Çavuş arızayı arıyor, telaş ve heyecandan bulamıyor, üzüntüyle gözlerinden ip gibi yaş akıtıyordu.454- Albay Mürsel Bey öfkeden ağlayarak durup durup M.Kemal Paşa’ya sesleniyordu.460- Halide Edip genç yaver Muzaffer Kılıç ile göz göze gelince aradığı yoldaşı bulduğunu anladı. İkisi tuttukları gözyaşlarını bıraktılar.623- General ağlamaya başladı.CUMHURİYET TÜRK MUCİZESİ’nden gözyaşı numuneleri:40- Kimse birşey söylemiyor yalnız ağlıyordu….. Aynı kaynaşma, kucaklaşma, ağlama burada da yaşandı.54- Gözleri öfkeden yaşaran Mahmut Esat Bozkurt…63- Birçok milletvekili Meclis’e koşmuştu. Birbirlerini kutladılar, kucaklaşıp öpüştüler. Gülüştüler, ağlaştılar.64- Bilecik milletvekili Mustafa Fehmi Hoca gözyaşları beyaz sakalına döküle döküle M.Kemal Paşa’ya sarıldı.67- …. Ağlaşarak göç için hazırlanmaya başladılar.70- M.Kemal Paşa’nın gözleri doldu birdenbire.75- Gözler dolup taştı.91- Kalabalık daha heyecanlandı, kabardı, köpürdü, delirdi, bağırmaya ve ağlamaya başladı. Herkes ağlıyordu. Yıllardır özledikleri sevinç, gurur, güven, ümit, şükür ile dolu, tadına doyulmaz bir ağlayıştı bu.100- Refet Paşa İstanbul’da her gün birkaç okulu derneği ziyaret ediyor, heyecanla karşılanıyor, Ankara’yı, Meclis’i, Kuva-yi Milliye’yi, Misak-ı Milli’yi, anayasayı, milli egemenliğin ne olduğunu, bağımsızlık aşkını anlatıyor, ağlıyor ve ağlatıyordu.112- Annem İzmir diye ısrar ediyormu? – Evet bazen ağlıyor.114- Hocanın gözleri doldu.115- Alkışlara çığlıklar gözyaşları karışıyordu.224- Kadınlar ağlıyordu. Ferah gözyaşlarıydı bunlar.277- Halkın vefası, sevgisi, saygısı, hayranlığı, minneti İsmail Hatip Bey’i çok duygulandırdı. Milletti bu, kuru kalabalık değildi. Kendini tutamadı, çocuk gibi ağlamaya başladı. Görülmesin diye yüzünü mendiline gömdü.DİRİLİŞ’ten gözyaşı numuneleri:22- İki namuslu Osmanlının gözleri umut ve korkuyla yaşardı.76- M.Kemal doğruldu. Vardığı trajik sonucu açıkladı: ‘Türkiye bu savaştan sağ çıkmaz’ (Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamışken nasıl Türkiye dediyse artık). Yaşardığını göstermemek için gözlerini birbirlerinden kaçırdılar.102- Zübeyde Hanım oğlunu görür görmez ağlamaya başladı. ‘Mustafaaaam!’ (Dört ‘A’ yanyana kullanılmış)114- Sütbeyaz sakallı bir ihtiyar, küçücük kalmış gaziyi gözleri yaşararak askerce selamladı.130- Orhan kız anlamasın diye içine ağladı.139- Teğmen Fahri gözyaşlarını tutamadı.148- Öneriyi öğrenince Paşa’nın gözleri yaşardı.181- Hepsi gözleri dolu Boğaz’ı seyrettiler. Sözün gereksiz olduğu çok özel bir saatti….. Büyükdere’de Nesrin odasına kaçmış, rahat rahat sevinç gözyaşları döküyordu.210- ‘Ana’ der demez, kendi de heyecanlandı, gözleri sulandı. Askere ağladığını göstermemek için bir şeyler geveleyip kaçtı.211- Komutan ağlama yeteneğinin kalmadığını sanırdı. Yanıldığını anladı.224- Gözünün yaşarmasına engel olmayı başardı.275- Kiminin kucağında, kiminin sırtında yaralı arkadaşları vardı. Hepsi ağlıyordu, tepeyi bırakmak çok güçlerine gitmişti.306- Bunlar ağlamıyordu. Ağlamaktan beter bir haldeydiler.335- birçok babayiğiti şehit verdik. O yüzden gözlerim yaşarmadan bir gelinciğe bakamaz oldum.358- 27. Alay Komutanı Yarbay Şefik Bey’in gözleri yaşardı.388- Zaman gözyaşı gibi aktı.397- Sedyeci erler iki yaralıyı ağlayarak geriye taşıdılar.405- Gözlerinden aşağıya ip gibi şükür ve sevinç yaşları akmaya başladı….. bu çocuk kalpli koca adamı görünce onun da gözleri
minnetle doldu.472- Orasını korumak için kaç kişinin şehit olduğunu bilen sakalar bile ağladılar.508- Sait burnunu çeke çeke ayağa kalktı.536- Galiba ağlıyordu. Ölmemişti. Ölmediğine sevindiğini farketti.Evet T.Özakman ağlama konusunda edebi yeteneğini konuşturmuş. Bizi sıkmamak için her seferinde değişik betimlemeler yapmış. Türkler bütün duygularını ağlayarak anlatırlar değilmi? Sevinen ağlıyor üzülen ağlıyor, şaşıran ağlıyor, zaman gözyaşı gibi akıyor, saka kuşları ağlıyor, birisi ağlama yeteneğini keşfediyor, Orhan kız anlamasın diye yeni teknik geliştirip içine ağlıyor, Zübeyde hanım Mustafaaaam diye ağlıyor, Vedia haylayftan alınan çikolatayı görünce ağlıyor, kadının biri ağlayarak gülüyor, göç kafileleri gözyaşı gibi ağır ağır akıyor, Yüzbaşı Asım yaşarmasın diye gözüne yumruk bastırıyor, Abdurrahman Çavuş’un gözlerinden ip gibi yaşlar iniyor, M.Kemal’in aniden gözleri doluyor, kadınlar ferah gözyaşları döküyor, birisi gözyaşları görülmesin diye yüzünü mendiline gömüyor, gözler umut ve korkuyla yaşarıyor, Nesrin sevinç gözyaşları döküyor, kimisi gözleri yaşarmadan gelinciğe bakamıyor, şükür ve sevinç gözyaşları akıyor, salya sümük içinde cumhuriyet kuruluyor. Ne edebiyat ama! Azrıca ‘Ağlaşmak’, ‘Gülüşmek’ şeklinde anlatım insanın aklına anaokulundaki çocukları getiriyor.****Mustafa Kemal hep M.Kemal diye kısaltılmış. Üç kitap 1900 sayfa tutuyor. Gerekmeyen bir çok ayrıntıya yer verilmişken ‘Mustafa’ nın ‘ustafa’ sından kar etmek neden? M.Kemal, M.kemal, M.kemal dedikçe insanının aklına mee Kemal, möö İsmail gibi lakaplar geliyor. Atatürk’ün yoğun çalıştığı dönemlerde alkol almadığı defalarca yazılmış; sorduk mu? Gerçek bilgi ve belgeler akıcılıktan uzak, mekanik bir ruhsuzlukla biraraya getirilmiş. Edebi yanı sıfır olan, romana benzetilmeye çalışılmış belge topluluğu diyebilirim bu çalışmaya!!! ‘Kıçı kırık Türkler’ bile denmiş. (Diriliş sayfa 298- Birleşik Ordu’nun kıçı kırık, yoksul Türkler karşısında yetersiz kalması, boyun eğmesi, yenik düşmesi hayalde bile olası değildi.) Benim kıçım kırık değil. Ayrıca Osmanlı ordusu hiç de küçümsenecek bir ordu değildir. Üçleme bitince, (Eğer hamasi duygulardan sıyrılıp objektif duyguları açığa çıkarabilirseniz) cahil, çok fakir ama iyi niyetli şapşalların, Allah’ın Türklere lütfu olan Atatürk tarafından biraraya getirilerek, damarlarındaki asil kanı hissetmeye başlamalarıyla şaha kalkışlarının destanının yazıldığını hissedebilirsiniz. Ya da mesela bir Avrupalı bu kitapları okusa; bizim, durmadan ağlayan, aşırı inançlı, her yerde kurban kesen, Allah Allah diye bağırmadan duramayan, feci eğitimsiz, aşırı iyi niyetli, sefil, çok namuslu pirimatlar olduğumuzu düşünebilir.Tarih Cin Ali serisi değildir! Canı sıkılan yaşlılar başka uğraşlar bulmalıdır. Yazar oldugu düsünülen T.Özakman daha şimdiden yüzlerce baskıya ulaşan bu ‘eşli romanları’nın toplamda kaç adet basıldığını isteyerek de olsa bizden gizlemiştir. Paşa asağı Paşa yukarı dedikçe, M.Kemal Paşa’nın, gözümüzde, tapılası bir puta dönme ihtimalini sezen ‘küçük yazar’, buna önlem olarak mükerrer defalar, Paşa’nın sigarayı nasıl söndürdüğünü, nasıl içtiğini, görev aşkı söz konusu olunca alkolizmine nasıl ara verdiğini ‘sinsice’ yansıtmayı başarmış. (Şu Çılgın Türkler sayfa 240- M.Kemal Paşa, ‘Çocuk’ dedi, ‘belki arkadaşlar bir şeyler içmek isterler sor bakalım’- Topçu İhsan; ‘Siz içmeyecekmisiniz?’- ‘Böyle günlerde içmem. Mazhar Müfit Bey bilir’- ‘Evet Erzurum Kongresi sürerken Paşa yalnız kahve içmişti. Biz de utanıp içkiden elimizden geldiğince uzak durmuştuk’Kılıç Ali’nin boynu büküldü:- ‘Öyleyse içmeyelim’- ‘İyi yaparsınız. Yarın önemli bir gün. Hele bir düze çıkalım, yine beraber oluruz.’) Bu bölümün bilinçlice romana sokuşturulduğu ortada; çünkü Atatürk bir şeyler içmek istemiyorken neden diğerlerine bir şeyler içmelerini teklif ettirsin? (Şu Çılgın Türkler sayfa 663- M.Kemal Paşa’ya bir küçük tepsi içinde içki de getirdiler. Teşekkür edip geri gönderdi. Daha içecek zaman değildi.) (Cumhuriyet Türk Mucizesi sayfa 67- Paşa Mudanya görüşmeleri dolayısıyla bir haftadır hiç içmemişti.) (Cumhuriyet Türk Mucizesi sayfa 337- Her önemli ve özel günlerde olduğu gibi her iki günde de sofrada içki yoktu.) (Cumhuriyet Türk Mucizesi sayfa 338- Bugün de içki söz konusu değildi.) Ne kadar da gerekli ayrıntılar değilmi?(Şu Çılgın Türkler sayfa 69- M.Kemal Paşa sigarasını bastıra bastıra söndürdü.) (Diriliş sayfa138- Savaşan askerleri kutladılar. Sigara dağıttılar.)(Şu Çılgın Türkler sayfa 247- M.Kemal, Çankaya’daki çalışma odasında, otura dolaşa, kahve ve sigara içe içe, dağınık düşünceleri toparlayıp birleştirmeye çalışıyordu.) (Şu Çılgın Türkler sayfa 344- Doktor sigara içmesini yasak etmişti ama dayanamadı, bir sigara daha yaktı.) (Şu Çılgın Türkler sayfa 617- Başkomutan gözünü kırpmadan savaşı izliyordu. Genellikle ayaktaydı. Kimi zaman bir taşa ilişip haritasını işaretliyordu. Yemek yememişti. Ardarda kahve ve zincirleme sigara içiyordu.)Biz de böylece insan Mustafa’yı öğrenmiş oluyoruz. Ama ben önderimizin daha da insani yönlerini öğrenmeye hasretim: Sivilcesini sıkışı, yemekten sonra geğirişi, ne bileyim işte hepimizde olan bütün insani yanlarını en iğrenç ayrıntısına kadar öğrenmek isterdim. Bir dahaki romana inşallah. Kurban olam kalem tutan ellerine T.Özakman, gider susuzluğumu!Kah kızarak, kah bunalarak, kah nefret ederek, kah kendimi yatıştırmaya çalışarak bitirdim bu romanları. En etkili sakinleştirici düşüncem bunun bir film senaryosu olması idi. Best seller olmanın, gişe rekorları kırmanın yöntemleri bellidir: Kötüler güçlüdür ve haksızdır, durmadan içerler, et yerler. (Şu Çılgın Türkler sayfa 261- Et parçasını ağzına attı, ağır ağır çiğneyerek Stavridis’e baktı….. General Papulas Metaxa konyağından bir büyük yudum aldı.) (Şu Çılgın Türkler sayfa 119- İki İngiliz nöbetçi, büyük ambarın yanındaki binada, depo komutanının odasında hazırlanmış zengince sofrada yiyip içiyordu….. Nöbetçiler, bu beklenilmez cömertliğin ve ilk kez tattıkları rakının etkisiyle mest olmuşlardı.) (Diriliş sayfa 147- Amiral Carden yüreğini kemiren başarısızlık korkusunu yenmek için dolu bir kadeh viski aldı.)İyiler inançlıdır, şanssızdır, güçsüzdür, son ana kadar yenilecekmiş gibi görünmelidirler, ölümler ve aşklar konuya pompalanmalıdır. Kökünden kesilmiş ayaklar; (Şu Çılgın Türkler sayfa 71-Bekir Sami Bey, birden gözlerinin dolmasına engel olamadı, çocuk sandığı şeyin, iki bacağı da kökünden kesilmiş genç bir subay olduğunu fark etmişti.), aç çocukları görünce keşkülünü yiyemeyen subaylar; (Şu Çılgın Türkler sayfa 72- Yüzbaşı Hikmet, bu konuşmadan sıkılmıştı, İhsan’a azarlar gibi, ‘Haydi ye de kalkalım’ dedi. İhsan daha dokunamadığı keşkülden bir kaşık aldı, ağzına götürdü, vitrinden içeri imrenerek bakan iki çocukla gözgöze gelince utandı, kaşığı tabağın kenarına bıraktı.) ve daha nice üstün Türk nitelikleri. Ölenler ikiye ayrılmalıdır; haksız yere ölenler ve haklı yere ölenler. Türk kızına tecavüz eden gavurun kasıklarına iki el ateş eden Türk kadınının nasıl alkışlanacağını iyi hesaplayan T.Özakman’ın, tecavüz edilen masum Türk kızının tecavüz sahnesine yer vermemesi senaryoyu oldukça zayıf bırakmıştır. Fakat bu zorunludur, çünkü konu İstiklal Savaşıdır. Bu eksikliği Sinan Çetin kesinlikle tamamlayacaktır. (Şu Çılgın Türkler sayfa 165- Ela gözlü kadın ilerledi,
tüfeğin namlusuyla Rum çetecinin çenesinin altına dokundu:-‘Kaldır başını!’;Erkek başını doğrulttu;-‘Bana bak!’;Erkek baktı;-‘Tanıdın mı beni?’;Erkek gözlerini kapadı, zor duyulur bir sesle:-‘Affet’ dedi;Erkeğin apış arasına ardarda iki el ateş etti. Erkek yakıcı bir çığlık atarak parçalanan kasıklarını tuttu, sarsıla sarsıla dizlerinin üstüne çöktü, başı önde, ulur gibi bağırmaya başladı. Ela gözlü kadın Kara Fatma’ya minnetle baktı;-‘Sağol abla, belki artık rahat uyuyabilirim’)****Tarih konusunda aklı başında kimsenin itibar etmeyeceği çıkarımlarda bulunulmuştur: (Şu Çılgın Türkler sayfa 116- Türklerin emsalsiz savunması Britanya’ya yüz binden fazla kayba mal olmuş, Rus Çarlığı’nın da yıkılmasına yol açmıştı!) Rus çarlığını biz yıkmışız!!! Bu mu gerçek belge ve araştırmalara dayanan mükemmel roman?Çok önemli olaylar önemsizler arasında kaynamış:(Şu Çılgın Türkler sayfa 513- Türkler iki yıl Çukurova ve çevresini işgal eden Fransız ordusuyla savaştılar. Başa çıkamayan Fransa, Ankara ile bir ön anlaşma yapmaya ve Suriye’ye çekilmeye razı oldu.) Gördünüzmü? İki yıllık, yüz bin kişilik bir Fransız ordusunun katıldığı savaş sadece bir cümleye sığmış ama sigara alkole yer çok ve bittabi Mustafa’yı kısaltmak şart.**** T.Özakman Diriliş romanında hiçbir romanda görülmeyen, hafsalamın almadığı yeni bir teknik icat etmiş: ‘Öncesi bilmem kaçıncı sayfada, sonrası bilmem kaçıncı sayfada’ şeklinde bir düzine puzzle mevcut. Kendisi kitaplardan kazandığı parayı değil ama konuyu toparlama işini zeki Türk Gençliğine bırakmış. Önsöz, son söz, dipnotlar neredeyse roman kadar. Sanki bulmaca çözeceğiz:(254- sonrası sayfa 272’de256- Sonrası sayfa 274’te261- Sonrası sayfa 277’de272- Öncesi sayfa 254’te273- Öncesi sayfa 255’te274- Sonrası sayfa 287’de…. öncesi sayfa 256’da277- Öncesi sayfa 261’de278- Sonrası sayfa 288’de279- Öncesi sayfa 262’de…. Sonrası sayfa 289’da287- Öncesi sayfa 262’de…. Sonrası sayfa 292’de…. Öncesi sayfa 273’de288- Öncesi sayfa 274’de…. Öncesi sayfa 277’de289- Sonrası sayfa 295’te…. Öncesi sayfa 279’da…. Sonrası sayfa 292’de292- Öncesi sayfa 287’de…. Öncesi sayfa 289’da)****T.Özakman romanlarına bir yandan din pompalarken öte yandan islamiyeti ve o dönem Türklerini gerici ve yobaz olarak göstermiş ve gericilikten kurtulmanın tek yolunun peçeyi çıkartıp şapkayı takmak olduğuna bizleri inandırmak istemiştir. Cumhuriyet kara çarşafı kaldırdı ama kim diyebilirki bizim başı açık kadınlarımız kara çarşaflı İran kadınlarından daha kültürlü ?Sayfa183(Şu Çılgın Türkler)- Üçüncü ve dördüncü sıranın sol yanında, sıkma başlı, on kadar kadın öğretmen yer almış, kadınlarla erkekler birbirlerinden ayrılmıştı. Bu ilkel görünüm M.Kemal Paşa’yı rahatsız etti. Bu yüzden konuşmaya durgun bir sesle başladı.Sayfa 275(Cumhuriyet)- Her onbeş adımda bir kurban kesiliyor, Paşa, kurbana bakamadığı için başını çeviriyordu.Sayfa 70(Diriliş)- Peçeyle hizmet edilemiyordu ki. Peçeyi sıyırıp attı. Bir gazinin annesine kim ne diyebilirdi ki?Sayfa 87(Diriliş)- Kurbanlar kesildi. Arap şairler kasideler okudular. Hatipler övgü konuşmaları yaptılar. Tören bitince şair ve hatiplere ücretleri ödenecekti.Sayfa 98(Diriliş)- Enver Paşa’yı İstanbul’da birçok sorun ve iş bekliyordu. Hanımların askerliğe hazır olduklarını bildiren telgrafa biraz güldü, daha çok da kızdı: Fazla öne çıkmaya başlamışlardı. Şimdi de asker olmak istiyorlardı ha! ‘Pöh!’; telgrafı buruşturup attı.Sayfa 100(Diriliş)- M. Kemal akşam bir Bulgar ailenin davetlisi olarak Tosca operasına gitti. Çevreye kıskanarak, içi giderek, üzülerek baktı.Sayfa 101(Diriliş)- Nesrin bu mücadelenin başarıya ulaşacağını, sıkı kapanan kadınların bile ilerde bu mücadeleyi başlatanlara dua edeceklerine inanıyordu. Arkadaşı Vedia ile karar vermişlerdi. Büyükdere’de peçeyi ilk ikisi çıkarıp atacaktı.Sayfa 121(Diriliş)- Zaman zaman duyulan tekbir sesleri öyle canlandı ki savaşın uğultusunu bastırıyordu.Sayfa 299(Diriliş)-Gözcü çavuş ‘Saklan!’ diye bağıracaktı ama ezanı kesmeye kıyamadı.Sayfa 427(Diriliş)- İçlerine kapkara bir hüzün bastı. Bu anlayıştaki erkeklerin bir tek konusu vardı: Kadın. Bir tek amaçları vardı: Kadını eve kapamak. Dışarı çıkarsa çarşafla, peçeyle kapatmak. Bunun için de dine kendilerince yeni kurallar ekliyor, özgürlükleri daraltıyor, yasakları genişletiyorlardı.Sayfa 535(Diriliş)- Köyde yalnız baş örtüsü vardı. Çünkü kadın yapması gereken binbir çeşit işi çarşaf ve peçeyle yapamazdı. Örtünme kasabalarda başlıyor, şehirlerde sıkılaşarak devam ediyordu. Buralarda köydeki işlere benzer iş yoktu. Büyük çoğunluk ev kuşuydu.Ev kuşuymuş! Alay mı ediyor yoksa tarihi günışığına çıkarmaya mı çalışıyor? En başta T.Özakman’ın kendisi Türkleri durmadan küçümsüyor. Türklerin yaşam tarzları, cahillikleri, inançları hoşuna gitmiyor belliki. Sadece T.Özakmanın hayal ettiği eğitimi alıp hayal ettiği inanç sistemine girip, operalara gidip mini eteklerle dans eden kızlar yetiştirmeliyiz. Gençler haydi, tutun bu öğütleri, yaşlıların da gençlere ihtiyacı var! Kitabı gençler için yazmışmış! Nutuk mu yazıyorsunuz sayın T.Özakman? Siz kimsiniz be kuzum? Tutturmuşsunuz bir fakirlik edebiyatı, aşağılayıp duruyorsunuz Türkleri. O dönemde üç beş sömürge ülke dışında fakirlik yaşamayan halk varmıydı? Bir kaç uçağımız oldugunu bahsetmis ve sanki uçak uçurmak hiç bir imkanı olmayan bitmiş bir ülkede mümkün sanki. Sanki kağnı tamircileri bozulan uçakları büyük bir inanç ve özveriyle, sevgi dolu elleriyle tekrar uçmaya hazır hale getirebilirler. Bakalım nasıl da fukaraymışız:Sayfa 140(Şu Çılgın Türkler)- Faruk’un eliyle dizindeki yamayı örtmeye çalıştığını fark edince, ‘Lütfen örtmeyin’ dedi, ‘utanmayın da’ o yama bizim için İngilizlerin dizbağı nişanından çok daha değerli. Ordumuz heybetini yoksulluğundan alıyor.Sayfa 150(Şu Çılgın Türkler )- ‘Paşam sabah İzmit’i geri almışız! İsmet paşa neşeyle, ‘Hadi kahve içelim’ dedi. Yüzbaşı Cevdet boynunu büktü: ‘Affedersiniz Paşam kahvemiz bitti, çay da daha gelmedi’ İsmet Paşa güldü: ‘Bu güzel haberin şerefine bir şey içmeden olmaz. Haydi birer sigara içelim. İlk sigarayı kendi yaktı.Sayfa 36(Cumhuriyet)- Maliye nazırı olmak iğneli fıçıda yaşamak gibiydi.Sayfa 63(Diriliş)- Yaşlı, Mesudiye zırhlısı da sağlam toplarından yararlanılmak üzere Çanakkale’ye gönderildi. Yüzyıllardır bir şeyleri birbirine ekleyip kenetleyerek, bulup buluşturarak, yapıp yakıştırarak yaşamışlardı. Keşke devlet zengin, toplum da gelişmiş olsa, bu dilenci buluşlarına, bu fukara çözümlerine gerek kalmasaydı.Sayfa 66(Diriliş)- Hilmi Bey hepsine teşekkür etti, yardımcısı Teğmen Fahri’ye de usulca, ‘Bugün akşam yemeğine irmik helvası ekleyelim, hak etti çocuklar’ dedi. Cebinden para vererek gereken malzemeyi aldırmasını rica etti. Türk ordusunda karavan çok sadeydi. Fazlasına devletin gücü yetmiyordu. Asker hiç şikayetçi olmaz, bu kadar verebilen devletine dua ederek karnını doyururdu. İrmik helvası büyük olaydı. Akşam az etli bulgur pilavı vardı. Bir de helva olduğunu duyunca asker bayram etti. Bataryanın uğuru Deli Mestafa ile Deli İbrahim zıpzıp zıpladılar. Bunlar 40 yaşında iki iyi çocuktu. ‘Hey hey heyyyy!’ Er Edremitli Seyid’in gözleri dört açıldı, ‘Anaav..’ diye inledi minnetle, ‘padişah sofrası da anca bu kadar olur!’Sayfa 123(Diriliş)- Ordunun hiçbir zaman bol bulamaç cephanesi olmamıştı.Sayfa 165(Diriliş)- Zavallı topçular toplarının yetersizliği yüzünd
en sığınaklarda bekleyecekler, kimileri öfkeden ağlayacaktı.Sayfa 206(Diriliş)- Bu mermi bolluğu Türklerin ağzının suyunu akıtmaktaydı.****Oturun T.Özakman sıfır! Edebiyattan kaldınız!Şimdi bestseller roman yazarı T.Özakmandan inciler. Bazı parantez içlerinde yorumlarım var:Sayfa 104(Şu Çılgın Türkler)- Y.Kadri bu akşam da yemeğini aşağıda yemişti. Ne yemek yenecek başka yer vardı zaten, ne de Halide Hanım’ın ısrarına karşı koymak mümkündü. Yemek bitmiş kahve içiyorlardı.Sayfa 150(Şu Çılgın Türkler)-…. 300 kadar İzmitliyi öldürmeden de rahat edememişlerdi.Sayfa 160(Şu Çılgın Türkler) – Oh yavrum, domuzlar daha uzaklaşmamıştır. Yetişip çevirin topları üstlerine, verin mermiyi, verin mermiyi…Sayfa188(Şu Çılgın Türkler)- M.Kemal Paşa, odadan son çıkan Tevfik Bıyıkoğlu’nun omuzuna dokundu, yavaş sesle, ‘Kendini bırakma, tıraş ol Tevfik!’ dedi. Üç gündür tıraş olmayan Binbaşı Tevfik utandı: ‘Başüstüne efendim’Sayfa 241(Şu Çılgın Türkler)- Ali Metin Çavuş, dumanı tüten büyük bir kaseyle geldi. Üzerine biberli yağ gezdirilmiş yoğurt çorbasının kokusunu içlerine çektiler:. ‘Mmmmmmmmm’ (Bir büyük sekiz küçük ‘M’ kullanılmış)Sayfa 315(Şu Çılgın Türkler)- Ölümle köşe kapmaca oynayan bu insanları ölümden ya da ölümü bunlardan uzak tutan bu neşe miydi, neydi?Sayfa 22(Cumhuriyet)- Üç kuruş bahşiş için Yunan askerlerine, kocaları askerdeki gelinlerin evini gösterenler ise, tümen mahkemelerinde hesap vermeye başlamışlardı. Hepsi yaptığının bedelini ödeyecekti.Sayfa 79(Cumhuriyet)- M.Kemal Paşa güzel kızı okşadı. (Söz konusu olan küçük bir kız, bu okşama illede yazılacaksa ‘tatlı kızın saçlarını okşadı’ gibi yazılması yanlış anlamaları engellerdi. Kızın küçük olduğunu vurgulamaz ve ‘Ay parçası’ vb gibi cinselliği dışlayan güzellik tanımlamaları kullanmazsan M.Kemal’i hassas yerinden vurmuş olursun.)Sayfa 88(Cumhuriyet)- Bundan sonra İstanbul artık eski İstanbul olamazdı. Zart zurt dönemi kapanmıştı. (Edebiyat dediğin budur…)Sayfa (Cumhuriyet)- Bir de işgalcilere yaranmak, birkaç kuruş kazanmak için bir çok Türk’ü millici diye ihbar etmiş, yakalatmış, ezmiş, ağlatmış olan satılık, kiralık küçük adamlar vardı. Mütareke döneminin yüzkaralarıydı bunlar. En çok korkan bunlardı. Bir zamanki tafraları, fiyakaları uçup gitmiş, geride uyuz kedi hali kalmıştı.Sayfa 105(Cumhuriyet)- Tarih dümdüz akan bir derecik değildi ki. İşte böyle anaforları, cilveleri olan büyük bir nehirdi. Rauf Bey tarihin akışına uyacaktı.Sayfa 121(Cumhuriyet)- Vahidettin Efendi elini yavaşça uzatarak sehpanın üzerindeki kağıdı ağır ağır buruşturarak avucunun içine aldı, sıktı, ezdi, inler gibi bir ses çıkararak fırlatıp attı. ‘Iııaah’Sayfa 133(Cumhuriyet)- Hani İngiliz bölgesiydi burası? İngiliz bölgesi mi kaldı? Böyle armut gibi toplarlar adamı.Sayfa 140(Cumhuriyet)- Yazar Refik Halit Karay da dost İngilizler ve Fransızların yardımı ile Piyer Loti gemisine bindi. Beyrut’ta inecekti. Beyrut’un yemekleri, içkileri ve kadınları güzeldi. (Güzel yemekler, içkiler ve kadınlar sadece kötülerin! Ben kötü olmak istiyorum Sayfa 147(Cumhuriyet)- Önde duran gazeteci ayaklarını geri çekti. Gazeteci kadın rujunu çantasına atıp not tutmaya başladıSayfa 105(Diriliş)- M. KEMAL Genelkurmay’da son temaslarını yaparken İsmet Bey’e (İnönü) rastladı. Birbirlerini gördüklerine sevindiler. İsmet Bey M. Kemal’in elinden tuttu, odasına götürdü. Görüşmeyeli bir yılı geçmişti. Konuşup dertleştiler. (Sanki çocuğu elinden tutup götürüyor)Sayfa 111(Diriliş)- Hastanede kalırsa hayatı kurtulacaktı. Ama eve gitmezse özlemden öleceğini anladı.Sayfa 115(Diriliş)- Kaynak suyu gibi duru, kar kadar temiz bir kızdı. (Kar gibi temiz? 1- Kar temiz midir? 2-Temiz kız çok yıkanan mı hiç sevişmeyenmidir? Ah T.Özakman ah!)Sayfa 121(Diriliş)- Topçular için yemek hazırlanmıştı, hiçbirinin boğazından bir lokma bile geçmedi. Ne halleri vardı, ne istekleri. Bir top kaybetmek Türk askerini kahretmeye yeterdi.Sayfa 132(Diriliş)- Eceabat’ta Rumlar çoğunluktaydı. Türk azdı. (Rumlar az değildi, Türkler çok değildi; Rumlar Türklerden çoktu…. böyle edebiyatmolur a gızım?)Sayfa 14(Diriliş)- Gemi Komutanı Yüzbaşı Hakkı ile Yüzbaşı Nazmi sarılıp öpüştüler. (Playboy yazıları gibi)Sayfa 152(Diriliş)- Planın dikkate almadığı bir husus vardı: Yurdunu anası gibi, kadını gibi, çocuğu gibi seven, canından aziz bilen çılgın Türkler. (Ben Türk’üm çılgın değilim T.Özakman!)Sayfa 181(Diriliş)- Sonucu eve geldikten sonra dayısının telefonuyla öğrenmiş, sevinçten delirmişti. Paşababası da delirmişti. Ama onu İngilizlerin yenilmesi delirtmişti. (Hayret bu sefer sevinçten ağlamamış sevinçten delirmiş. Ne harika anlatım tekniği!)Sayfa 247(Diriliş)- Zaman hışım gibi geçmekteydi.Sayfa 26(Diriliş)- Uzun Türk süngülerinin tadını ilk kez tattılar.Sayfa 264(Diriliş)- Anzaklar da uzun ince Türk süngülerinin sıcak tadına bakacaklardı….. Dağılma kolera gibi yayıldı.Sayfa 305(Diriliş)- Tekirdağlı Ali Onbaşı önde yürüyen ingilizi seçti. Sanki babasının çiftliğini ziyarete geliyordu köftehor.Sayfa 322(Diriliş)- Bir keskin nişancı, kasketinden subay olduğunu anladığı neşeli Binbaşı Zimmerman’ı vurup hayat defterini dürdü.Sayfa 335(Diriliş)- Şuraya bak, sanki toprak şehit tütüyor.408- Yemek bitip kahveye geçildi. Kazım bey kahvesini çabucak içti, fincanını çalkaladı, bol kahveli son yudumu keyifle içtikten sonra gülerek dedi ki:Sayfa 417(Diriliş)- Dilber’in annesi bir hovardalık yapıp lokma dökmeye girişti….. Orhan arkasından bakakaldı. Yürümüyor, koşmuyor, cama vurmuş bir yağmur damlası gibi akıyordu.Sayfa 425(Diriliş)- Komutanın bir ‘Sağ ol Mehmet’ demesi, onun için Legion d’honneur’den bin kat daha değerli bir ödüldü.Sayfa 471(Diriliş)- Orman canlıları uyanmışlar, mırıltı, cıvıltı içindeydiler.Sayfa 482(Diriliş)- Dinlenme döneminde hamlamışlardı. Tepelerinden buğu tütüyordu.Sayfa 487(Diriliş)- 12 saat bir Çanakkale birliği için çok lüks bir süreydi.Sayfa 533(Diriliş)- Çamlıtekke yüksekliğinden savaş alanı tabak gibi görünüyordu….. Dilber kadar güzel bir geceydi. Yıldızlar akıp duruyorlardı. Sevip okşayan bir yel esmekteydi. Havada bir İstanbul kokusu vardı.Sayfa 548(Diriliş)- Kapı deli gibi açıldı.Edebi duygularımı köreltmeye kimsenin hakkı yok! Bırakınız canım, beni gerçek yazarlara emanet ediniz! Ayrıca lütfen T.Özakman gibi hem tarihçi hem de romancı değilken ‘Belgesel roman’ yazmaya kalkışmayınız.Yoksa sizi de eleştiririm vallahi…