Özlemişti… Öfkeli nefesini; merdivenlerin bitimin de kendiside bitmek üzereyken.Gülüyordu, dudaklarını ısırarak yarı ağlamaklı. Cebinden anahtarını çıkartıp, yalnızlığının kapısını araladı usulca. Işıkları yakmayı pek sevmezdi. Son günlerdeki küresel saçmalıklarda, bireysel ısınmamayı öngörüyordu zaten. Aynanın karşısına geçip süzdü biraz simasal yansımasını, karanlıkta güzel gözüküyordu bir tek kendine. Saçlarının kızıllığı geceye karışmış ayna alev almıştı; gözyaşlarını dökerken… Ne kahkahasının nede hıçkırığının sesini duymayalı uzun zaman olmuştu. Belki de bu yüzden ağlarken gülüyordu kendisine.Yavaşça pencereyi açtı. Geceyi davet etti kendisine eşlik etmesi için. Bir adı vardı ama bu gece onu bile unutmak istiyordu… Özel an’lar için aldığı şarapları geldi aklına, mutfak dolabında yarı eğik tutuyordu onları. Bir yerlerden okumuştu, şarabın mantarı emmesi lazımmış…Tirbişonu paslanmış şarabı da bayağı eskimişti. Kadehlerini aramaya erinip, köşe başı şarapçılarına bürünmüştü birden. Koltuğundan kendi dünyasını açtı. Düşüncelerine birazda alkol entegre ederek mırıldanmaya başladı…Aynı saatlerde başka bir mekan da Jozef; Marta’yı düşünüyordu. Elinde onun için yazmış olduğu eski yazıları tekrar okuyarak.Jozef seni tanımsız bir formda seviyorum yazıyordu son cümle. Her zaman hayrandı martaya, tüm eğri kelimeleri diliyle düzeltme yeteneği vardı çünkü. Aralarındaki yaş ve statü her zaman bir engel olmuştu ikisi içinde. En son marta cesareti toplayıp evlenme teklifi yaparak öldürmüştü jozefi ve hayallerini. O günden sonra ikisi de başkalarına saldırarak kendilerin kaçmaya çalışıyorlardı. Jozef uzun boylu hatırı sayılır yakışıklı bir tipti. İş yönünde de yetenekleri vardı ama hep şansızlık peşinde idi. Ne iş hayatı nede aşk hayatında bir türlü dikiş tutturamayıp, kalbini devamlı yamıyordu…Marta bir şişe şarabı umutları ile birlikte tüketip; onun için yazılmış eski yazıları okuma cesaretini bulmuştu. Jozef son cümlede kendini benimle toplamaya başladıkça eksilirsin yazmıştı.Marta aslında jozefi aşık olduğu iki erkeğin toplamı olarak görüyordu. Hayatta sahip olamadığı iki erkek; birisi zeki korkak diğeri aptal ve cesur… İlk başlarda saatlerce elele tutuşup muhabbet etmeleri geldi aklına ve jozefin ne zaman sana seni sevdiğimi söylecek cesaretim olacak sorusu…Gülümsedi hafiften sigarasını tazelerken, o hiç jozefe seni seviyorum dememişti. Aslında hep demek istiyordu belki de şimdi telefon etmeliydi ama bunu yapamazdı uzun zaman geçmişti.Bazen onu unutmak istese de sadece onu düşünürken rahatlıyordu. Adını koyamamıştı bu duygunun o yüzden kendinden devamlı nefret ediyordu.Saatler ilerledikçe jozefin kalbi geriliyordu. Aslında oda bir anlam veremiyordu her zaman martayı bir daha düşünmeyeceğine söz verip, ardından tövbe ediyordu. Ona sahip olamadığı için artık tanrısallaştığına inanıyordu. Kendinden kaçarken hep martaya sığınıyor, tanrıya dönüp madem vermeyecektin cenneti, neden karşıma çıkardın onu; sebepsiz yanmam canını mı sıktı diyordu… Belki de günah işliyordu ama isyanının sebebini tanrı biliyordu. Bir film repliğini tekrarlıyordu en kötü anlarında ‘seni seviyorum çünkü bunu artık sen bilmiyorsun’