There Will Be Blood
There Will Be Blood

Sinema sadece insana ait olabilecek bir sanattır. İçine insanın istediği her şeyi koyarlar. Bir çocuk partileri seviyorsa, parti filmleri izler onu sever. Diyelim heyecan ve macerayı, kasaları havaya uçururlar, gizem arıyorsa, gizemli filmler, yalnızlığını paylaşacağın aşk filmleri, romantik komediler, uyuşturucu çılgınlık istiyorsan her türlüsünden bulursun.. Sinema sistemi ve sinemacılar bize şekerler tatlılar verirler abur cubur atıştırırız ve uslu çocuklar olarak yaşarız, ara sırada sisteme karşı çıkartırlar, hırslandırırlar, örneğin “fight club” bu dur, V for vendetta budur. There will be Blood

Bunların dışında bir filmdir. Onda seni anlamaya sevk eden bir gizli mesaj vardır, işte sinema bu diğerleri gibi değilim derYönetmene,onu bilenler “PTA” derler Paul Thomas Anderson onu anlayan insan sayısı yeterince çoktur, kendini ve zekasını çok iyi kullanır aynı zamanda dahi özellikler gösterir, bence punch drunk love filmindeki başrol oyuncusunun Adam Sandler olması,bilinçli bir propagandadır.onun diğer filmlerinde ki komik etkiyi bulmazlar, ve o sadece komedi filmlerine beğeni gösteren insanlara Sandler vasıtasıyla onlara küfür eder gibi sinema dersi verir. Gidin sorun Adam Sandler sevenler genelde o filmi bilmezler ya da beğenmezler.İşte yönetmen imzası taşıyan there will be blood da budur.Daniel day levis’in hakkını vermek gerekir o olmasaydı film bu olmazdı, böyle büyük filmler için iki çatışmanın olması gerekir, birinci çatışma yönetmenin savaşını içerir, ikinci çatışmada oyuncunun kendi varlığını bu rolle anlamlandırması bu fırsatı kaçırmaması gerekir, Tiyatro da öyledir bilir misiniz?”bir oyuncuya ilk provalarda rolünü güzel yapıyorsun” dersiniz hak etmiştir de bunu ama ona bunu o an söylediğiniz için kendini geliştiremez, “yaptımın” tatminini almıştır oyuncu egosu için karnı doymuştur, ama bir oyuncunun “başardım” dememesi lazımdır. Birinin(ya da birilerinin) “Başardı” demesi gerekir. Daniel Day Levis İlahi bir rol oynamış tanrının yarattığı en gelişmiş insan olma özelliğini rolünde yaşatmıştır, insanı şizofren yapabilen bir rol oynamış, delire bilirdi bu rolü oynarken, beklide delirmiştir de. Sonra bir de genç oyuncu lazımdır, bu filme. Genç bir Hollywood züppesi olmak istemeyen bekli de olamayacağını çok önceden bilen biri “Paul Dano”, Eline karakteri ile filmin finaline kadar gözlerimizi parlatır ve sonunda kör olduğumuzu düşündüğümüz bir an yaratır. Filmde gerçek tarihte kendini alttan altta hissettirir, “Bu adam gerçek mi” diye sorgulamaya başlarsınız,“kim bu Adam?” şu an da ne yapıyor,(bence dünyayı yöneten bir adamdır.) dersiniz ve oldukça tatminkar sonuçlara da ulaşacaksınız.Hani bir kıyas vardır, “DVD si alınacak film” işte bu film bir adım öne çıkar.

Size son tavsiyem filmi sakin kafayla izleyebileceğiniz bir zamana denk getirin, yalnız olmanızı tavsiye ederim, yoğunlaşabileceğiniz bir filmdir, The goodfather gibi büyük bir öyküyü anlatır.Eğer The Good Father ile aynı zamanda çekilen bir film olsaydı bence sinema tarihinde daha etkili bir yer alabilirdi. Filmin Soundtrack albümü ise “Jonny Greenwood” ‘a aittir. kendisini radiohead dinleyenler çok iyi tanır.* Aldığı Ödüller ve resmi site* imdb