Akfırat, söz konusu dönemde ABD’nin Irak’a müdahale yapmayı planladığını, Bülent Ecevit’in başkanlığındaki hükümetin buna karşı olduğunu, Genelkurmay Başkanlığı’nda da bu konuya ilişkin oluşturulan bir çalışma grubunun Türkiye’nin çıkarlarını korumak için bir tampon bölge oluşturmayı düşündüğünü anlatarak, bu şartlar altında da harekatın yapılamayacağını savundu.
bülent ecevit’i zehirleyenler, askerin başıan çuval geçirtenler ve BOP‘u destekleyen özkök ve tayyip‘in bir darbe yaptıkları hem de “SİVİL DARBE” yaptıkları ortada.
Ben bu mimi unutmuştum. Daha yeni hatırladım gönderdiğimi :)İyi olmuş. Darbecilerin ayakçıları hemen kafalarını çıkarmışlar mimi görünce. Oğuz abi de herzamanki keyifli üslubu ile güzel bi kızılcık sopası ısmarlamış darbe heveslilerinin ayakçılarına :))Tekrar görmüş oluyorum ki, bu zihniyetin Uğur Mumcu dahil, işlediğikleri tüm cinayetler, sivil halkı bombalamaları, yargısız infazları, Maraş Katliamı gibi, 1 Mayıs 77 olaylarındaki provokasyonları gibi her tür pislikleri mahkemece ıspatlansa dahi birileri onları savunmaya devam edecek.Apo’nun gayet aşikar pisliklerine rağmen destekçileri yok mu da bu vatan haini olan, ülkeyi dış mihrakların istekleri doğrultusunda darbe ortamına sürükleyen darbecilerin destekçileri olmasın.
Thing, oozabiyi boşver şindi. Konuyla ilgili yorumun nedir senin? Onu merak ediyorum ben. İyi mi yapmış bu günlük doğru ise. “Tühh, ben onu sildiğimi sanıyodum” dediği günlük essah çıkarsa ne yorumun olacak?
Ben hüküm cümlesi kurmamaya gayret ediyorum bu konuda. Kişiler hakkında, spesifik. Ama genel olarak bu davanın içeriğinin o kişi yada bu kişi tarafından gerçekten uygulandığına şüphem yok. Bu günlükler de yaşadığımız son 10 yıllar açısından hiç de şaşırtıcı değil. İnsanlar zaten bu tarz durumların olduğundan kuşkulanıyorlardı. Ve şu an bunlar açığa çıktı. Olan bu. Sadece kanıtlar ortaya çıkıyor.Ama dediğin gibi mahkeme safhasından sonra kesin hükmümüzü biz de veririz. Yalnız ben hala unutmuyorum Uğur Mumcunun cenazesi sonrası Kocatepe’den hareket edip bizim evin önünden geçen yığınların sloganlarını, yol kenarında gördükleri, bu konvoyu izleyen başörtülü mazbut teyzeleri nasıl taciz edip korkudan kaçırdıklarını. O insanlar da koyun sürüsü idi gerçi. (her kalabalıkla hareket eden sürü gibi) Ve bu insanların bu cinayetle elde etmek istedikleri bu tip durumlardı. Yıllarca da başardılar.Bundan sonra zor başaracaklar ama…
Bir de fehmi koru’gillerin bilgisayarları ve hayatları zaten incelendi 28 şubat ve sonrasındaki süreçte. Milyonlarca mazbut anadolu insanı fişlendi. Hayatları, ilişkileri, attıkları adımlar, telefonları dinlendi, izlendi. Şu an zanlı durumundaki bu kesim sürekli zaten bu çevredeki insanlara suç isnat edip zan altında bıraktı. Ama somut en ufak suç ve saldırganlık unsuru bulamadılar. O sürekli adını andığın fethullah gülen okulları süreki gözetim altında kaldı ve bu okullarda silah eğitimi verdiklerini bile iddia ettiler. Ama en ufak delil çıkmadı. Şimdiki gibi silah depoları ölüm kuyusu falan hak getire zaten. Ama gün döndü, devran döndü. Bugün onlar inceleniyor. Gazeteci, öğretim elemanı, hukukçu vs geçinenlerin bile kirli ilişkileri insanları şaşkına çeviriyor. Ve dolayısıyla 28 şubatta neden herkese bu tarz yaftalamalar yapabildikleri anlaşılmış oluyor. Çünkü kendileri böyle hareket ediyorlardı ve kendi eylemlerini karşılarındakilere atfedip ellerini kollarını bağlamak istiyorlardı. Şu an kendi elleri kelepçeli ama. Kader!
Ben bir zaman fethullah gülen ekolüne cidden kuşku duydum. aynı sizin gibi. cidden görünürde güzel hareket ediyorlar. ama dünyanın değişik ülkelerinde lobicilik yapıyorlar, oralarda da güç oluyorlar. ve Azerbaycan darbesinde parmakları olduğu bahisleri geçince cidden “acaba??” sorusunu sorar oldum. Ancak sonraki gelişmelerden anlaşıldı ki, bu olaylarda da bu ergenekon grubunun parmağı varmış, ve yaptıkları haltı o gruba ihale etmeye çalışmışlar. Onun dışında açıkçası ben elle tutulur bir ikna edici isnad’a rastlayamadım. Öyle iddialar var ki, istediğin kadar objektif ol. Ama bu deli saçmalamaları insan aklını ikna edemiyor. Aynı mecliste, bir tv programında (bir zamanların kanaltürk’ünde) biri, (haydar başçı olduğunu sandığım bir islamcı program konuğu) adamın yahudi uşağı bir siyonist olduğunu anlatıyordu. Bir diğer konuk ise faşist milliyetçi isimlerden biri idi ve onun papa ile, bartalomeo ile görüşmesi sebebiyle hristiyan misyoneri olduğunu söylüyordu. Erdoğan Aydın denen ateist konuk ise sonrasında söz alıp şeriat devleti kurmanın tememllerini attığını söylüyordu. Program sahibi, PKK nın Özgür Gündem gazetesi eski yöneticisi Merdan yanardağ ise hepsini tasdik edip sırayla şişe çevirir gibi mikrofon çeviriyordu. Ama kimse de “ulan bir insan hem siyonist, hem hristiyan misyoner, hem şeriatçi nasıl olur. biz hepimiz birbirimizi tasdikliyoruz bu şerefsiz fetoya karşı ama salakça bir duruma düşmüş olmuyor muyuz?” demiyordu. Bana o görüntü, Türkiyedeki bu konudaki bir kesim insanın ne yapmaya çalıştığı hakkında bilgi vermiştir. O sebeple Fethullah Gülen hakkında söylenen her boka atlamam. Salak değilim, insanları salak gibi gütmeye hevesli bir kesim var bu konuda. Ben de objektif ve delilli isnatları ciddiye alırım. Cidden adam hakkında elle tutulur bir isnadınız varsa ben de sizinle birlikte o adam aleyhine çalışırım. Ama bu ergenekon meselesi Bir fethullah Gülen kişisini ilgilendirecek kadar basit bir mesele değil. Olayı bu konuya dayayıp basitleştirmek ülkeye yazık bir defa.
gülen okullarını amerikanın etkisiz olduğu hiçbir yerde göremezsiniz.rusya’da, azerbaycan’da ve diğer türki cumhuriyetlerde tek tek yasaklandı…adamın amerikada kalması için referans olanların hepsi de cia ajanı.Gülen’e Kefil Olan 27 İsim!ve siz bu okulların olduğu ülkelerde de başka türk okulları kuramazsınız.en önemlisi cemaatçi medya bizi aylardır örgütün 1 numara’sı var diye oyalıyordu peki ne oldu?demek ki dava yön değiştiriyor 1 numara’dan ve terör örgütünden insanları darbe girişimi yaptılar diye suçlayacaklar.bu günlüklerin ortaya çıkması bundan, gerçekliği yada içeriğinde darbe olduğu için değil elbette.bu günlüklerde ne darbe var ne de başka birşey.
Buklet, dediğin gibi gerçek şeyler varsa inan, bu ülkenin başta mütedeyyin kesimleri o gerçekler üzerine bu adam ve şürekasının ipini çeker. Devlete lüzum yok. Bu toplum dindardır. Ama dinlerini siyasi emel için kullanan erbakan’a da tokat vurmuştur, az önce bahsini ettiğim haydar baş vs. gibilerini de. Dini sadece kendine paravan yapıp, ticari emelleri için kullanan (iftira gibi olmasın ama ihlas adını kullanan enver ören grubunun dışlandığı gibi) dışlanır toplum tarafından. Ve dindar halk içinde yapılan anketler dahi, toplumun hiö de laiklikten çıkıp şeriat vs istemediğini gösteriyor. Haliyle, dini özgürlük taleplerini kendi siyasi güçleri için kullanmayı cidden hayal etselerdi bu halk onları ihya etmezdi. Ama bu halk birilerini ihya ederse de, ne devlet, ne de bir kesim o kesime karşı koyamaz. Çünkü bu toplumun tarzı sivil itaatsizliktir, isyan değil. Bu gandivari tarza da kimse karşı koyamaz.Ama konu onlar değil. Bu mesela fethullah gülen cemaatini ilgilendiren bişey değil. İstenilen de bu zaten. Bu ergenekon sıkıntısı dindarları da, alevileri de, kürtleri de, liberalleri de, komünistleri de, bu ülkenin ortalama tüm halkını da ilgilendiren bir sorun. birileri olağanüstü durumun varlığı ile kendine vazife çıkarmaya çalışıyor. ülkede durumun olağansütü olması için gayret ediyor. çünkü demokrasi ve şeffaflık olursa ne darbeci kesim kendine vazife çıkarabilir. ne kaos olur, ne özgür bir ortamda hamsofu dindar mini etekli cillop kızlarımızın etek boyuna sarkıntılık edebilir, ne de bunu bahane edip bir başka laikçi hamsofu da başörtülü, hanımhanımcık kızlarımıza sarkıntılık edebilir. Kaos olmadığı sürece bu insanlara gerek kalmaz. Şayet bu toplum da liberal demokrat kültüre ulaşmadığı sürece de giyiminizi sürekli ortama göre kontrol etmeniz gerekecek. yada alkol alan ortamda istemeden alkol almanız, yada almamanız istenen yerde de zorla almamanız gerekecek. Bu sorun fethullah gülenin sorunu değil. O iğrendiğimiz ama nisbeten demokratik haklarını daha rahat uygulayan memlekette yaşıyor. Ama ben ülkemi değiştirmek gibi bir niyette değilim, ve de özgürlüklerime kimsenin müdahale etmesine tahammülüm yok. Dolayısyla kaos isteyenler ve benim hürriyetimi tehdit edenler benim düşmanımdır.Senin hürriyetin, benim hürriyetimdir. Benimki ise senin hürriyetinin garantisidir. Bunu sakın unutma.
yahu nerede böyle bir sorun var böyle saçma sapan şeyler peydahlamayın.hadi tayyip demişti gülüp geçmiştik böyle paranoyalar yüzünden heryerde içki yasağı boy gösterdi.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa,deÄŸiÅŸmeyen hakikat insanlığı ÅŸaşırtacak mahiyet alır…ATATÃœRKSUNUÅžBu kitap ne klâsik bir tarih kitabıdır, ne de tarihsel bir romandır.Kitap, Atatürk’ün Samsun’a hareketinden önce Ä°stanbul’da yaÅŸadığı 6 ayın nefes kesen öyküsüdür. Bu zaman diliminde yer alan olaylar derinlemesine inceleniyor, iliÅŸkilerin nesnel ve psikolojik arka planı mercek altına alıyor.Bu inceleme neden yapıldı? Ä°ki sebebi var.Öncelikle, Atatürk’ün Samsun’a hareket etmeden önce Ä°stanbul’da geçirdiÄŸi zaman dilimi fazla bilinmiyor. Oysa Atatürk, giriÅŸeceÄŸi büyük Anadolu Ä°htilali’ni bu sırada düşündü ve planladı.Ä°kincisi, son yıllarda, kendilerine “ikinci Cumhuriyetçiâ€, “liberal†ya da “dinci†adı verilen kesimde bir alternatif tarih yaratma akımı belirdi. Bu yazarlar genel olarak Mustafa Kemal’in yaptıklarını küçümsemek için olur olmaz iddialar ortaya atıyorlar… Ulusal savaşın önemini azaltmak, orasından burasından kemirerek soru iÅŸaretleri yaratarak Atatürk’ü küçültmek, karşılığında özellikle son PâdiÅŸah Vahdettin’i yüceltmek yolunu tutuyorlar.Bu konularla ilgili belgeler üzerinde incelemeler yaparken, Atatürk’e verilen ve geniÅŸ yetkilerle donatılmış görev kararnamesinin, pâdiÅŸah tarafından deÄŸil Atatürk’ün bizzat kendisi tarafından oluÅŸturulduÄŸunu, kararnamenin önemli noktalarını Atatürk’ün bizzat dikte ettirip yazdırdığını saptadığım zaman, destansı millî mücadelemiz hakkında bilgilerimizin yeterince derin olmadığına inandım.Ä°nanılması güç bir diÄŸer nokta ÅŸudur: Atatürk, Mondros AteÅŸkesi’nden sonraki bunalımlı günlerde Harbiye nazırı olmak istiyordu. Bunun altında yatan temel nedenleri ortaya çıkarmaya çalışırken, Atatürk’ün son çare olarak PâdiÅŸah Vahdettin’i Anadolu’ya geçirip, millî mücadeleyi padiÅŸahla birlikte yönetmek istediÄŸi gerçeÄŸiyle karşılaşınca, epeyce ÅŸaşırdım.Bu kitap, yıllar süren sabırlı bir incelemenin ürünüdür. Her yargının, her iddianın altında da muhakkak dipnot vardır, muhakkak belge vardır… Kitabın adı 6 Ay’dır. Çünkü Atatürk’ün Anadolu’da yapacağı eylem Ä°stanbul’da kaldığı bu 6 ayda biçimlendi, nitelik kazandı.Atatürk, 19 Mayıs 1919’dan önceki dönemi de içine alan anılarını, Nutuk’tan yaklaşık bir buçuk yıl önce Hakimiyet-i Milliye ve Milliyet gazeteleri baÅŸyazarları Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan’a yazdırmıştır.Bu anılar, Nutuk’tan bir önceki dönemin aydınlatıcısı ve Nutuk’un tamamlayıcısı olarak deÄŸerlendirilmelidir. Bu nedenle kitabımızda temel kaynak olarak kullanılmıştır.O döneme ait Ä°ngiliz Devlet ArÅŸivi Belgeleri artık gün yüzüne çıktı. Bu belgeleri geniÅŸ olarak kullanan Alman bilim adamı Prof. Dr. Gothard Jaeschke, araÅŸtırmacı yazar Bilal N. ÅžimÅŸir ve Prof. Dr. Salahi S. Sonyel’in kitapları da kaynak olarak ele alınmıştır.Bu araÅŸtırma temel olarak 30 Ekim 1918 Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’ndan baÅŸlıyor. Kasım-Aralık 1918; Ocak, Åžubat, Mart, Nisan, Mayıs 1919 aylarındaki geliÅŸmeler ayrı ayrı ve tarihlere sadık kalınarak inceleniyor.Kitapta Mustafa Kemal ismi daha sık kullanılmıştır. Çünkü Kasım 1918-Mayıs 1919 arasında Atatürk adı henüz ortada yoktu.Bu araÅŸtırma, Atatürk’ün zorluklarla, acılarla, hüzünle, ancak hazırlıkla dolu dolu geçen ve Millî Mücadele’nin altyapısının planlandığı, Samsun’a gitmeden önceki 6 aylık yaÅŸamına ve çalışmalarına ışık tutmaya yarayacaktır.Alev CoÅŸkun-Eylül 2008GÄ°RÄ°ÅžGenç yaşında Ordular Komutanlığı rütbesine yükselen Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918’de geldiÄŸi Ä°stanbul’dan 16 Mayıs 1919’da ayrıldı; dolu dolu altı ay… Ãœzüntülü, acılı, tehlikelerle dolu altı ay…Zaman zaman köşesine çekilip kendini dinledi. Olup bitenleri yeniden deÄŸerlendirdi. O günleri yaÅŸamış olan Prof. Bayur “Mustafa Kemal en büyük siyasal yeteneÄŸini Ä°stanbul’da geçirdiÄŸi bu altı ay boyunca göstermiÅŸti,†der.Mustafa Kemal’in Ä°stanbul’daki ana stratejisi ve kullandığı söylem: “Yurdumuz, milletimiz en zor günlerini yaşıyor, el birliÄŸi ile yurdu kurtaralım, öbür iÅŸleri sonra düşünürüz,†biçiminde özetlenebilir. Yurdun ve milletin kurtuluÅŸ ve esenliÄŸini hedefleyen bu sözler, Ä°ttihat Terakki ile Hürriyet ve Ä°tilaf Partisi ileri gelenlerini, hâttâ padiÅŸahçıları bile yumuÅŸatıyordu.Ä°stanbul’daki Faaliyetlerin Üç Ana AÅŸamasıMustafa Kemal’in bu kitapta ele alınacak Ä°stanbul’daki faaliyetleri üç ana aÅŸamada özetlenebilir.Birinci AÅŸama: Siyasal GiriÅŸimlerBu aÅŸamada, Mustafa Kemal hükümette yer alıp Harbiye (SavaÅŸ) bakanı olmak için çalışmalar yapmıştır. Yasal yollardan siyasal giriÅŸimlerde bulunmuÅŸtur. Sivil giysileriyle meclise gitmiÅŸ, milletvekilleriyle toplantılar yapmıştır.Ä°kinci AÅŸama: Ä°htilalci Darbe GiriÅŸimleriBirinci yolun gerçekleÅŸmesinin olanaksızlığı anlaşılınca, Mustafa Kemal ve arkadaÅŸları ihtilalci metotlara yönelmiÅŸlerdir. Hükümeti darbe yaparak devirmek ve Kuvay-ı Milliyecilerin yer aldığı bir hükümetin oluÅŸmasını saÄŸlamak için ihtilalci yöntemler aramışlardır. Bunu gerçekleÅŸtirmek için bir Ä°htilal Komitesi kurmuÅŸlardır.Üçüncü AÅŸama: Anadolu’ya GeçiÅŸ KararıHer iki metodun, daha doÄŸrusu barışçıl ve ihtilalci yolların denenmesi ve her çareye baÅŸvurulmasına karşın hükümette görev almanın olanaksızlığı ortaya çıkınca Anadolu’ya geçme planları yapılmaya baÅŸlanmış ve buna baÄŸlı olarak Anadolu’da verilecek bağımsızlık savaşının kadrosunun oluÅŸturulması için çalışmalara giriÅŸilmiÅŸtir.Ä°liÅŸkiler Zincirini En Ãœst Düzeyde KullanmakMustafa Kemal bu aÅŸamalar sırasında eÅŸzamanlı ve iç içe olarak özellikle pâdiÅŸah, Ä°ngilizler, Ä°talyanlar, eski politikacılar, gazeteciler, eski komutanlar, genç subaylarla iliÅŸkisini hiçbir noktada yitirmemiÅŸ, hep canlı tutmuÅŸtur.I. DÃœNYA SAVAÅžI’NIN SONA ERMESÄ°Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, Ekim 1914’te âdeta sürüklenircesine girdiÄŸi I. Dünya Savaşı’ndan, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’yla ve çok büyük kayıplar vererek çıkabildi.Osmanlı orduları dört yıl süren bu zorlu savaÅŸta, birbirinden çok uzak yerlerde Çanakkale, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, SüveyÅŸ Kanalı, Makedonya, Galiçya ve Romanya cephelerinde savaÅŸtı.Neden bu kadar çok cephede savaÅŸ!.. Çünkü Osmanlı hükümeti o sırada Almanların güdümündedir; amaç, Almanya’nın yararları için on bir ayrı yerde cephe açarak Ä°ngilizleri uÄŸraÅŸtırmaktır…Ege Denizi’nde Limni Adası’nın Mondros limanında, Ä°ngilizlere ait Agamemnon zırhlısında yapılan görüşmeler sonunda imzalanan Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması, “ateÅŸ kesme†ya da “silahları bırakma†kavramlarının çok ötesinde, siyasal nitelikli, önemli maddeler içeriyordu. Bu anlaÅŸma, bir ateÅŸkes deÄŸil, açıkça siyasî bir anlaÅŸmaydı ve I. Dünya Savaşı galiplerinin, bir uçtan öbür uca Türk yurdunu iÅŸgal etmek istediklerini gösteriyordu.Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması, Türklerin belki de tarih boyunca imzaladığı en ağır ÅŸartları taşıyan bir antlaÅŸmadır. 30 Ekim 1918’de ateÅŸkes imzalandığında Atatürk, Suriye-Irak cephesinde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nda 7. Ordu’nun komutanıydı.30 Ekim 1918’de ateÅŸkes antlaÅŸmasının imzalandığı, SavaÅŸ bakanlığı tarafından tüm askeri birliklere bildirilmiÅŸ ve ateÅŸkes koÅŸullarına kesinkes uyulması istenmiÅŸti.Mustafa Kemal kendisine baÄŸlı askeri birliklere bir talimat gönderdi ve iÅŸgallere karşı çıkılmasını istedi. VerdiÄŸi emirlerle Mustafa Kemal, fiilen Mondros AteÅŸkesi’nin hükümlerine karşı çıkıyor, aslında ileriye dönük önlemler alıyordu.Ä°stanbul hükümetinin göremediÄŸi, ama Mustafa Kemal’in öngördüğü iÅŸgaller birkaç gün içinde baÅŸlamıştı. Ä°ngilizler öncelikle Ä°skenderun’a yöneldiler.Ä°ngilizler Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’ndan sonraki bu kısa sürede Osmanlı hükümetine karşı önce yumuÅŸak davrandılar. Çanakkale BoÄŸazı’ndaki mayınların temizlenmesini beklediler ve 6 Kasım 1918’de, Çanakkale BoÄŸazı’ndan savaÅŸ gemilerini hiçbir engelle karşılaÅŸmadan geçirdiler ve Ä°stanbul’a doÄŸru yöneldiler. 8 Kasım 1918’de de petrol bölgesi Musul’u iÅŸgal ettiler. Onlar için artık her ÅŸey yolundaydı.Ne yazık ki, geliÅŸmelerin özünü Ä°stanbul hükümeti anlayamıyor ve Ä°skenderun konusunda sert tavır takınan Mustafa Kemal’i suçlu görmek yoluna gidiyordu.Yıldırım Orduları Dağıtılıyor ve Mustafa Kemal Ä°stanbul’a ÇağırılıyorÄ°stanbul, Mustafa Kemal’in karşı çıkışlarından hiç de memnun deÄŸildi. Ä°ngilizler ne isterse yerine getirilmeliydi. Bu nedenle Yıldırım Orduları Grubu 10 Kasım 1918 günü dağıtıldı, böylece Mustafa Kemal’in on bir gün süren ordular komutanlığı elinden alındı ve Ä°stanbul’a geri çağırıldı.Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın BaÅŸlangıcıUlusal Bağımsızlık Savaşımız genellikle, 19 Mayıs 1919 tarihiyle baÅŸlatılır. Oysa Prof. Dr. Stanford J. Shaw, “Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu ve Modern Türkiye†adlı iki ciltlik ve daha sonra yayımlanan Ä°ngilizce “From Empire to Republic†adlı 5 ciltlik eserinde, “Türk Bağımsızlık Savaşıâ€nın baÅŸlangıç tarihini Kasım 1918 olarak gösterir.Mustafa Kemal’in Mondros AteÅŸkesi’nden hemen sonra Ä°stanbul hükümeti ile tartışma açması, Mondros AteÅŸkesi’nin koÅŸullarına karşı çıkması, Ä°skenderun limanına çıkacak olan Ä°ngiliz güçlerine engel olmak için silahla karşılık verilmesini emretmesi ve sonunda Ali Fuat PaÅŸa ile görüşüp, ileriye dönük direniÅŸ örgütü kuruluÅŸunun ilk önlemleri alması, “Türk Bağımsızlık Savaşıâ€nın tohumlarının atıldığını gösteriyordu.MUSTAFA KEMAL Ä°STANBUL’DAMustafa Kemal, soÄŸuk bir Kasım günü Ä°stanbul-HaydarpaÅŸa tren istasyonuna vardığında, kendisini sâdece yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit Bey (Talay) karşıladı. Tarih 13 Kasım 1918 ÇarÅŸamba’dır.Yanında yaveri Cevat Abbas’la birlikte Adana’dan baÅŸlayan ve üç gün süren uzun tren yolculuÄŸunda Mustafa Kemal çok düşünceliydi.HaydarpaÅŸa Garı’ndan eski ve küçük bir motorla iÅŸgal gemilerinin arasından geçerek Sirkeci yönüne doÄŸru giden Mustafa Kemal’in içinde bulunduÄŸu ruh halini anlamak pek de güç deÄŸildir.Çanakkale’de yenilerek yüz geri edilen bu donanma iÅŸte ÅŸimdi, hiçbir engelle karşılaÅŸmadan Ä°stanbul’a gelip demirlemiÅŸti. Düşman gemileri arasından boynu bükük geçen 37 yaşındaki genç Mustafa Kemal’in ruhunda yaÅŸadığı fırtınalar…Ä°ÅŸte, boynu bükük Mustafa Kemal’in bu acı tablo karşısında dışavuran duygularını yansıtan üç kelime…“Geldikleri gibi giderler!â€KASIM-ARALIK 19181918 Kasım ayının 13’ünde Ä°stanbul’a gelen Mustafa Kemal nasıl bir siyasal durumla karşı karşıyadır? Bunu anlayabilmek için 1918 yılının Kasım ayı baÅŸlarındaki genel duruma bakmamız gerekir.29 Eylül 1918’de önce Bulgaristan sonra Almanya ateÅŸkes isteÄŸini resmen açıkladı. Bu durum karşısında, 5 Ekim 1918’de Osmanlı devleti de ateÅŸkes isteÄŸini resmen açıklamak zorunda kaldı. Mondros AteÅŸkes antlaÅŸması 30 Ekim 1918’de imzalanacaktı.Yakın arkadaÅŸları, nerede olursa olsun Mustafa Kemal’e Ä°stanbul’daki siyasal geliÅŸmelerle ilgili bilgi aktarmışlardır. Bu baÄŸlamda Atatürk’ün yakın arkadaÅŸlarından Dr. Rasim Ferit Bey (Talay), Ä°stanbul’daki son durumu, Tevfik PaÅŸa’nın hükümet kurmakta karşılaÅŸtığı güçlükleri, o sırada Halep civarında bulunan 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal’e bildirmiÅŸti.Hemen harekete geçen Mustafa Kemal, Dr. Rasim Ferit Bey’e “şifreli ve çok gizli†kaydıyla gönderdiÄŸi telgrafın zaman geçirmeden padiÅŸahın baÅŸyaveri Albay Naci Bey’e ulaÅŸtırılmasını istemiÅŸti.Bu telgrafta Mustafa Kemal siyasal bir giriÅŸimde bulunuyor, öneriler yapıyor, hükümette yer alması gereken kiÅŸilerin isimlerini sayıyor, kendisine hükümette yer verilmesini istiyordu.Bu telgrafı alan Dr. Rasim Ferit Bey hemen Dolmabahçe Sarayı’na giderek telgrafı BaÅŸyaver Albay Naci Bey’e iletti. BaÅŸyaver Naci Bey o sırada Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’nın hükümeti kurmak üzere padiÅŸahın huzurunda olduÄŸunu söyledi. Telgrafı padiÅŸaha ulaÅŸtırmanın tam zamanıydı; BaÅŸyaver Naci Bey içeriye girerek telgrafı padiÅŸaha sundu.14 Ekim 1918’de Ahmet Ä°zzet PaÅŸa kabinesinde, Atatürk’ün önerdiÄŸi Fethi Okyar içiÅŸleri Bakanı; Rauf Orbay Bahriye Bakanı; Hayri Bey Åžeyhülislam olarak görev aldılar, ama Mustafa Kemal’e yer verilmemiÅŸti. Bu konuda Ä°ttihat ve Terakki’nin önemli kiÅŸilerinden gazeteci Hüseyin Cahit ÅŸunları yazmaktadır.“MaÄŸlubiyet gerçekleÅŸmiÅŸti. Harbi yapan kabine, hükümet mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endiÅŸe ve ıstırap vardı. Enver’in sesi hâlâ kulaklarımdadır. PadiÅŸaha kabinesinin istifasını götürecek Talat PaÅŸa’ya: ‘Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiye’ye o gelmelidir. Ondan baÅŸka orduyu toparlayacak kimse yoktur,’ diyordu.Evet onu tanıyanlar, Mustafa Kemal’i Harbiye Bakanı olarak görmek istiyorlardı, ama bu arada hükümet kurulmuÅŸ, Ekim ayının sonunda Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması da imzalanmıştı. Artık olanlar olmuÅŸtu. Mustafa Kemal de Ä°stanbul’a gelmiÅŸti. Åžimdi geliÅŸmeleri izleyelim:Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’yı ZiyaretMustafa Kemal 13 Kasım 1918’de Ä°stanbul’a gelince, doÄŸru Pera Palas Oteli’ne gitti, yerleÅŸti. En kısa sürede eski arkadaşı Rauf Orbay’la buluÅŸtu.Sadrazamlıkta bir ay kadar kaldıktan sonra istifa eden Ahmet Ä°zzet PaÅŸa henüz sadrazamlık konağından ayrılmamıştı. Çünkü sadrazamlığa atanan Tevfik PaÅŸa henüz meclisten güvenoyu almamıştı.Hükümet listesi meclise sunulmuÅŸtu; ancak henüz güvenoyu almamış olan Tevfik PaÅŸa’nın güvenoyu alması engellenebilir miydi? Böylece Ä°zzet PaÅŸa yeniden baÅŸbakanlığa getirilebilir miydi?Eldeki olanaklar kullanılarak, Ä°zzet PaÅŸa’nın tekrar hükümet kurması için çalışmalar yapılmalıydı.Ä°stanbul’a geliÅŸinin ertesi günü yoÄŸun olarak hükümet çalışmaları içine giren Mustafa Kemal, bir gün sonra, 15 Kasım 1918 Cuma günü, Cuma selamlığında PâdiÅŸah Vahdettin’le görüştü. PadiÅŸaha, hükümet konusunda yaklaşımda bulundu ise de, pâdiÅŸah o konulara girmek istemedi. Bu görüşme bir bakıma, cepheden yeni dönen Mustafa Kemal PaÅŸa’nın padiÅŸaha gelenek gereÄŸi baÄŸlılık gösterisinden ileriye geçemedi.Mustafa Kemal Kafasındaki Modeli PadiÅŸaha Anlatabilir mi?..Mustafa Kemal 18 Kasım 1918 Pazartesi günü mecliste yapılan oylamayla Tevfik PaÅŸa hükümetinin güvenoyu alacağı anlaşılınca, padiÅŸaha gidip olan biteni ve kafasındaki hükümet modelini içtenlikle anlatmak istiyor.Görüşme isteminin altında, PâdiÅŸah Vahdettin’le Almanya seyahati sırasında geliÅŸtirdiÄŸi yakın iliÅŸkiye olan güveni yatmaktadır. Ayrıca Vahdettin, çok kısa bir süre önce 22 Eylül 1918’de kendisine “olaÄŸanüstü hizmetleri ve 7. Ordu’yu imhadan kurtardığı için fahri (onursal) yaverlik†unvanını vermiÅŸtir. Bu nedenlerle, Vahdettin üzerinde etkili olabileceÄŸini sanmaktadır.Ancak en kısa sürede, belki de 24 saat içinde konuÅŸma olanağını elde edeceÄŸini sanan Mustafa Kemal’e dört gün sonrası için, 22 Kasım 1918 Cuma gününe, Cuma namazı sonrası Cuma selamlığında randevu verildi. Åžimdi olan biteni yine Mustafa Kemal’in anlatımından izleyelim:“Cuma selamlığına gittim; namazdan sonra oradaki salona davet eden Vahdettin’le, dışarıda dinleyenler tarafından çok uzun olarak yorumlanmış bir görüşmede bulunduk.Gerçekten görüşme, zaman itibârıyla uzun sürdü, ancak fikir alışveriÅŸi itibârıyla pek kısa olmuÅŸtur. Ben tahmin edebileceÄŸiniz temel üzerinde onu aydınlatmak ve uyarmak için giriÅŸ yaparken, o çok usta bir biçimde açıklamama öncelik aldı. Dedi ki:“Ordu Seni Çok Sever…â€- Ordunun kumandan ve subayları eminim ki, seni çok severler, bana güvence verir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir?Birdenbire böyle bir sorunun maksat ve anlamını kavrayamadım. Sordum:- Ordu tarafından aleyhinizde harekete ait bilgi ve özel istihbaratınız mı var, efendim?Gözlerini kapadı. Olumlu ya da olumsuz cevap vermedi, aynı soruyu tekrar etti. Cevap verdim:- Gerçekte, ben Ä°stanbul’a geleli birkaç gün oldu, buradaki durumu yakından bilmiyorum, fakat ordu kumandan ve subaylarında, zatı ÅŸahanenizle karşı karşıya bulunması için bir sebep olabileceÄŸini sanmıyorum.Çok belirsiz, üstü kapalı bir biçimde ilave etti:- Yalnız bugünden söz etmiyorum, bugünden ve yarından.Son cümle, bende bir kuÅŸku uyandırdı, demek ki yarın padiÅŸahın öyle bir hareket yapma olasılığı vardır ki, ordu vatansever kumandan ve subayları üzebilirler….PâdiÅŸah gözlerini açarken ayaÄŸa kalktı ve ÅŸu sözlerle görüşmeye son verdi:- Siz akıllı bir kumandansınız, arkadaÅŸlarınızı aydınlatıp yatıştıracağınıza eminim.Çok ümitsiz ve üzüntülü, fakat üzüntümün gerçek sebebini dahi anlayamamış halde Vahdettin’in salonundan çıktım.Ä°tiraf ederim ki, o anda bu bakışların manasını anlayamamıştım. Ancak bir iki gün sonra artık her sırrı öğrenmiÅŸtim. Bu geçen günler zarfında ne olmuÅŸtu, onu cümleniz bilirsiniz. Meclisi Mebusan feshedilmiÅŸti!â€Ä°LÄ°ÅžKÄ°LER ZÄ°NCÄ°RÄ°Mustafa Kemal, bir hafta on gün kadar kaldığı Pera Palas Oteli’nde, o kısa sürede çok yoÄŸundu. Bir yandan meclisteki siyasal giriÅŸimler, padiÅŸahı ziyaret, öte yandan eski arkadaÅŸlarıyla buluÅŸmalar… Bu arada Ä°ngiliz generalleriyle etkileÅŸimi ve bir Ä°ngiliz gazeteci ile görüşmesi önemlidir.Mustafa Kemal’in Pera Palas’ta kaldığı ilk günlerde diÄŸer bir grup Ä°ngiliz generali ile de bir iliÅŸki olasılığı doÄŸdu, ancak bu kez durum biraz deÄŸiÅŸikti. Mustafa Kemal o gece Pera Palas’ın restoranında masasında tek başına akÅŸam yemeÄŸini yemiÅŸ tam kahvesini ısmarlamak üzereyken, ÅŸef garson yanına geldi.- Affedersiniz paÅŸa hazretleri, biraz ötede Ä°ngiliz generalleri oturuyorlar. Sizi masalarına davet ediyorlar. Masamıza buyursun kahvemizi birlikte içelim diyorlar.Mustafa Kemal’in yanıtı şöyle oldu:- Onlara söyle, bizim geleneklerimize göre daveti ev sahipleri yapar. Onlar ÅŸimdi her ne kadar iÅŸgal kuvvetleri komutanları olsalar da bu ülkede yine misafirdirler. Burada ev sahibi benim. Geleneklerimize uysunlar, gelsinler ev sahibinin masasında, benim davetlim olarak kahvelerini içsinler, dedi.Mustafa Kemal’in bu sözlerini ÅŸef garson olduÄŸu gibi Ä°ngiliz generallere aktardı. Generaller bu yanıt karşısında masalarında kaldılar.Casus Rahip Frew ile GörüşmeÄ°stanbul’da Mustafa Kemal’in görüştüğü kiÅŸilerden birisi de Ä°ngiliz Rahip Frew’dü. Öncelikle Rahip Frew kimdir? Ona bakalım.Mütareke yıllarında Ä°ngiliz gizli servisinin önemli bir üyesi olarak Ä°stanbul’da çalışan Ä°ngiliz rahibi Frew çok etkiliydi; çok yetenekli ve azılı bir casustu.Mustafa Kemal, Rahip Frew ile, Ä°stanbul’daki Pera Palas Oteli Müdürü Mösyö Martin’in aracılığıyla iki kez görüştü. Bu görüşmelerde, Frew özellikle Ermeni tehciri (göç) konusu üzerinde durmuÅŸtur. Ä°ttihat ve Terakki’nin savaÅŸ sırasında, özellikle “tehcir†sırasında iÅŸlediÄŸi öne sürülen suçlardan sorumlu tutulması gerektiÄŸini belirtmiÅŸ; Mustafa Kemal’i bu noktada inandırma ve yönlendirme gayreti içerisine girmiÅŸtir.Öncelikle Rahip Frew ile yapılan görüşme için Mustafa Kemal’in anlatımına bakalım:Davet günü Madam Martin’in salonundayız. Biraz sonra ‘Mösyö Frew’ dediler, içeriye giren zat oturduÄŸum kanepenin soluna yerleÅŸti. Fransızca konuÅŸuyorduk:-Ben çoktan beri Türkiye’de yaÅŸayan bir ecnebiyim, diye söze baÅŸladı. Türkleri, daha doÄŸrusu Ä°ttihat ve Terakki idaresini bizzat gördüm. Ne fecidir efendim, bilirsiniz. Umumi harpte ÅŸahit olduklarımı tekrar etmekten utanırım. Belki de hepsini anlatsam, medeniyet alemi Türkiye’yi mahveder!â€Bu sözler üzerine Mustafa Kemal, konuÅŸmayı keserek ÅŸunları söyledi:“- Fakat, siz benimle görüşmek istemiÅŸsiniz. Bu hanım ve kocası aracılık ettiler. Sizinle konuÅŸmamın faydalı olacağını söylediler. Bana bunları söylemek için mi bu görüşmeyi istediniz?- Ä°ttihat ve Terakki’nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz, diye karşılık verdi.Mustafa Kemal yanıt verdi:- Ben Ä°ttihat ve Terakki’nin temsilcisi deÄŸilim.â€-Evet, Ä°ttihat ve Terakki’nin temsilcisi deÄŸilim. Fakat müsaadenizle söyleyeyim ki Ä°ttihat ve Terakki vatansever bir cemiyet idi. BaÅŸlangıcından çok az zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içerisinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aÅŸağılamalarınızı hak verdirecek bir nitelik almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir. Ama vatanseverliÄŸi, münakaÅŸaların üstündedir.Bu zatın bu buluÅŸmayı niçin istediÄŸini hâlâ anlamadım.Atatürk, Söylev’de Rahip Frew için “maceraperest bir Ä°ngiliz†nitelemesini yapmıştır, Ä°ngiliz Dostları DerneÄŸi’ni anlatırken “yapılan iÅŸ ve iÅŸlerden anlaşıldığına göre, derneÄŸin baÅŸkanı Rahip Frew idi,†demiÅŸtir.AÄŸustos 1918’de Ä°stanbul’da kurulan Ä°ngiliz Dostları DerneÄŸi’nin baÅŸkanı olan Rahip Frew, daha sonra elde edilen belgelere göre Ulusal KurtuluÅŸ Savaşı baÅŸlarında ortaya çıkan isyanların mimarlığını yapmıştır.Millî mücadele döneminde çıkan 21 önemli ayaklanmanın gerisinde bu derneÄŸin olduÄŸu belgelere baÄŸlanmıştır.Mustafa Kemal Pera Palas’tan AyrılıyorPera Palas, o dönemde Ä°stanbul’un en ünlü otelidir. Mustafa Kemal de Ä°stanbul’a geliÅŸinde hep bu otelde kalırdı. Henüz bir hafta on gün geçmiÅŸti ki, Pera Palas’taki durumundan tedirgin olmaya baÅŸladı. Ä°ÅŸgal subayları otelde cirit atıyorlardı. Davet edildiÄŸi halde iÅŸgal kuvvetlerinden Ä°ngiliz generallerin masasına gitmediÄŸi duyulmuÅŸtu, sık sık üzerinde düşman gözleri duyumsuyordu.Öte yandan, Pera Palas’ın fiyatı da yüksekti, parasal durum sürekli orada kalmasına olanak tanımıyordu. Mustafa Kemal’in ÅžiÅŸli’deki üç katlı eve taşınışı 8 Aralık 1918 Pazar günü ya da 16 Aralık Pazartesi günüdür.Bu durumda Pera Palas oteliyle Salih Fansa’lardaki kalışı toplam 24 ya da 33 günlük bir dönemi kapsamış olmaktadır. Bunun bir hafta on günü Pera Palas’ta, iki haftalık bir bölümü de Fansa’ların konağında geçmiÅŸ oluyor. Daha sonra ÅžiÅŸli’de Halaskargazi Caddesi’ndeki Ermeni vatandaşı Madam Kasapyan’ın evi, Fansa’ların aracılığı ile bulundu ve kiralandı.Mustafa Kemal, Ä°stanbul’a geldiÄŸinde bu aÅŸamada en yakın iliÅŸki içinde olduÄŸu kiÅŸiler Rauf Orbay, Ali Fethi Okyar, Ä°smet Ä°nönü ve Ä°smail Canbulat beylerdir.Rauf Orbay bu ilk dörtlerin (Mustafa Kemal, Ali Fuat, Ä°smail Canbulat, Rauf Orbay) mütarekenin ilk günlerindeki çalışmalarını şöyle anlatmaktadır:“Biz mustafa Kemal PaÅŸa, Ali Fethi ve Ä°smail Canbolat beylerle ben Ahmet Ä°zzet PaÅŸa’nın konağında verdiÄŸimiz karara uyarak tam bir ümitle… geceli gündüzlü çalışmaya koyulmuÅŸtuk.â€Bir baÅŸka yerde Orbay şöyle diyor:“En yakın ve mahrem arkadaÅŸları olarak yine Ali Fethi, Ä°smail Canbolat ve ben vardım. Hemen her gün buluÅŸur, toplanır, konuÅŸur, daha doÄŸrusu dertleÅŸirdik.Ä°smet Ä°nönü, o sırada Harbiye Bakanlığı müsteÅŸarlığı görevindeydi, ayrıca barış koÅŸullarını hazırlama komisyonuna baÅŸkanlık yapıyordu. Harbiye Bakanlığı’nda olup bitenden birinci elden bilgi sahibiydi, bu nedenle Mustafa Kemal’le sürekli görüşüyorlardı, ancak dikkat çekmemesi için de özen gösteriliyordu.BASINLA Ä°LÄ°ÅžKÄ°LERMustafa Kemal Ä°stanbul’da kaldığı 6 ay içerisinde basını hiçbir zaman ihmal etmedi, basınla iliÅŸkilerini belli bir düzeyde tutmaya çalıştı.Minber GazetesiMinber gazetesi, Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’nın imzalanmasından iki gün sonra, 1 Kasım 1918 Cuma günü yayınlanmaya baÅŸladı. Gazetenin kurucuları Fethi Okyar, Dr. Rasim Ferit Talay ve Mustafa Kemal’dir.Camilerde duaların okunduÄŸu ve öğütlerin verildiÄŸi yüksek ve merdivenli özel yere minber denir. Kürsü anlamına gelen Minber de bu çok zor koÅŸullarda kamuoyunu aydınlatmak ve oluÅŸturmak amacını taşıyordu. Gazetenin adını Mustafa Kemal koymuÅŸtu. Gazetede baÅŸyazıları Fethi Okyar yazacak ve gazeteyi Dr. Rasim Ferit Bey yönetecekti.17 Kasım 1918 Pazar günü Minber daha etkin bir biçimde siyasî olayların içine giriyor ve baÅŸbakanlığa yeni atanmış olan Tevfik PaÅŸa hükümetini ÅŸiddetle eleÅŸtiriyordu.Aynı günkü gazetede “Mustafa Kemal PaÅŸa ile Mülakat (Görüşme)†baÅŸlığı altında yapılan uzun bir söyleÅŸiye yer verilmiÅŸti. Bu söyleÅŸide, Mustafa Kemal “Arıburnu ve Anafartalar’daki büyük savaÅŸların biricik kahramanı†ve baÅŸkent Ä°stanbul’u kurtaran kiÅŸi olarak nitelenmiÅŸti.Bu söyleÅŸi ile günün koÅŸullarında, gerek saraya gerekse kamuoyuna mesajlar veriliyordu.Minber’in yazılarında baÅŸbakanlığa atanmış olan Tevfik PaÅŸa yıpratılırken genç general Mustafa Kemal ileri görüşlü, devlet adamı niteliklerine sâhip bir asker olarak tanıtılıyor, kurulabilecek olan yeni bir hükümette etkili bir savaÅŸ bakanı olarak gösterilmek isteniyor, kamuoyu yaratılıyordu. Aslında Minber hükümeti bunaltmak ve çekilmesini saÄŸlamak için ciddi ve sürekli bir kampanya baÅŸlatmıştı.Ä°stanbul’da kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti, ABD BaÅŸkanı Wilson’un I. Dünya Savaşı sonrası ortaya arttığı ilkeleri amaç edinerek kurulmuÅŸtu. Bu cemiyette o günlerin hemen tüm ünlüleri yer almıştı. Halide Edip, Dr. Celal Muhtar, Ali Kemal, Refik Halit gibi o günün önemli yazarları yönetim kuruluna getiriliyor.Dernek Türkiye için Amerikan mandacılığının da öncülüğünü yapıyordu. ABD BaÅŸkanı Wilson’a gönderilen mektupta, Türklerin çoÄŸunlukta olduÄŸu bölgelerin Türkiye’den koparılmasına karşı çıkılıyor ve Türkiye kendi ayakları üzerinde durabilecek bir duruma gelinceye kadar (15 yıl) Amerikan mandaterliÄŸi isteniyordu.Ahmet Emin Yalman, bu derneÄŸin Halide Edip’in giriÅŸimiyle kurulduÄŸunu belirtir.Çok ilginçtir ki, Wilson Prensipleri DerneÄŸi bütün basında olumlu karşılanırken, bu giriÅŸime sâdece Minber hemen karşı çıktı. 7 Aralık 1918 günü Minber’deki Wilson Prensipleri DerneÄŸi’ne sert bir dille çatan baÅŸyazı: “Temelsiz Bir Bina: Wilson Prensipleri DerneÄŸi†baÅŸlığını taşıyordu.Bu kadar ünlü kiÅŸinin kurduÄŸu bir dernek ortada, umutsuzluk var ve kurtuluÅŸ için ufukta hiçbir belirti görünmüyor, ama Mustafa Kemal bu düşünceye ÅŸiddetle karşı çıkıyordu.1919 Aralık ayının 11, 13 ve 17. günleri yayınlanan Minber’in birçok yerinin beyaz çıktığı ve sansüre uÄŸradığı görülmektedir.20 Aralık 1918’de Minber yine kamuoyu yaratmak ve ulusa umut vermek için “Hükümet ve millet el ele vererek tarihimizde misli görülmemiÅŸ bu buhranlı günleri aÅŸmaya mecburuz. Milletin meselelere sâhip çıkışı umut vericidir,†diyordu.Ne yazık ki, Minber sansürün ve mali durumun baskılarına dayanamadı ve 20 Aralık 1918’de son sayısını çıkararak yayınına son verdi. Zâten bir gün sonra da Osmanlı Mebusan Meclisi pâdiÅŸah tarafından kapatıldı.DiÄŸer Gazetelerle Ä°liÅŸkilerMustafa Kemal, Ä°stanbul’da yayınlanan diÄŸer gazetelerle de iliÅŸkisini sürdürdü. Zaman ve Vakit gazetelerine verdiÄŸi demeçlerle halkın umutsuzluÄŸunu gidermek ve kamuoyu yaratmak yollarını denedi.Mustafa Kemal, gerektiÄŸinde kimi gazetelere sert yanıtlar da verdi, kimi gazetelerle dava açacak derecede kavgalar da yaptı. Ä°leriki sayfalarda, yeri geldiÄŸinde tüm bu olaylar ve iliÅŸkiler üzerinde durulacaktır.GÜÇ DENGESÄ° VE SÄ°YASAL GÄ°RİŞİMLERMondros AteÅŸkesi’nden sonra, Ä°stanbul’daki siyasal güç dengesi temel olarak dört noktaya dayanıyordu:1. PâdiÅŸah, 2. Hükümet, 3. Meclis ve 4. Ä°ÅŸgal kuvvetleri. Bunlara ilave olarak siyasî partiler ve çeÅŸitli platformlar vardı.Siyasal açıdan öncelikle pâdiÅŸah ve meclisi ele alalım.PâdiÅŸah ve MeclisÄ°ngiliz iÅŸgal gücü komutanı ve siyasal komiserinin pâdiÅŸah üzerindeki baskısının giderek yoÄŸunlaÅŸması sonunda meclis 21 Aralık 1918’de kapatıldı.Mecliste kısıtlı da olsa kimi konularda milletvekillerinin düşüncelerini dile getirebilmeleri, hükümete karşı güven oylaması düzenek ve araçlarının çalıştırılabilmesi meclisin kapatılmasıyla tamamen ortadan kalkıyor, böylece hükümetlerin oluÅŸması tamamen padiÅŸahın istek ve iradesine kalmış oluyordu.PâdiÅŸah aynı zamanda kutsal alanı etkileyen halife kimliÄŸi nedeniyle de ağırlık taşıyordu.Ä°ÅŸgal Kuvvetleri Silahlı iÅŸgal kuvvetleri güçleri Ä°ngiliz, Fransız ve Ä°talyan askeri varlığından oluÅŸuyordu. Etkin ve belirleyici güç Ä°ngilizlerdi.Mustafa Kemal, Ä°stanbul’da kaldığı altı ay süresince padiÅŸahla altı kez görüşmüştür.Ãœzerinde durulması gereken nokta, padiÅŸahla yapılan görüşmelerde Mustafa Kemal geleneksel nezaket kurallarına son derece baÄŸlı kalmış ve padiÅŸaha saygılı olmuÅŸtu. Böylelikle kendisi hakkında hiçbir kuÅŸkuya yer bırakmayacak bir tavır sergilemiÅŸti. Bu genel davranış, kuÅŸkusuz Atatürk’e Samsun’a gidiÅŸ görevinin veriliÅŸinde son derece yararlı ve etkili olmuÅŸtu.PadiÅŸahın özellikle iki noktada Mustafa Kemal’e karşı tam bir güveni oluÅŸmuÅŸtu.Birincisi Mustafa Kemal Almanlara karşıydı. Gerek Almanya seyahatinde, gerekse I. Dünya Savaşı sürerken Alman subaylarına karşı takındığı tavırlar ve yazdığı eleÅŸtirel raporlar ilgililer tarafından çok iyi biliniyordu.Ä°kincisi Mustafa Kemal aynı zamanda Ä°ttihat ve Terakki’nin askeri lideri, Enver PaÅŸa’ya karşıydı, bu da çok iyi biliniyordu.Bu iki önemli karşıtlık, padiÅŸahla Mustafa Kemal’i o belirli zaman kesitinde, bu konulardaki düşünce çizgisinde birleÅŸtirmiÅŸti. Çünkü pâdiÅŸah da Almanlara ve Ä°ttihat ve Terakki’ye ÅŸiddetle karşıydı, Osmanlı devletinin bu savaÅŸtaki yenilgisini Almanlarla çok sıkı iliÅŸkiler kuran ve Osmanlı’yı savaÅŸa sokan Ä°ttihat ve Terakki’ye baÄŸlıyordu.Ä°ngilizlerle Ä°liÅŸkilerÄ°ngilizlerle iliÅŸkiler iki noktada görülür. Basına yaptığı açıklamalarda Ä°ngilizleri tam olarak karşısına almamak ve olanaklar çerçevesinde kimi Ä°ngiliz yetkili kiÅŸilerle görüşmeler yapmak… Ä°ÅŸte Mustafa Kemal’in mütareke Ä°stanbul’unda izlediÄŸi ince politika buydu.Ä°ngilizler için kabul edilmezlik, Ä°ttihat Terakki üyesi olmak, Almanlara yakın olmak, Ermeni göç ettirme (tehcir) uygulamasında yer almak gibi üç önemli nedene baÄŸlıydı. Mustafa Kemal’in durumu bu üç noktaya da uymuyordu.Ä°ngilizler çeÅŸitli denemelerden sonra padiÅŸahın Ä°ngiliz yanlısı tutumuna kesinkes inanmışlardı. PadiÅŸah da bu konuda Ä°ngilizlerle sürekli iliÅŸki içerisindeydi.Ä°ttihat ve Terakki’nin KapanmasıMondros AteÅŸkesi’nin imzalanmasından bir gün sonra 1 Kasım 1918 günü Ä°ttihat ve Terakki’nin olaÄŸanüstü kongresi toplandı. Yakın zamanlara kadar, Osmanlı devletine egemen olan partinin artık son kongresiydi.Talat PaÅŸa söz alarak, partinin bir tarihçesini sundu ve sözlerini şöyle baÄŸladı: “Vaziyetin aldığı ÅŸekil üzerine Ä°ttihat ve Terakki hükümeti, iktidar mevkiini terk ettiÄŸi gibi, Cemiyet liderleri de istifa ediyorlar.†Bu noktada Talat PaÅŸa delegelere seslenerek kongrenin gelecek için de karar vermesini de istedi.Ä°ttihat ve Terakki’nin kongre çalışmaları sürerken, üçüncü günü Talat, Enver ve Cemal paÅŸaların yurtdışına kaçtığı haberi kongrede ve tüm ülkede bomba etkisi yaptı.Ne var ki, Ä°ttihat ve Terakki liderleri Talat, enver ve Cemal paÅŸaların yurtdışına kaçmaları, Ä°ttihat ve Terakki’nin görkemli geçmiÅŸine büyük bir darbe vurmuÅŸ, “İttihatçılık†ülkeyi savaÅŸa sürükleyen anlayışı da aÅŸarak, birçok kesimde bir tür “vatan hainliÄŸi†olarak nitelenmeye baÅŸlamıştı.Böyle bir ortamda, Mustafa Kemal, politikanın içindeymiÅŸ gibi bir görünüm vermek istememiÅŸti. O, partiler üstü bir kiÅŸilik, savaÅŸ kazanmış bir komutan olarak Harbiye bakanı olmak istiyordu.Hürriyet ve Ä°tilafÄ°ttihat ve Terakki’ye tam karşıt olan siyasal kuruluÅŸ Hürriyet ve Ä°tilaf Fırkası’dır. Bu partinin kurucuları Dr. Rıza Nur, Damat Ferit PaÅŸa, Amasya mebusu Ä°smail Hakkı PaÅŸa, Tokat mebusu Mustafa Sabri Efendi gibi kiÅŸilerdi. Partinin etkin olarak toparlanması Ocak 1919 ortalarından sonra gerçekleÅŸmiÅŸtir. Partinin baÅŸkanlığına Damat Ferit PaÅŸa getirilmiÅŸti.Hürriyet ve Ä°tilaf Partisi, Ä°ttihat ve Terakki kadrolarını ve düşüncesini ortadan kaldırmayı temel amaç olarak benimsemiÅŸti.Mütareke döneminde, Ä°ttihat ve Terakki’nin giderek zayıflaması nedeniyle parti politik alanda tek başına kalmıştı; üstelik pâdiÅŸah tarafından da destekleniyordu.Millî Kongre’nin Toplanması70 kadar dernek ve sivil örgüt kuruluÅŸundan ikiÅŸer temsilcinin katılması ile 29 Kasım 1918’de partiler üstü bir kuruluÅŸ olarak ortaya çıkan Millî Kongre, bugünkü deyimiyle bir “düşünce platformu†niteliÄŸindeydi. “Kuvayı Milliye†deyimi ilk kez bu kuruluÅŸ tarafından kullanılmıştır.O dönemde herkes umutsuz, herkes kendine göre bir çare üretmeye çalışıyor… 11 Aralık 1918’de Millî Kongre, yayınladığı bildiride “bilumum anasır-ı Osmaniyeâ€nin bugünkü dille “tüm Osmanlı unsurlarının†ülkenin çıkarları doÄŸrultusunda birleÅŸmesini amaç olarak ortaya koymuÅŸtu.Ä°ngilizler ve pâdiÅŸah Millî Kongre’nin çalışmalarından hoÅŸlanmadılar. Zâten Millî Kongre’nin toplanmasını saÄŸlayan Dr. Esat PaÅŸa sonraları (18 Mayıs 1919) tutuklandı. Burada belirtmekte yarar vardır ki, Millî Kongre’ye baÄŸlı üyelerin önemli bir bölümü sonradan millî mücadeleye katılmıştır.Teali-i Ä°slam (Ä°slamın Yükselmesi) ve Tarik-i Salah (Dine BaÄŸlılık Yolu) CemiyetleriBu cemiyetler, temelde dine dayanan bir siyaset güdülmesini isteyen kuruluÅŸlardır.19 Åžubat 1919’da Ä°skilipli Mehmet Atıf Efendi’nin baÅŸkanlığında medrese mensupları tarafından kurulan Teali-i Ä°slam Cemiyeti’nin tüzüğünde “Halifelik ve saltanatı kurtarıp hürriyete kavuÅŸturmak için bütün Müslümanların birleÅŸmesi†isteniyordu.Bu dernek din-devlet iÅŸbirliÄŸini savunuyor ve Hürriyet ve Ä°tilaf Partisi’ni destekliyordu, sonraları da “millî mücadeleâ€ye karşı tavır aldı.Mütareke sırasında, özellikle Ä°slam ve Ä°slam Federasyonu’na önem veren akımlar gözde idi. Buna göre, “Türkiye’nin merkezini oluÅŸturacağı bir Ä°slam federasyonunun yaratılması†isteniyordu.Mustafa Kemal tüm bu kuruluÅŸları titizlikle izliyor, bu kuruluÅŸlara katılmıyor, ancak bu kuruluÅŸlardan ulusal bağımsızlık mücadelesinde yararlanma yollarını arıyordu.ARALIK 1918Ali Fuat Cebesoy’un Ä°stanbul’a GeliÅŸiAli Fuat Cebesoy Adana’da Mustafa Kemal’in kendisine verdiÄŸi talimatları yerine getirdi. Orada bir jandarma kadrosu oluÅŸturdu, Adana bölgesinde direniÅŸ yuvalarının hazırlığına girdi. Ulusal savaşın eylemli olarak ilk hazırlıklarına baÅŸladı.Cebesoy’un Aralık baÅŸlarında “sıtma†(tropika) hastalığı tekrarladı, saÄŸlık nedeniyle Ä°stanbul’a dönmek zorunda kaldı ve 20 Aralık 1918’de Ä°stanbul’a vardı.Temel TespitlerMustafa Kemal ve yakın arkadaşı Ali Fuat PaÅŸa Adana’da yaptıkları önemli toplantıdan hemen hemen bir buçuk ay sonra bu ilk karşılaÅŸmalarında sabahın ilk saatlerine kadar konuÅŸup uzun uzun hasret giderdiler. O gece (20 Aralık 1918) yapılan genel deÄŸerlendirmede aÅŸağıdaki temel tespitlere varıldı:* Ä°ÅŸgalciler Mondros AteÅŸkesi’nin 7. maddesini diledikleri gibi ve kendi yararlarına göre yorumlamaktaydılar.* Ä°ÅŸgal kuvvetleri ordudaki terhisleri çabuklaÅŸtırmak, depolardaki silâh ve savaÅŸ malzemelerini bir an önce ele geçirmek için giriÅŸimlerine hız vermiÅŸlerdi.* Ä°ÅŸgalciler her istediklerini hükümete kabul ettirmekteydiler.* PâdiÅŸah ve hükümet de onlara uyan bir tavır içindeydi.Bu temel tespitlerden sonra, güneÅŸin ilk ışıkları sökerken “yegane kurtuluÅŸ yolunun, bir millî mukavemet (direniÅŸ) hareketi yaratmak†olduÄŸuna karar verdiler.Bu nasıl gerçekleÅŸecekti? Bunun için “ordu ile millet el ele vermeli ve beraberce hareket etmeli idi.†Ali Fuat PaÅŸa bu “millî direniÅŸin†yaratılması için aÅŸağıda belirtilen temel kararları aldıklarını belirtiyor.Temel Kararlar1- Ordunun terhisini durdurmak,2- Vatanın savunmasında en gerekli olan silâh, cephane ve teçhizatı düşmana vermemek,3- Genç ve yetenekli kumandanları kıtaları başında bulundurmak, Ä°stanbul’dakileri de Anadolu’ya yollamak,4- Millî direniÅŸe taraftar idare amirlerinin yerlerinde bırakılmasını temin etmek.Ä°ki Önemli KonuÄ°ki yakın arkadaÅŸ bu “millî direniş†yolunu açabilmek için iki önemli konuyu çözmenin zorunluluÄŸuna inandılar.1- Ya hükümeti devirmek, yeni bir hükümet kuruluÅŸunu saÄŸlamak,2- Ya da “millî mukavemete†taraftar bir Harbiye ve Dahiliye nazırını iÅŸbaşına geçirmek.Ali Fuat PaÅŸa bu iki konuda aÅŸağıdaki yargıya vardıklarını belirtiyor:Birincisi ÅŸimdilik imkansız gibi görünüyordu.Ä°kincisini gerçekleÅŸtirmeye çalışacaktık. Meselâ Mustafa Kemal PaÅŸa’nın Harbiye nazırlığını deruhte etmeleri (üstlenmeleri) pek uygun olurdu.Meclisin KapatılışıMondros AteÅŸkesi’nden sonra, Osmanlı Millet Meclisi ancak 50 gün kadar yaÅŸayabildi ve 21 Aralık 1918’de meclis pâdiÅŸah tarafından feshedildi, kapatıldı.Önce Ä°ngilizlerin Karadeniz Kuvvetleri Komutanı General Milne kalabalık kurmay kuruluÅŸla Ä°stanbul’a geldi. Onu Fransızlar, Ä°talyanlar ve az sayıda da Yunanlılar izledi.General Milne, HaydarpaÅŸa Garı’nı, HaydarpaÅŸa’dan EskiÅŸehir’e kadar tüm demiryollarını ve Karadeniz’de Samsun ve Batum limanlarını denetim altına aldı.Meclisin dağıtılması kuÅŸkusuz en fazla yabancı iÅŸgal güçlerini memnun etmiÅŸti. Çünkü artık, meclisi sindirmek ve onu etkilemek yerine sâdece padiÅŸahı etkilemek daha kolaydı.PâdiÅŸah yabancılarla zâten doÄŸrudan iletiÅŸim içersindeydi. Özellikle Hazine-i Hassa (padiÅŸahın hazinesi) Müdürü Refik Bey kanalıyla yabancı gizli servis elemanları randevu almak gibi protokol kurallarını aÅŸarak Vahdettin’le görüşüyorlardı.Meclis BaÅŸkanı Halil MenteÅŸe anılarında şöyle yazıyor: “O günlerde Vahdettin rahatsızlığı nedeniyle hareme çekilmiÅŸ, arzu etmediÄŸi ziyaretçileri kabul etmiyordu; fakat harem kapısından geceleri Papaz Frew’ü, Hoca Sabrileri, Ali Kemal’leri kabul ediyordu.â€â€˜Bize Baskı ile Meclisi Dağıttırdılar’Meclisin dağıtılmasından bir ay kadar geçtikten sonra pâdiÅŸah, baÅŸkatibi Ali Fuat Türkgeldi’ye 27 Ocak 1919’da şöyle sızlanır:“Yabancılar pek acımasız. Gece gündüz çektiÄŸimi bir Allah bilir, bir ben bilirim; bize baskı ile millet meclisini dağıttırdılar. Düşüncelerini sezdirme ile deÄŸil âdeta açıktan açığa belirtiyorlar. Ben meÅŸruti bir hükümdar olduÄŸum halde sözde mutlak hükümdar imiÅŸim gibi davranışta bulunuyorlar ve doÄŸrudan doÄŸruya bana baÅŸvuruyorlar.â€PâdiÅŸah Vahdettin’in bu sözlerinden meclisin kapatılmasında birinci derecede Ä°ngilizlerin baskılarının etkili olduÄŸu açıkça anlaşılmaktadır.PâdiÅŸah ve Mustafa Kemal GörüşmesiMustafa Kemal, meclisin dağıtılmasından bir gün önce 20 Aralık 1918 günü, Cuma selamlığından sonra pâdiÅŸah tarafından kabul edildi. Görüşme uzun sürdüğü için, bekleme odasına dönünce Mustafa Kemal bekleyenlerin soru dolu bakışlarıyla karşılaÅŸtı.Bir söylenti de etrafta dolaÅŸtı. PâdiÅŸah bu meclisi kapatma konusunda Mustafa Kemal’e danışmış, kendisini ve arkadaÅŸlarını baÅŸa getirecek bir model için Mustafa Kemal bu öneriyi desteklemiÅŸ ve ordunun da bu giriÅŸimi destekleyeceÄŸine söz vermiÅŸ…Lord Kinross, bu görüşün doÄŸru olmadığını belirtiyor ve “Mustafa Kemal’e kalsa, buna çoktan razıydı. Ancak sultanın tasarısı bambaÅŸkaydı. Meclisi dağıtmaya gerçekten kararlıydı. Ne var ki amacı, orduyu deÄŸil, Ä°tilaf devletlerini hoÅŸnut etmekti. Sultan, kaderini, iÅŸgal kuvvetleriyle birleÅŸtirmeye karar vermiÅŸti,†diyor.Mustafa Kemal ve arkadaÅŸları aslında meclisin açık kalmasını özellikle istiyorlardı. Mecliste cılız da olsa bir karşı durma sergilenebiliyordu, ulusalcı bir düşünce açıklanabiliyordu, çok küçük de olsa hükümeti deÄŸiÅŸtirme olanakları yaratılabilirdi.İç HesaplaÅŸma-Kitap Yayınlama21 Aralık’ta meclisin kapatılması, Mustafa Kemal ve arkadaÅŸlarının hükümette yer almak konusundaki giriÅŸimlerinin sonuçsuz kalışı, Mustafa Kemal’i bir iç hesaplaÅŸmaya yöneltti; çıkış yolu bulmakta zorlanıyorlardı.Bu iç hesaplaÅŸma döneminde Mustafa Kemal’in Sofya’da yazdığı Zabit ve Kumandan ile Hasbihal (SöyleÅŸi) adlı kitabını yayınladığını görüyoruz. Ayrıca, Mustafa Kemal, ÅžiÅŸli’deki evde boÅŸ zamanlarında Anafartalar Muhaberatına (SavaÅŸlarına) Ait Tarihçe adlı kitabını da yazmaya baÅŸladı.Aralık 1918 sonlarına doÄŸru yayınlanan Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, önemli bir kitaptır. Bu kitap, Mustafa Kemal’in askerlikle ilgili temel düşüncelerini de ortaya koyuyordu. Kitapta çalışmayan, okumayan eski Osmanlı subaylarından örnekler verilerek kıyasıya eleÅŸtirilmesi, kitabı okuyan genç kurmay subaylar üzerinde olumlu izler bırakıyor. Mustafa Kemal’e karşı takdir ve hayranlık duygularının oluÅŸmasına neden oluyordu.Ä°KÄ°NCÄ° SÄ°YASAL GÄ°RİŞİMMUSTAFA KEMAL NEDEN HARBÄ°YE BAKANI OLMAK Ä°STÄ°YORDU?SavaÅŸ bakanlığını neden ısrarla istediÄŸini, Atatürk’ün kendi söylemiyle verelim:“Ben barışın çabuk gelmeyeceÄŸini biliyordum. Barışa kadar çok bunalımlı durumlar karşısında kalacaktık. Ä°ÅŸte bu sıralarda vatana ciddi hizmetlerde bulunabileceÄŸim düşüncesindeydim.â€Bu düşünceyi şöyle geliÅŸtirebiliriz: O günkü koÅŸullarda Mustafa Kemal’in siyasal iktidarda güç elde etmesinin tek yolu SavaÅŸ bakanlığına gelmesiyle mümkündür. O günün olaÄŸanüstü koÅŸullarında etkin olabilmek için, iktidar olmak için:“…Enver PaÅŸa’nın yaptığı gibi, aynı zamanda orduyu da, padiÅŸahı da elde tutabilmek ÅŸarttı. Orduya komuta eden bir SavaÅŸ bakanı padiÅŸaha da söz geçirebilir, böylece vatanın parçalanması engellenebilir, ulusal çıkarlar korunabilirdi.â€Mustafa Kemal’e göre, Osmanlı devleti zâten halkı Türk olmayan topraklardan vazgeçmiÅŸti. Balkanlar çoktan kopmuÅŸtu. Arap Yarımadası, Mekke, Medine, Filistin, Irak ve Suriye kaybedilmiÅŸti. Bu durumda, Türklerin çoÄŸunlukta olduÄŸu Anadolu ve Trakya’daki topraklar üzerinde, Türk devleti varlığını sürdürmeliydi.Güçlü hükümet, o günlerin koÅŸullarında güçlü bir Harbiye nazırı gerektiriyordu. Böylece iÅŸgalciler bir noktada durdurulabilirdi. Mustafa Kemal kuÅŸkusuz, bu durum deÄŸerlendirmesini bütün arkadaÅŸlarıyla paylaşıyordu.Bu konuda pek çok düşünce ileri sürülmüştür. Bize göre alçakgönüllü ve mantıklı olanı, kendisi de bir asker olan, Anadolu Ä°htilali adlı önemli yapıtın yazarı Sabahattin Selek’in öne sürdüğü olasılıklardır. Selek’e göre Mustafa Kemal Harbiye bakanlığına getirilmiÅŸ olsaydı; en azından aÅŸağıdaki konularda etkin olunurdu:1. AteÅŸkes antlaÅŸması hükümleri bu derece, her tarafa çekilebilen esneklikte olmazdı.2. Ordu içinde sevilen Ahmet Ä°zzet PaÅŸa hükümetinin istifası önlenebilirdi.3. Ordunun kısa bir sürede dağılıp iskelet haline gelmesi önlenebilirdi.Mustafa Kemal hükümetin içinde olsaydı, Ä°ngilizler ateÅŸkes hükümlerinin uygulanması karşısında ılımlı, her denilene evet diyen bir SavaÅŸ bakanı yerine itiraz eden, direnen bir bakan görürdü; ordular terhis edilmez, orduların araç ve gereçleri özellikle subay ve askerleri bir biçimde Anadolu içlerine gönderilirdi. Böylece, Anadolu’nun iç kesimlerinde bir direniÅŸ örgütünün kuruluÅŸ ve geliÅŸmesi hızla ve kolaylıkla saÄŸlanırdı.Cumhuriyet’in kuruluÅŸundan sonra cumhurbaÅŸkanlığı genel sekreterliÄŸi görevlerini yapmış olan Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri adlı kitabını yazarken, Atatürk’le uzun görüşmeler yapma olanağı bulmuÅŸtu. Bu görüşmelerin birinde, konu Atatürk’ün Ä°zzet PaÅŸa hükümetinde yer almak istemesine geldi.Bayur:-Ä°stediÄŸiniz olsaydı ne yapardınız? Diye sordu.Atatürk’ün yanıtı açık ve kesindir.“PâdiÅŸah ve hükümeti alıp Anadolu’ya çekilir, mütareke (bırakışma) ve barış görüşmelerini oradan idare ederdim,†demiÅŸti.Mustafa Kemal’in gerek 1920 Nisan ayı baÅŸlarında Yunus Nadi ile gerekse daha sonra Yusuf Hikmet Bayur’la yaptığı konuÅŸmalardan çıkan sonuç ÅŸudur:* Mustafa Kemal I. Dünya Savaşı galiplerinin sâdece Ä°stanbul’u deÄŸil tüm yurdu iÅŸgal edeceklerini biliyordu ve görüyordu.* Önlemleri baÅŸtan almak istiyordu.* SavaÅŸ bakanı olarak iÅŸgallere kesin karşı durmak ve boyun eÄŸmeden müzakere yapmak stratejisini izlemek istiyordu.* Tüm bu önlemler baÅŸarılı olamazsa padiÅŸahı Anadolu’ya geçirmek ve ulusal savaşı padiÅŸahla birlikte baÅŸlatmak istiyordu.‘Mustafa Kemal Ä°nÅŸallah Afiyettedirler’Atatürk’ün Anadolu’daki giriÅŸimlerini engellemek için 12 Ocak 1920’de son Osmanlı mebusan meclisi Ä°stanbul’da yeniden toplantıya çağırıldı. Bu meclise Hakkari milletvekili sıfatıyla katılmak için Ankara’dan Ä°stanbul’a gelen Mazhar Müfit Bey hiç de beklemediÄŸi halde, bir gün Vahdettin tarafından saraya davet edildi. KuÅŸkusuz padiÅŸah, eski Bitlik Valisi, Sivas Kongresi’nde Temsil Heyeti üyeliÄŸine seçilen Mazhar Müfit Bey’in Mustafa Kemal’in çok yakınında olduÄŸunu biliyordu. Davet bir bakıma, padiÅŸah tarafından Mustafa Kemal’e bir mesaj gönderilmesi düşüncesini de içeriyordu.Vahdettin, “Allah sizden razı olsun, vatan ve milleti ve saltanatı ve hilafeti kurtardınız. Mustafa Kemal PaÅŸa hazretleri inÅŸallah afiyettedirler. Ä°stanbul’a teÅŸrif etmeyecekler mi? kendisiyle mülakata hasretim,†dedi.PadiÅŸah, Mazhar Müfit Bey’e sordu: “Beyefendi, düşmandan memleketimizi kurtarmak için ne gibi çare düşünüyorsunuz?†Mazhar Müfit bu soruya “Efendimizin Anadolu’ya hatta Bursa’ya kadar teÅŸrifleriyle mesele hallolur,†diyerek yanıt verdi. Vahdettin bu kez: “Ne suretle?†diye karşılık verdi.Mazhar Müfit Bey padiÅŸahın bu sorusunu şöyle yanıtladı:“Çünkü halk padiÅŸahlarını baÅŸlarında görürse bir kıyam-I umumi (genel bir ihtilal) olur ki düşman buna dayanamaz.â€Vahdettin bu yanıtı alınca, birden hiddetlendi, sert bir tavırla ayaÄŸa kalktı ve: “Beyefendi, ulu atalarımızın baÅŸkentinden bana firar mı teklif ediyorsunuz?†dedi.Mazhar Müfit “Hayır, milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında ecdad-ı zatıınız gibi milletin başına geçmenizi teklif ediyorum.†Bu sözleri iÅŸitince de padiÅŸah başını çevirdi, denize bakmaya baÅŸladı. Bu, görüşmenin bittiÄŸi anlamına geliyordu.Mazhar Müfit Bey, Atatürk’ün onayı olmadan böylesine önemli bir konuda padiÅŸaha Anadolu’ya geçmesi için öneride bulunabilir miydi? KuÅŸkusuz hayır. Bu konunun aralarında konuÅŸulduÄŸu anlaşılıyor.Tarih DeÄŸiÅŸik YazılacaktıMustafa Kemal mütareke sırasında SavaÅŸ bakanlığına gelseydi, belki de tarihin gidiÅŸi deÄŸiÅŸecekti. Hele PadiÅŸah Vahdettin’i Anadolu’ya geçirebilseydi, Osmanlı devleti yönünden tarih çok deÄŸiÅŸik yazılmış olacaktı. SavaÅŸ bakanı olsaydı bile, padiÅŸahı Anadolu’ya geçirmesinin mümkün olamayacağı ileriye sürülebilir. Bu olasılık da çok güçlüdür, ama o zaman Mustafa Kemal Harbiye bakanı olarak daha erken ve daha kolaylıkla Anadolu’ya geçebilecekti.MUSTAFA KEMAL’İN PADÄ°ÅžAH VAHDETTÄ°N’LE GÖRÜŞMELERÄ°Mustafa Kemal, Ä°stanbul’da kaldığı 6 ay içinde PadiÅŸah Vahdettin’le altı kez görüşmüştür.Birinci Görüşme: Mustafa Kemal’in Ä°stanbul’a geliÅŸinden iki gün sonra 15 Kasım 1918 tarihinde gerçekleÅŸti. Bu görüşme, Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları komutanı olarak Ä°stanbul’a dönüşünün ilk Cuma günü, cepheden iki gün önce dönen bir komutanın padiÅŸaha olan saygı ve baÄŸlılığını belirten bir ziyarettir.Ä°kinci Görüşme (22 Kasım 1918): Bu görüşme meclisteki güven oylamasındaki yenilgiden sonra gerçekleÅŸti. Vahdettin konuyu baÅŸka mecralara sokmuÅŸ, “Ordunun komutan ve subaylarının sizi çok sevdiklerinden eminimâ€, diye söze baÅŸlayarak konuyu Mustafa Kemal’den “güvence†almaya getirmiÅŸti. Böylesi bir güvence alma isteÄŸi, Vahdettin’in genç ordu komutanlarının kendisine ya da saltanata karşı bir giriÅŸimde bulunacakları kuÅŸkusunu taşıdığını göstermekteydi.Üçüncü Görüşme (29 Kasım 1918): Mustafa Kemal yanında Bahriye bakanı Ali Rıza PaÅŸa olduÄŸu halde 29 Kasım 1918 Cuma günü PadiÅŸah Vahdettin ile görüşmüştür. Ancak bu görüşmenin ayrıntıları hakkında herhangi bir belge yoktur.Dördüncü Görüşme (20 Aralık 1918): Bu görüşme son derece önemlidir. Çünkü bir gün sonra 21 Aralık 1918 Cumartesi günü Osmanlı mebusan meclisi padiÅŸahın bir fermanı ile dağıtıldı.BeÅŸinci ve Altıncı Görüşmeler: Samsun’a hareket etmeden bir gün önce 15 Mayıs 1919 PerÅŸembe ve hareket edeceÄŸi 16 Mayıs 1919 Cuma günü padiÅŸahla yaptığı görüşmeleri ileride Samsun’a Hareket Ederken baÅŸlığı altında ayrıntılı olarak inceleyeceÄŸiz.MÃœTAREKE Ä°STANBULUÄ°stanbul’da YaÅŸamMütareke dönemi, Ä°stanbul’un eylemli olarak iÅŸgal edildiÄŸi 13 Kasım 1918 tarihi ile iÅŸgal güçlerinin kenti resmen terk ettiÄŸi 6 Ekim 1923 arasını, yaklaşık 5 yıllık bir zaman dilimini kapsar. Bu zaman dilimindeki Ä°stanbul’un yaÅŸamı “mütareke Ä°stanbulu†olarak adlandırılır. Ä°ÅŸte bu dönemin ilk altı ayında, Atatürk bu mütareke Ä°stanbul’unda yaÅŸadı.Atatürk hakkında tartışmalı Bozkurt adlı kitabıyla tanınan Ä°ngiliz yazar Armstrong bile bakınız o günlerin Ä°stanbul’unu nasıl anlatıyor:“Mustafa Kemal Ä°stanbul’a vardığında, Ä°ngiliz savaÅŸ gemileri BoÄŸaz’daydı; payitaht, Çanakkale BoÄŸazı ve Türkiye’nin bütün elveriÅŸli mevkileri baÅŸtan aÅŸağı Ä°ngiliz birliklerince ele geçirilmiÅŸti. Fransız birlikleri, kentin Ä°stanbul yakasında, Fransa’nın Senegalli ve zenci birlikleriyse Galata’daydılar. Ä°talyan birlikleri Pera’yı ve demiryollarını tutmuÅŸlardı. Müttefik subayları polisi, jandarmayı, limanı denetliyor, kentlerdeki istihkamların (siperlerin) boÅŸaltılıp silahtan arındırılmasına ve ordunun terhisine öncülük ediyorlardı.â€Bir yanda bağımsızlık mücadelesini yürütenleri bütün kalbi ve benliÄŸiyle destekleyenler; öte yanda evlerini, gönüllerini, yataklarını, her ÅŸeylerini iÅŸgal kuvvetlerine açarak onlarla iyi geçinmek ve karşılığında yarar saÄŸlamak için bin bir kez takla atıp yuvarlanan insanların bir arada yaÅŸadığı Ä°stanbul…Asıl Ä°stanbul, yani surlarla çevrili eski kent vakarın, haysiyetin, onurun simgesi olarak ortaya çıkarken, BeyoÄŸlu ve uzantıları ihanetin, iÅŸbirlikçiliÄŸin, teslimiyetin, zilletin (alçaklık) simgesi olarak ortaya çıkar ve bu karşıtlık hemen bütün romanlarda iÅŸlenir.Bağımsız Devlet Ä°steyenler O Kadar Azdı ki…Mütareke Ä°stanbul’una beÅŸ görüş egemendi.Birincisi, Ä°ngiltere’nin Osmanlı’ya barış getireceÄŸine inananlar ve bu nedenle her noktada Ä°ngiltere ile birlikte olmayı isteyenler.Ä°kincisi, Amerika’nın manda yönetimini kabul ederek, Osmanlı devletinin varlığını sürdürmesini isteyenler.Üçüncüsü, bütün kaderini padiÅŸaha baÄŸlayanlar, onun verdiÄŸi kararın en doÄŸru olduÄŸunu kabul edip Tanrı buyruÄŸuna inanır gibi ona baÄŸlılık ve sadakatle boyun eÄŸerek bekleyenler.Dördüncüsü, olup bitenlere önem vermeden iÅŸgal güçlerinin Ä°stanbul’a geliÅŸini gerek Osmanlı devleti, gerekse halk için büyük bir ÅŸans ve baÅŸarı olarak görenler, gününü gün edenler, eÄŸlenenler, keselerini ve kasalarını dolduranlar…BeÅŸincisi, bağımsızlık mücadelesinden yana olan ulusalcılar…Mütareke Ä°stanbul’unu bir de, bir yabancıdan dinleyelim: Ä°ngiliz yazar Lord Kinross, Ä°stanbul’un o günlerini şöyle anlatır:“İstanbul, Ä°tilaf devletlerinin himayesi altında üzgün, umutsuz ve felaket duygusunun ağırlığı altında ezilmiÅŸ gibiydi. Herkes, ÅŸimdi artık bize istediklerini yaparlar korkusu içindeydi. SoÄŸuk, karanlık bir kış baÅŸlamıştı. Kömür yoktu. …Vurgunculuk almış yürümüştü; para deÄŸerini kaybetmiÅŸ, yiyecek fiyatları aÅ
Bu ne ya.Adam tartışmaya katkı sağlayamadığı zaman blogları felç etmek için yazıların, mimlerin içine ediyor.Bir halt mı elde ettiğini sanıyorsun. Varsa bir fikrin, onu konuş. Copy-paste huyundan kurtul artık.
agent, Mustafa abine teknoloji konusunda shift+delete nin otesini ogrette en azindan istikbaldeki bir darbeyi agizlarina yuzlerine bulastirmasinlar.zaman degisti tabi, nerde o eski darbeler…Dinazorlarin devri kapaniyor, yerkure kitalara ayriliyor, siz hala tekerlegi yuvarlamaya calisiyonuz.
açıkçası ben senin gibi bir tekerleği yuvarlayacağıma antro gibi koyunları güderim olmadı oğuz gibi öküzleri sürerim daha iyi. -yapıyoruz zaten o da ayrı mesele-sonuçta elimizdeki malzeme bu… daha iyisini versinler onlarla uğraşalım.
ya işte böyle bir ükede yaşıyoruz. öküzlerinin ve koyunlarının daha fazla fikir üretip daha akılcı çözümlemeler yapabildiğim. halide edip çevirisiyle hayvan çiftliğini okumuştum vaktiylen o geldi aklıma.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
böylece “1 numara”nın hilmi özkök olduğu ortaya çıktı.tayyip’in hocam dediği cumhurbaşkanlığı için söz verdiği zat-ı muhterem…bakınız çuval geçirme olayında Hurşit Tolon ile Hilmi Özkök farkı görmüştük.Şema Hilmi Özkök için imal edildi
bülent ecevit’i zehirleyenler, askerin başıan çuval geçirtenler ve BOP‘u destekleyen özkök ve tayyip‘in bir darbe yaptıkları hem de “SİVİL DARBE” yaptıkları ortada.
sonra biz uğraşıyoruz ama… hadi onlar ayda 100 bin dolarlar alıyor bu sipastiklerin derdi ney :)bunlara da mı maaş bağlattılar nedir?
Ben bu mimi unutmuştum. Daha yeni hatırladım gönderdiğimi :)İyi olmuş. Darbecilerin ayakçıları hemen kafalarını çıkarmışlar mimi görünce. Oğuz abi de herzamanki keyifli üslubu ile güzel bi kızılcık sopası ısmarlamış darbe heveslilerinin ayakçılarına :))Tekrar görmüş oluyorum ki, bu zihniyetin Uğur Mumcu dahil, işlediğikleri tüm cinayetler, sivil halkı bombalamaları, yargısız infazları, Maraş Katliamı gibi, 1 Mayıs 77 olaylarındaki provokasyonları gibi her tür pislikleri mahkemece ıspatlansa dahi birileri onları savunmaya devam edecek.Apo’nun gayet aşikar pisliklerine rağmen destekçileri yok mu da bu vatan haini olan, ülkeyi dış mihrakların istekleri doğrultusunda darbe ortamına sürükleyen darbecilerin destekçileri olmasın.
“goy goy” mode on
neyse sapkın fantezilerinizi gidip başka yerde kusun, sağlıklı doğru dürüst birşey tartışamayan üç beş müritle vakit kaybetmeyelim biz de…
Thing, oozabiyi boşver şindi. Konuyla ilgili yorumun nedir senin? Onu merak ediyorum ben. İyi mi yapmış bu günlük doğru ise. “Tühh, ben onu sildiğimi sanıyodum” dediği günlük essah çıkarsa ne yorumun olacak?
Ben hüküm cümlesi kurmamaya gayret ediyorum bu konuda. Kişiler hakkında, spesifik. Ama genel olarak bu davanın içeriğinin o kişi yada bu kişi tarafından gerçekten uygulandığına şüphem yok. Bu günlükler de yaşadığımız son 10 yıllar açısından hiç de şaşırtıcı değil. İnsanlar zaten bu tarz durumların olduğundan kuşkulanıyorlardı. Ve şu an bunlar açığa çıktı. Olan bu. Sadece kanıtlar ortaya çıkıyor.Ama dediğin gibi mahkeme safhasından sonra kesin hükmümüzü biz de veririz. Yalnız ben hala unutmuyorum Uğur Mumcunun cenazesi sonrası Kocatepe’den hareket edip bizim evin önünden geçen yığınların sloganlarını, yol kenarında gördükleri, bu konvoyu izleyen başörtülü mazbut teyzeleri nasıl taciz edip korkudan kaçırdıklarını. O insanlar da koyun sürüsü idi gerçi. (her kalabalıkla hareket eden sürü gibi) Ve bu insanların bu cinayetle elde etmek istedikleri bu tip durumlardı. Yıllarca da başardılar.Bundan sonra zor başaracaklar ama…
Bir de fehmi koru’gillerin bilgisayarları ve hayatları zaten incelendi 28 şubat ve sonrasındaki süreçte. Milyonlarca mazbut anadolu insanı fişlendi. Hayatları, ilişkileri, attıkları adımlar, telefonları dinlendi, izlendi. Şu an zanlı durumundaki bu kesim sürekli zaten bu çevredeki insanlara suç isnat edip zan altında bıraktı. Ama somut en ufak suç ve saldırganlık unsuru bulamadılar. O sürekli adını andığın fethullah gülen okulları süreki gözetim altında kaldı ve bu okullarda silah eğitimi verdiklerini bile iddia ettiler. Ama en ufak delil çıkmadı. Şimdiki gibi silah depoları ölüm kuyusu falan hak getire zaten. Ama gün döndü, devran döndü. Bugün onlar inceleniyor. Gazeteci, öğretim elemanı, hukukçu vs geçinenlerin bile kirli ilişkileri insanları şaşkına çeviriyor. Ve dolayısıyla 28 şubatta neden herkese bu tarz yaftalamalar yapabildikleri anlaşılmış oluyor. Çünkü kendileri böyle hareket ediyorlardı ve kendi eylemlerini karşılarındakilere atfedip ellerini kollarını bağlamak istiyorlardı. Şu an kendi elleri kelepçeli ama. Kader!
Ben bir zaman fethullah gülen ekolüne cidden kuşku duydum. aynı sizin gibi. cidden görünürde güzel hareket ediyorlar. ama dünyanın değişik ülkelerinde lobicilik yapıyorlar, oralarda da güç oluyorlar. ve Azerbaycan darbesinde parmakları olduğu bahisleri geçince cidden “acaba??” sorusunu sorar oldum. Ancak sonraki gelişmelerden anlaşıldı ki, bu olaylarda da bu ergenekon grubunun parmağı varmış, ve yaptıkları haltı o gruba ihale etmeye çalışmışlar. Onun dışında açıkçası ben elle tutulur bir ikna edici isnad’a rastlayamadım. Öyle iddialar var ki, istediğin kadar objektif ol. Ama bu deli saçmalamaları insan aklını ikna edemiyor. Aynı mecliste, bir tv programında (bir zamanların kanaltürk’ünde) biri, (haydar başçı olduğunu sandığım bir islamcı program konuğu) adamın yahudi uşağı bir siyonist olduğunu anlatıyordu. Bir diğer konuk ise faşist milliyetçi isimlerden biri idi ve onun papa ile, bartalomeo ile görüşmesi sebebiyle hristiyan misyoneri olduğunu söylüyordu. Erdoğan Aydın denen ateist konuk ise sonrasında söz alıp şeriat devleti kurmanın tememllerini attığını söylüyordu. Program sahibi, PKK nın Özgür Gündem gazetesi eski yöneticisi Merdan yanardağ ise hepsini tasdik edip sırayla şişe çevirir gibi mikrofon çeviriyordu. Ama kimse de “ulan bir insan hem siyonist, hem hristiyan misyoner, hem şeriatçi nasıl olur. biz hepimiz birbirimizi tasdikliyoruz bu şerefsiz fetoya karşı ama salakça bir duruma düşmüş olmuyor muyuz?” demiyordu. Bana o görüntü, Türkiyedeki bu konudaki bir kesim insanın ne yapmaya çalıştığı hakkında bilgi vermiştir. O sebeple Fethullah Gülen hakkında söylenen her boka atlamam. Salak değilim, insanları salak gibi gütmeye hevesli bir kesim var bu konuda. Ben de objektif ve delilli isnatları ciddiye alırım. Cidden adam hakkında elle tutulur bir isnadınız varsa ben de sizinle birlikte o adam aleyhine çalışırım. Ama bu ergenekon meselesi Bir fethullah Gülen kişisini ilgilendirecek kadar basit bir mesele değil. Olayı bu konuya dayayıp basitleştirmek ülkeye yazık bir defa.
gülen okullarını amerikanın etkisiz olduğu hiçbir yerde göremezsiniz.rusya’da, azerbaycan’da ve diğer türki cumhuriyetlerde tek tek yasaklandı…adamın amerikada kalması için referans olanların hepsi de cia ajanı.Gülen’e Kefil Olan 27 İsim!ve siz bu okulların olduğu ülkelerde de başka türk okulları kuramazsınız.en önemlisi cemaatçi medya bizi aylardır örgütün 1 numara’sı var diye oyalıyordu peki ne oldu?demek ki dava yön değiştiriyor 1 numara’dan ve terör örgütünden insanları darbe girişimi yaptılar diye suçlayacaklar.bu günlüklerin ortaya çıkması bundan, gerçekliği yada içeriğinde darbe olduğu için değil elbette.bu günlüklerde ne darbe var ne de başka birşey.
Buklet, dediğin gibi gerçek şeyler varsa inan, bu ülkenin başta mütedeyyin kesimleri o gerçekler üzerine bu adam ve şürekasının ipini çeker. Devlete lüzum yok. Bu toplum dindardır. Ama dinlerini siyasi emel için kullanan erbakan’a da tokat vurmuştur, az önce bahsini ettiğim haydar baş vs. gibilerini de. Dini sadece kendine paravan yapıp, ticari emelleri için kullanan (iftira gibi olmasın ama ihlas adını kullanan enver ören grubunun dışlandığı gibi) dışlanır toplum tarafından. Ve dindar halk içinde yapılan anketler dahi, toplumun hiö de laiklikten çıkıp şeriat vs istemediğini gösteriyor. Haliyle, dini özgürlük taleplerini kendi siyasi güçleri için kullanmayı cidden hayal etselerdi bu halk onları ihya etmezdi. Ama bu halk birilerini ihya ederse de, ne devlet, ne de bir kesim o kesime karşı koyamaz. Çünkü bu toplumun tarzı sivil itaatsizliktir, isyan değil. Bu gandivari tarza da kimse karşı koyamaz.Ama konu onlar değil. Bu mesela fethullah gülen cemaatini ilgilendiren bişey değil. İstenilen de bu zaten. Bu ergenekon sıkıntısı dindarları da, alevileri de, kürtleri de, liberalleri de, komünistleri de, bu ülkenin ortalama tüm halkını da ilgilendiren bir sorun. birileri olağanüstü durumun varlığı ile kendine vazife çıkarmaya çalışıyor. ülkede durumun olağansütü olması için gayret ediyor. çünkü demokrasi ve şeffaflık olursa ne darbeci kesim kendine vazife çıkarabilir. ne kaos olur, ne özgür bir ortamda hamsofu dindar mini etekli cillop kızlarımızın etek boyuna sarkıntılık edebilir, ne de bunu bahane edip bir başka laikçi hamsofu da başörtülü, hanımhanımcık kızlarımıza sarkıntılık edebilir. Kaos olmadığı sürece bu insanlara gerek kalmaz. Şayet bu toplum da liberal demokrat kültüre ulaşmadığı sürece de giyiminizi sürekli ortama göre kontrol etmeniz gerekecek. yada alkol alan ortamda istemeden alkol almanız, yada almamanız istenen yerde de zorla almamanız gerekecek. Bu sorun fethullah gülenin sorunu değil. O iğrendiğimiz ama nisbeten demokratik haklarını daha rahat uygulayan memlekette yaşıyor. Ama ben ülkemi değiştirmek gibi bir niyette değilim, ve de özgürlüklerime kimsenin müdahale etmesine tahammülüm yok. Dolayısyla kaos isteyenler ve benim hürriyetimi tehdit edenler benim düşmanımdır.Senin hürriyetin, benim hürriyetimdir. Benimki ise senin hürriyetinin garantisidir. Bunu sakın unutma.
yahu nerede böyle bir sorun var böyle saçma sapan şeyler peydahlamayın.hadi tayyip demişti gülüp geçmiştik böyle paranoyalar yüzünden heryerde içki yasağı boy gösterdi.
nurettin veren zaman gazetesinin ve samanyolu tv’nin nasıl alındığını anlatıyor.
(SAMSUN’DAN ÖNCE BİLİNMEYEN) 6 AYAlev COŞKUN
Bu ne ya.Adam tartışmaya katkı sağlayamadığı zaman blogları felç etmek için yazıların, mimlerin içine ediyor.Bir halt mı elde ettiğini sanıyorsun. Varsa bir fikrin, onu konuş. Copy-paste huyundan kurtul artık.
DE GİT LAN…
agent, Mustafa abine teknoloji konusunda shift+delete nin otesini ogrette en azindan istikbaldeki bir darbeyi agizlarina yuzlerine bulastirmasinlar.zaman degisti tabi, nerde o eski darbeler…Dinazorlarin devri kapaniyor, yerkure kitalara ayriliyor, siz hala tekerlegi yuvarlamaya calisiyonuz.
açıkçası ben senin gibi bir tekerleği yuvarlayacağıma antro gibi koyunları güderim olmadı oğuz gibi öküzleri sürerim daha iyi. -yapıyoruz zaten o da ayrı mesele-sonuçta elimizdeki malzeme bu… daha iyisini versinler onlarla uğraşalım.
ya işte böyle bir ükede yaşıyoruz. öküzlerinin ve koyunlarının daha fazla fikir üretip daha akılcı çözümlemeler yapabildiğim. halide edip çevirisiyle hayvan çiftliğini okumuştum vaktiylen o geldi aklıma.
Gülenci astsubayın ‘Işık Evi’ itirafları