Şaziye ağır ağır canlanıyor. Salonda bizden başka kimse yok, birbirimizi süzüyoruz. Şaziye’nin ellerine bakıyorum; sanki ona ait değil protezli gibi. Bulunduğu yerde taş kesilmiş öylece bana bakıyor. Zerre bozmuyorum istifimi. Marazi, sinsi kıskanç tabiatından eser yok.Şaziye’nin hikayesini anlattıklarında çok pis doluyorum…Yeğenim sokak ortasında bulmuş Şaziye’yi; üstünden araba geçip gitmiş oralı bile olmadan! Kızcağız oraya buraya seğirtip, bulduğu bir taksiyle baytara zor yetiştirmiş. “Bu yaşamaz” demisler, “boşuna getirmişin”… Deseler de bizimki orayı ayağa kaldırmış, ağlamış, sızlamış; neticede Şaziye’ye yalandan müdahale etmişler…Öldürmeyen Allah misali, Şaziye canlanmış, eve getirmişler.Şaziye’de hafıza kaybı varmış; öğrenme güdülerini yeniden kazanması için zamana ihtiyacı olacakmış.İzliyorum Şaziye’yi, başıboş değirmen suyu gibi zikzak yaparak geziniyor, arada bir karga gibi sesler çıkarıyor.Şaziye bu haliyle çok çirkin bir kedi…İşin en berbat tarafı, evde 4 kedi daha var ve Şaziye’nin gelişinden epey rahatsızlar. Bu yüzden de Şaziye’yi tecrit etmişler.Onunla tanıştığımda aylardan Agustos idi… Şimdilerde viskas şişi göbeği, parıldayan tüyleri ile hayli mesafe katetmiş. Hatta evin uysal kedileri ile dostluklar bile kurmuş.Ama Şaziye çoğu zaman yine dalgın sanki. Hareketleri yine yavaş kendince ama belli ki keyfi yerinde.Sevgili yeğenimin bu asil ve fedakarca davranışı bana Togore’nin bir sözünü hatırlattı. Der ki; “Doğan çocuklar, Tanrı’nın insandan umudunu kesmediğinin bir göstergesidir.”Tanrı işini iyi yapıyor…