ŞİİR, İDEOLOJİ VE ETİK
Sanatın, şiirin ideolojik bir tanımının yapılamayacağı, doğru bir saptama kabul edilebilir. Ama bu, şiirin ideolojiden yalıtılması anlamına gelmemeli. Yoksa şimdilerde olduğu gibi yaşamı bütünüyle dışlamış ürünler doldurur ortalığı. “Nasıl dediği” önemlidir bir yapıtın; ama “ne dediği de” bir o kadar önemli olsa gerek. Bu konuda anlaşılmış bir toplum değiliz henüz. Böyle olmasına karşın; bu konuya ilişkin düşünmekten, araştırmalara girmekten özenle kaçınır gibiyiz. Tek boyutlu aranışların kısırlığında geliştirilmek istenen, ister istemez güdük olmaktan kurtulamıyor.70’li yılların şiiri ideolojik içeriği nedeniyle yadsınmıştı. Bütün bütüne yok sayılmıştı daha doğrusu. Biçimsel (yapısal) yetersizliklerin eleştirisi ideolojik olanı silmeye dönüştürülmüştü. Marksist şiir olmazdı bu yaklaşıma göre. Bu durumda idealist şiir de olmamalıydı. Açık açık söylenmese de tam bunun tersi yapıldı. Şiir, idealizmin biçim ve içerik olanağı olarak tanımlanıverdi. Şair olmanın bir koşulu olarak idealist felsefeyi benimsek gerektiği öne sürüldü; kabul ettirildi de… Şiirin yakın tarihi bunu kanıtlayacak ürünlerle doludur. Böylesine bir ortamda, hiçbir sorgulamaya girmeden Ezra Pound’un, Honore de Balzac’ın, Knut Hamsun’un, Luis Ferdinand Celine’in, İsmet Özel’in, Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un&… büyük sanatçı olduklarını söylemek yetmez. Nasıl oluyor da bunların ideolojik seçimleri, büyüklüklerini etkilemiyor?Cummings tarafından çağdaş şiirin Einstein’ı olarak karşılanan; T.S.Eliot’ın Çorak Ülkesini ithaf ettiği Ezra Pound; Mussolini faşizmini benimseyip bu doğrultuda çalışmalar yaptığı için 1945’te tutuklanmış bir şairdir. Onun büyüklüğü, her halde bu özelliğinden gelmemektedir. Öte yandan dünyayı ve duyguları yansıttığı için dilin parçalanmasına karşı çıkması yeterli görülebil mi büyük olmak için?Sonra Balzac, 1830’ların Fransa’sında Kralcılığı ve Katolikliği benimsemesi; o günlerin liberalizmini eleştirmek için burjuvaziyi ve kapitalizmi karşısına almak ancak “sağcı” bir tutumu gerektirir görüşü kabul edilebilir mi? Gene Norveçli Knut Hamsun. Halkının Vikingler dönemindeki parlaklığına ulaştıracağına inandığı için Nazilerle ve onların işbirlikçileriyle gizlice anlaşması, yapıtlarını ne oranda belirlemiştir acaba? Yoksa yaşamı yüceltmesi midir belirleyici olan?Bunları konuşuyoruz bir arkadaşla. Faşizmi benimsemiş birinin iyi bir sanatçı olup olamayacağını soruyorum ona. “Olur” diyor ve Luis Ferdinand Celine’i örnek gösteriyor. Onun, Yahudi düşmanı bir babanın yanında yetiştiğini, giderek babasının düşüncelerini benimsediğini, Yahudi karşıtlığını içeren kitaplar yazdığını (Bir Kıyım İçin Önemsiz Şeyler, Cesetler Okulu, Can Sıkıcı Durum), Yahudi kıyımının olacağını bildiğini ve benimsediğini, Danimarka’da sürgündeyken Nazi’lerle işbirliği yaptığını ve bu nedenle bir yıl hapis yattığını söylüyorum. Ve soruyorum elbette: Başarılı bir yapıtın biçimsel (yapısal) yetkinlikler kadar; insandan, insanın geleceğinden yana olması gerekmiyor mu? Kabul ediyor bunu arkadaşım. Yoksa biçimle (yapıyla) yetinmek gerekiyor. Salt biçimcilik benimsenmiş oluyor. Başka bir açıklama getiremiyor. Bu saptama, söyleşmemizin sona ermesine neden oluyor.Türkiye’de sorgulanmıyor bunlar. Böylece şiirler, romanlar, öyküler biçim içerik dengesinden yoksun oluşturuluyor hep. Biçim ya da içerik; biri öne çıkıyor. Şiirlerin, romanların, öykülerin eksik olmasının nedeni bu.Görünen o ki ürkütücü bir koşullanmışlık yaşanmakta. Bir zamanlar söylenmiş yöneltici sözler hiç sorgulanmadan benimsenmiş gibi. Örneğin, Nurullah Ataç’ın, Mehmet Fuat’ın, Mehmet H.Doğan’ın… bir şiir için başarılı demesi yeterli görülmüş. Onların öne çıkarttığı şiirlerin özelliklerinin ideolojik, estetik dayanakları merak edilmemiş bile.Bugün Necip Fazıl’ı, Sezai Karakoç’u, İsmet Özel’i… büyük şair diye tanımlayanların yanıtlaması gereken çok soru var. Böyle şairlerin ideolojisi şiiri besliyor onlara göre. Bu durumda sol düşünce ve duyarlık neden şiir yıkıcı olsun?”Şair, iyi insan olmak zorundamıdır?” sorusu var bir de. Mehmet H.Doğan, güzel şiirler yazmak için iyi insan olmak gerekmiyor görüşünde. Elbette, estetik, etik ilişkilenmede bir ayrılığın önerilmesi bu. Keşke Cemal Süreya’nın “Şairin hayatı şiire dahil.” savı o günlerde boyutluca tartışılsaydı.Oysa her biçim (yapı) bir ideolojiyi; her şiir şairini açıklar.
yorumlar
Canım, ciğerim, nick’inden de şiirsever olduğu belli kardeşim… Neden şiiri sevmekle yetinmez, abüzittin ukalalıklar edersin?Madem ukalalık edeceksin, neden doğru düzgün okumadan etmeden, bu derece beylik ve b..tan kalıp ve bağlantılarla yazıp çizersin?Biçim, içerik, hangisi diğerini belirler, şiirde ideolojinin etkisi gibi, sen doğmadan çok önce yapılan tartışmaların hem seviyesinden hem terminolojisinden bu kadar geri olmanı paylaşmak zorunda mıyız?Neden arkadaşınla yaptığın ‘söyleşme’lerle yetinmez ve kendini bilmez şekilde Türkiye’de sorgulanmıyor bunlar. Böylece şiirler, romanlar, öyküler biçim içerik dengesinden yoksun oluşturuluyor hep. Biçim ya da içerik; biri öne çıkıyor. Şiirlerin, romanların, öykülerin eksik olmasının nedeni bu örneğindeki gibi büyük ve içi boş laflar sallarsın?Yanlış anlaşılmış, türk usulü bir sol düşüncenin prototip keimeleriyle düşüp kalkmaktan vazgeçsen, yaşamı yüceltmek, insanın geleceğinden yana olmak gibi klişeleri bi yana bıraksan, marksist şiir- idealist şiir gibi takıntılardan kurtulsan, elbette, estetik, etik ilişkilenmede bir ayrılığın önerilmesi bu gibi veya ürkütücü bir koşullanmışlık gibi dantel cümleler kurmasan, yani kısacası bütün o öğrendiğin yarım yamalıkları s..tir edip, kendince, kendi cümlelerinle bize mesela neden İsmet Özel’i veya Sezai Karakoç’u veya Cemal Süreya’yı sevdiğini anlatsan, bilmemne dizesinin sende uyandırdığı bi duygudan veya burdan yola çıkarak kurduğun bi bağlantıdan söz açsan veya ne biliym çok iyi bildiğin üç şairdeki bi temanın farklı kullanımlarını örneklerle anlatsan, hafif bi analiz yapsan, yani böyle genel ve uyuz kavramlarla yatıp kalkacağına, daha az parlak ama senin olan kombinasyonlar kursan….O zaman biz de normal, samimi ve hakiki bi makale okusak ve altına böyle cansıkıcı ahlamlar yerine, senin açtığın yolda yürüyen ve kendimizce o frekansı devam ettiren ahkamlar kessek. Fena mı olurdu?Hani yazının bi yerinde Türkiye’de sorgulanmıyor bunlar demişsin ya. Çok doğru. Türkiye’de kimse kendini sorgulamaz, herkes toplumu sorgular.
hafif.org iq/eq Mevkii’nin durucusu Baby700(+/-) Bey o!
Değiştikçe kendini tekrarlayan sodad kardeşim… Sen hayatında küfür işitmedin, kafa yemedin galiba. Tanzimat bozuntusu frankakafonik beyninle, bula bula eagleton, lukacs gibi kaba marksist he deyicilerle, mungan gibi yeteneksiz i..eleri bulmuşsun.Yukarda bilgili olmaktan ziyade, kendini bilmekten bahsettim. Ego ve şahsiyet konusunda yazdıklarım ise, baby700 treninin bi kaç vagonunu doldurur.Ta Fota kutlamaları haftası münasebetiyle seni bu seferlik affediyorum.
UVERCİNKA’nın yazdıklarına okuyup ‘güçsüz’ bir iki satır eklemeyi tasarlıyordum yeterli olduğu yüce kıstas koyucular tarafından tartışılacak aciz beynimle. Ama gördüm ki bu sorunu aşağıda ‘ahkam’ denilen bölümde fazlasıyla halletmişler.Konuyla ilgili ‘bilgece’ ve çok ‘önemli’ ve çok ‘kayda değer’ ve güçlü ‘analizler’ yazılabilir. Ama ben sade olmayı tercih edeceğim bu karmaşa da.1 – Dünyadaki şiir hakkındaki tartışmalar umurumda değil. Zaten şiirle tanışmam bir hayli geç oldu. (Alın bi eleştiri konusu. Salağa bak şiiri bilmiyo, yazıyo şeklinde girişilebilir, bi öneri – bir değil, bi)Ama şuna tüm kalbimle inanıyorum ki şiirin güzelliği ne ulaştığı kitleye ne konusuna ne satışına bağlı. Ha unutmadan söyleyeyim ideolojik şiir olacağına inanmıyorum. Şiir bir paylaşım alanı ve ruhun acısından, hüznünden, mutluluğundan kaynak bulunca güçlü oluyor. Sistematikleştiğini iddia eden (sağ/sol) fikirlerin süsü olduğu zaman gücünü ve zaman tanımazlığını kaybediyor.Güzel şiir bir kişi için bile güçlü olabiliyorsa şiirdir. Çok basit durdu aslında cümle. Ama kastettiği şey o basitlikte değil.Şiirin müzikle olan kardeşliğiyle bağlı bi yön cümlenin gösterdiği. Kaynak o gücü sana sadece sana hissettirse bile yeterli. İşte o zaman Mehmet Rauf’un yorumuna gerek kalmaz. Charles Bukowskı’nın Suda yan Ateşte boğul’unu kalabalık bi kitap evininin raflarını karıştırırken buldum ve ‘öğleden sonra 2 birasının’ o kalabalık kitabevini bir anda nasıl boşalttığına şahit oldum. Pek çok şiiri berbattı ama o tek şiir.. Sonra ilerledi sayfalar. Ve bir tane daha. ‘evime gelme ama gelirsen’. O güne kadar (gerçi gün olmaktan çıktı epey bi yıl geçti üzerinden ya) tanımadığım sadece hakkında bir iki şey okuduğum (onlarda da kötü yorumlardı) bir ‘ayyaşın’ beni bu kadar, hem de basit sayılabilecek cümleler ve bunlarla birleştirilen satırlarla etkilemesi hem de o kalabalıkta… O şiir güzeldi ve sadece bunu benim söylemem yeterliydi.Şiir tablo gibi gizemini üzerinde taşıyor sanırım ve anahtarının sende çıkmasını umarak.2 – Ne diyeyim dürüst olmak lazım. baby700’e özgünlük konusunda sonuna kadar katılıyorum. “kendince, kendi cümlelerinle bize mesela neden İsmet Özel’i veya Sezai Karakoç’u veya Cemal Süreya’yı sevdiğini anlatsan, bilmemne dizesinin sende uyandırdığı bi duygudan veya burdan yola çıkarak kurduğun bi bağlantıdan söz açsan veya ne biliym çok iyi bildiğin üç şairdeki bi temanın farklı kullanımlarını örneklerle anlatsan,” aynen iyi olurdu.Ama yazısındaki mantık hatasını yazının sonunda yine kendi ortaya çıkarmasaydı keşke baby700. “Çok doğru. Türkiye’de kimse kendini sorgulamaz, herkes toplumu sorgular.” Sorgulamakla suçlayıp sorgulamanın alasını yapmak, doğru bir mantığı sert cümlelerle anlatmak ve yazılanları yanlış yada doğru toptan es geçmek, tüm hata olduğunu iddia ettiği şeyleri itinayla yeniden yapmak. Öyle yapmasa “Fena mı olurdu?”3 – Gelelim üçüncü maddeye. baby700’e cevap veren arkadaşın uslübunun ‘kudretine !’ birşey demeye gerek yok sanırım. O kendi yücelik denizinde epey yelken almış. Ben sadece baby700’ün yazısının kısa bi özetini yaptım.ciğerim – kardeşim. – ‘abüzittin ukalalıklar’ – b..tan – sen doğmadan – tartışma – seviye – terminoloji – geri – paylaşmak – zorunda mıyız – içerik – denge – boş laf – sallarsın – prototip -dantel cümle – s..tir edip – kendince, kendi cümlelerinle – analiz – uyuz – cansıkıcı – sorgu –4 – Sade dedik bizde uzattık. Özür..
bu kadar b.ktan bir yazıyı yazıp yollayanı ve moderasyondan geçirip buralara çıkartanları s.ktir etmemiş olmanız ve ısrarla düzgün cümleler kurmanızı takdir ediyorum.bu kadar kendini bilmez, okuduğunu anlamaz bununla da yetinmeyip azgınlıkla anlamadığını bile istismar etmeye kalkışan bir topluluk arasında yazma sabrını göstermeniz haliyle zavallılar tarafından süperego olarak algılanıyor.
yazını zevkle okudum. eline sağlık. umarım, sana yönelik eleştiriler yüzünden terketmezsin buraları. bir de tabii, “sen eleştirdin diye” birilerinin çekip gitmesinden korkarım.
Eleştirilere maruz kalacağımı bilerek yazdım zaten. Eleştirileri sorun yapmıyorum. Aksine bana varlığımı hissettiriyorlar. Ben burdayım ve hiç bir yere çekip gitmeyeceğim.
Artık kimse baby700’le ters düşüp keyfini bozmak istemiyor.”birinci salak, ikinci salak” dönemleri unutulmadı ama ateşkes var gibi.Arşivi karıştırınız.
arşiv karıştıracak pek vaktim yok. aslında kimsenin burada kendisini, ya da yazdığı üç beş satırla aslında ‘demek istediğini’ doğru-dürüst anlatmaya olanağı da, zamanı da yoktur. muhtemeldir ve beklerim ki, baby, üvercinka’nın yazısı için (üvercinka için değil) yazdığı zehir zemberek bir yazıyı birgün benim için de yazsın. sonuçta aşağılandığımı hissedeceğimi ‘sanmam’, umudum biraz sarsılmamdır, ki seviyorum beni birilerinin sarsmasını…böyle dedim ya, kessen yapmaz şimdi istediğimi baby, allah kahretsin!
baby, benim bu sitenin vicdanı olma rolüne soyunduğum üzerine nefis bir yazı yazabilir. (bana öyle geldi valla)bi de, siktirip, siktir git, boktan falan gibi kelimeler kullanılırken bir harfin yerine nokta koymak gibi anlamsızlıklara canım sıkılıyor.bi de evet, baby’nin ego’su güçlü galiba. hatta belki süper bir ego’su var. (ne gerek varsa bu ‘saptamanın’, belki tahrik etmek içindir, belki başka bir gizli niyetim vardır, nereden bilebilirsiniz,/bilebiliriz ki…ama bak aklıma bir cinlik geldi şimdi, töğbe estağfurullah, yok yok, ibne falan değilim baby…)
Fransızca altyazıyı kaldırınca, 3. sınıf yeşilçam dublajcıları gibi ses vermeye başlayan sodad’ın daha öğreneceği çok şey var. Darbe emmeye gelmeyen, hemen kırılan, hatta hafif dokundurunca bile ‘tevacüz ediyorlar’ diye bağıran bu cins, maalesef hakim tür haline geldi. Kifayetsizliğini örtmek için kabalaşmak da, malum yine türklerde yaygın görülen bir davranış bozukluğu.Yazdıklarımı açıklamayı, okuyanın zekasına saygısızlık sayarım. Eğer anlaşılmamışsa ya suiniyet vardır ya da iyi ifade edememişim demektir. Başka bi örnek vereyim. Mesela şu an ana sayfada iki tane japon çizgi bebek filmi yazısı var. Bence gayet b..tan, lise fanzinlerinde falan yer alabilecek yazılar. Buna mukabil üvercinka’nın yazısıyla mukayese kabul etmeyecek kadar iyiler. Neden? Zira -yediği dayakların da etkisiyle- salaklıktan sersemliğe terfi eden retri kardeşimiz, kendi cümleleriyle yazıp çizecek bi seviyeye geldi. Yazıları beğenmeseniz bile, retri’nin samimiyetini ve konuyla ilgili heyecanını, tutkusunu inkar edemezsiniz. Aslında zaten normali bu ama, ülkede benim diyen yazar, sanatçı, aydın, politikacı, sporcu bile, kendilerini kendince ifade edemeyecek kadar zavallı, kopipeyst bir hayat içerisinde varoluyor. Dolayısıyla retri’nin gösterdiği aşama, hakikaten kayda değerdir.Düşünün ki medyasında ‘antalyalılar fırtına nedeniyle zor anlar yaşadı’ diye tuhaf cümleler kurulan ve bu ifadeleri tuhaf bulmayan bi ülkede yaşıyoruz. Kimse ‘ne demek ulan zor anlar’ diye sormuyor. Dil ve anlamda yaşanan bu erozyon, sanat-edebiyat alanında da dikili ağaç bırakmıyor tabii.Üver’in yazısı da bu durumu yeniden üreten bi yazı olduğu için, bahsettiği konudan ziyade, bahsediş şekline işaret ettim. Ayrıca kimi aklıevvellerin farketmediği gibi, kendi yazımın da ‘cansıkıcı’ olduğunu belirtmiştim.Zaten üver’in ‘biçim-içerik dengesizliği’ diye anlatmaya çalıştığı, ama bu kelimeleri kullanarak anlatamayacağı problem de bu. Türk şiirinin içinde bulunduğu kepazelik de, ‘kendince ifade edemeyiş’ten kaynaklanıyor.Bi de şu ego, süper ego, aşağılanma kompleksi vaziyetlerinden artık kurtulalım derim. Burada kişiler yok, sadece yazılar var. Kendimizi diil, yazıları ciddiye alalım.Asymptot’un dediği gibi, sabrımdan dolayı kendimi tebrik ediyorum.
sadece… “Burada kişiler yok, sadece yazılar var.” derken ciddi ve samimi miydiniz?
…Tercumesi “suda bogulmak-alevde yanmak” olsa gerek.? Siirler cevirmenin suzgecinden boyle geciyorsa hic okumam onlari.””2 P.M. beer“Ama zaten ayyas veya serseriligin insan huznunun sampiyonlari unvanini aldiklarina inanmam. Belki kucuk bir azinlik oyledir. Ama…Asil huzun hayati cevresindeki bos maskelerin altina saklanmis hortlaklarin arasinda onlara uyanmis oldugunu farkettirmeden yasamaya mahkum olan sessiz cigliklardadir.
Kendi düşündüğünü ve kndice doğruyazdı diye kimin ona bu sekilde hitap etmesi gerekiyor… bu otokontrolsüz, dünya edebiyatının çeşitli örneklerinden esinlenerek yazılmış karalamaları yapan arkadaşların hiç mi başka işi yok… Neden düşünülmesi gereken bi çok seyi düşünüp baska seylerle ilgilnmiyorlar anlayamadım hala bu yasta entel olduğunu söyleyip suursuzca hakaret eden insanların çelişkili ve süsülü laflarını dinliyor ve okuyor olmak acı.. kendinize başaka meskaleler bulun…söylemeden edemiyeceğim bunlar birer aşağılık kompleksi örnekleridir merak edipte görmeyen arkadaşlar okusun
sanat sanat için midir sanat ördekler için midir?civcivler,kazlar,kuğular..