İstanbule
Year: 2004Ona ilk defa otobüste rastlamıştım.Akşamın karanlığında ve yorgunluğunda, etrafındakilere bir durak soruyordu sanki…: “Afedersiniz… Kiler’in altındaki cami durağı burası mı ?”Kapının açılması ile elindeki büyük siyah çantasıyla merdivenleri inmeye başladı…Biraz sonra beyaz bastonunu açtı, kaldırımı yokladı ve yürümeye başladı. Sanki bastonu ile yolları görüyordu. Yaklaşık 10 dakika yürürdükten sonra bizim sokağımıza gelmiştik; aramızda yaklaşık 8 ev vardı…Yatağıma uzanıp düşünmeye başladım. Yaşlı, gözleri görmüyor, gülümsüyor ve elinde kocaman bir siyah çanta var… Sonraki günlerde bir kaç kez daha rastlaştık. Bana bir işe gelip gidiyormuş gibi gözükmüştü…Günlerden bir gün; aylak aylak gezerken Eminönü’nde; Galata’ya gitmeye karar verdim.Biramı söyledim. Yukarıdan atılan oltaların arasından İstanbul’u seyire koyuldum.‘İstanbul çok güzel gözüküyor, sanki, zincire vurulmuş bir güvercin gibi.Bıraksalar kaçacak, o yüzden devamlı kanatlarını yoluyorlar’…Ruhumu ve naçiz bedenimi dinlendirdikten sonra, el işareti ile hesabı istedim.Genelde hep motorla karşıya geçerdim ama karnım açıkmıştı.O yüzden Eminönü’nden bir şeyler atıştırıp vapurla karşıya geçme fikrini kabul ettim ve martılarada simit almalıydım…Alt geçide doğru yöneldim. Herkes bir kenarda tezgah açmış, bağıra çağıra birşeyler satmaya çalışıyor. Tünelin bitiminde tanıdık bir silület gördüm sanki; biraz daha yaklaşıp yakından baktım. Evet bu… O idi…Sokağımızda ki yaşlı adam…. Gözleri görmeyen ve gülümsemesi hiç eksilmeyen…O hep merak ettiğim siyah çantasını açmıştı…Görebildiğim kadarı ile kayış, tırnak makası, jilet ve hacı yağı diye adlandırılan kokular vardı…Uzaktan yaklaşık bir saat kadar izledim kendisini…Akşam olmuştu ve yavaş yavaş tezgahını toplayıp yola koyuldu…O an da içimden ‘Tanrım keşke bu yaşlı adam kör olmasaydı diye geçirdim…’Ban sapasağlam halimle her güne isyan ederken hatta gülümsemeyi unutmuşken…. O hayata görmeyen gözleri ile dört elle sarılmıştı ve bir şeyler yapıyordu… Belki de ailesini geçindiyor ya da insanlara yük olmuyordu…Oysaki ben kendime bile yük oluyordum….Belkide Tanrı bana bir şeyler anlatmak istiyordu… Belki de o yaşlı adam bir melekti…Bir anda tüm isyanım dizginleşmişti… Gülümsedim… Yaşamaya başladım…
yorumlar
bana da kucukken musllat olan takintinerde gorsem yasli, meczup kilikli, kendi halinde 1 insanmelek fln olmasin len bu diye kendimle konusurdum…nerden biliyon olum belki seytan kiligina girmis bir meczup derdimara ara etrafimi suzerdim ayni insani grecekmiyim diyegormezdim….alem cocuktum
Kalp gözünün açıldığı an…
abi nerdesin küstün gittin sandım togepi gibieski yazıların dolaşıyor ortada unutmuşum yeniden okudum çoğunu bu da diyerleri gibibir nefesde okudumyanlız yukardakinele iletişiminize dikkatet melekleri yollamaya başlamış bu sefer cebrail bir dahakine azrail olmasın
Asıl engel bedenlerde değil, bizim zihinlerimizde.
Bize kendimizi farkettiren her insan bir parça melektir.Hepimizin hayatına birimiz dokunuyor ve gözümüzü açıyor, değişimi başlatıyor.
hımmm**
ahh istanbul ve ahhh istanbul aşıkları.. her sokağı, gecesi-gündüzü, her insanı; farkındalıklara gebe değil mi? o yüzden seviyorum istanbul’u…
:…(Hayat isyan dolu. Ağlattı öykün beni @shadowy üzüldüm çok… Nedense insanlık olarak hiç kendimizden aşşağısını görmez, tesaadüfle farkedince yaşlarla dolan gözlerimiz.Hayata her haliyle tutunmak güzel şey, bizim boya paetlerimiz renklerle dolu olsun çizdiğimiz resimse güzel…Bu sözü Hayat sigi kulanmadan resim çizme sanatıdır adlı yazımdada kulanmıştım bir kere daha okursan sevinirim…Sevgiyle ve sağlıcakla kal sevgili @shadowy…
Acaba dünya’nın ülkemizin olumsuzluklarını göremedikleri içinmi gülümsemeyi başarabiliyorlar.Görme şansı olsaydı hayatı bu denli seveceğini zannetmiyorum.
shadowy,resmen gözden kaçırmışım yazını,içim ferahladı şu saatte hakkaten,güzel yazı:)
Yorumsuz tutmak en iyisi:)