Anayasa Mahkemesinin son türban kararından sonra, her kesimden farklı sesler çıktı. Ne de olsa malum özelliğimizdir “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak”…Anayasa Mahkemesine yöneltilen en temel eleştirilerden biri kararın “siyasi” oluşu idi. Şunu bilmek gerekir Anayasa Mahkemeleri zaten siyasi yargılama yaparlar. Bu özellik Anayasa Yargısının temel özelliğidir. Gördüğü tüm davalarda taraflardan en az birinin sürekli siyasi kimlik taşıyan bir yargılama organının başka türlü bir nitelik taşıması da zaten beklenemez. Anayasa Mahkemesinin bu niteliği siyasiler tarafından da çok iyi bilindiği için; Anayasa Mahkemesine atanan üyelerin siyasi kimlikleri hep tartışılır olmuştur zaten.Anayasa Mahkemesi bu siyasi kimliğini günümüzde olduğu gibi kimi zaman açıkça ortaya koyar, kimi zamanda bu kimliğini geri çeker, siyasilerin önünü açar, bu tavrını da rejimin tehdit altında olup olmaması belirler.Anayasa Mahkemeleri temelde Siyasi otoritenin gücünü kontrol altında tutmak, bireyin hak ve özgürlüklerinin teminatı olmak gibi ulvi gerekçelerle kurulsalarda birincil işlevleri kim nederse desin, rejimi korumaktır. 1982 Anayasası, tıpkı 12 Eylül Darbesi gibi siyasilere duyulan güvensizliğin simgesidir ve bir tepki Anayasasıdır. Anayasanın tüm dünyada yaygın olan “Çerçeve Anayasa” yerine hemen her alanda ayrıntılı düzenlemeler getiren “Düzenleyici – Kazuistik Anayasa” olmasının güdüsünde siyasilere duyulan güvensizlik yatar. Netekim; Kenan Evren’in “1982 Anayasası’nı Devlet Adına Tanıtma” konuşmalarını incelediğinizde bu durum açıkça orataya çıkar. Yasaları iyi anlamak isteyenlere naçizane önerim, yasanın salt metnini değil gerekçelerini de okumalarıdır.Anayasa Mahkemesinin bu niteliğini bildikten sonra bakın Anayasanın 148. Maddesinde “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler” diyor diyenlere karşı gerekçe bulmak kolaydır böyle diyenlere Anayasanın 4. Maddesinde “Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” yazıyor diye kolayca karşılık verebiliriz, emin olunuz ki temel görevimiz rejimi korumak olduğuna göre o yazmasaydı başka bir şey de bulabilirdik.Buraya kadar dikkatinizi çekti mi bilmem türban konusu rejimi tehdit eder mi, türban olmalı mı olmamalı mı sorusunu hiç sormadım yanıtını da aramadım. Çünkü bunun hiç bir önemi yoktu, türban sadece kadınlara bırakıldığında, siyasi kavgaların çirkef ortamından çekildiğinde resmi daireler de dahil her yerde takılabilir, kadınlar istedikleri gibi örtünebilir. Burada tarafsız olarak söylemek istediğim şey, Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve Türban konusundaki aldığı net tavrı tahlil etmeye yöneliktir.
yorumlar
artık diyet yapmamıza gerek kalmadı, nede olsa rejim kendini koruyor.hadi hep beraber: çevir kazı yanmasın!
Güzel bir yazi olmus. Neyin ne oldugunu, bayag bi güzel aciklamis yazarimiz. Tesekkür ediyor, böyle güzel yazilarinin devamini diliyorum…Tabii bu arada; hukuk nedir? Nasil uygulanir? Tarafsizlik nedir? Nasil olunmalidir? Girdabinda kivraniyor, fakat bi cikar yol bulamiyorum:)
yazı hukuki süreç ve “kimsenin tarafsız bakamadığı türban meselesini” iyi bir şekilde birbirinden ayırmış. biz daha çok olaya duygusal yaklaşıyoruz. ama ben geçen gün meclis başkanı tarafından yapılan açılımı beğendim. daha önce herhangi bir sebep göstermeden kaldırılmış senato sistemi gerçekten ülkede farklı bir hava yaratabilir. halka daha yakın senatörler belki de hem sistemi hem de kamu vicdanını aynı anda daha iyi koruyabilir… kimbilir…
Aynen katliyorum…
göstermeden kaldırılmış senato sistemi gerçekten ülkede farklı bir hava yaratabiliryahu siz aklinizi kacirmissiniz. bu hukuk tanimaz hukumetin, hic bir bilimsel, mantik yani olmadan, getirecegi korkunc kaosu dusunmeden, tartismaya ve consensus’a varilmadan, dusunulup tartisilmadan ortaya attigi bir seye nasil “aa iyi fikir ay bak cok begendim, olabilir ” diyebiliyorsunuz?? bu belkemiksiz , sabahsiz, sorgusuz sualsiz reviyonist arayislariniz ulkeyi batirdi hala bu ne curet! Sizi hangi kuyunun delilik suyundan ictiniz allah askina soyleyin de biz icmeyelim. Yoksa Kizilirmak suyu boyle mi yapiyor? Hukuku, anayasayi bu kanuntanimaz kovboy tuccar ayaktakimi pic ettiler, ben bir vatandas olarak bu salaklarin “dahiyane” quick fix buluslarina nasil tepkisiz kalirim?Bu ayaktakimi ne haktan ne hukuktan ne demokrasiden anliyor, laiklik bile bilmiyormus pismis kelle bakan gitmis ABDye sikayet ediyor, hala ne senatosu, ne cift parlamentosu??Allahim beni aklima sahip et cildirmayayim.
Yazdıklarımın anlaşılır bulunmasına sevindim. En basit konudaki fikir açıklamaları bile ülkede anlamsız kısır çekişmelere neden oluyor.
Yazıyı tamamlayamadan gitti buradan devam edeyim.Senato konusundaki görüşlere katılmıyorum, mesele rejimi korumak için çeşitli kaleler oluşturmak değil, herkesin nefes alabileceği bir rejimi oluşturmaktır. Yoksa dün sağ sol olur bugün islamcı laik olur arada Kürt Türk olur bakmışsınız islamcılarıda mezheplere göre birbirlerine düşürmüşler (ki bunun ayak izleri görülüyor)Türbanda bu ilkenin gerçeği, ulusal mücadele ruhuda bu ülkenin geleceği, İslamcılar yıllarca askeri okullara öğrenci sokabilmek için didindiler olmadı, Önlerinde toplumda etkili olabilmek için hukuk fakülteleri ve öğretmen yetiştiren yerler kaldı, burala yıllardır ısrarla öğrenci soktular ve bu öğrenciler artık etkili yerlere gelmeye başladılar. Yazının mantığından devam edecek olursam; Rejimin en önemli kalesini çatışarak da olsa ele geçirdiler. Son kale Anayasa Mahkemesidir ve oraya atanan kişilerin etkileri yıllarca sürer. Şimdiki Cumhurbaşkanını atayacağı kişiler minumum 10 sene sonra etkili olacaklardır. Şimdi etkili olanlar Sezer ve Demirel döneminde atananlardır. Anayasa Mahkemesinin rejim bekçiliği yapması ve ortaya koymak zorunda olduğu net tavır bundan kaynaklanmaktadır.
Vencereis pero no convencereisİspanyol ordusu, 1936 yılının temmuz ayında, seçimle gelmiş meclisine ve yasal hükümetine karşı ayaklandı…Amacı bir darbeyle işi çarçabuk bitirmekti, ancak ummadığı bir direnişle karşılaştı. Örneğin Sevilla ve Granada’yı hemen ele geçirdi ama Madrid ve Barcelona’da yenildi.Böylece maç ortada kaldı ve üç yıla yakın sürecek bir iç savaş başladı.Daha ilk aylarda… 1936 sonbaharında… Faşistler Madrid üzerine yürümeye hazırlanıyorlar… Bazı bölgeler ellerinde… Geçici başkentleri de Burgos şehri… (Eski para kolleksiyoncuları! Burgos baskısı peseta banknotları çok değerlidir, bulursanız kaçırmayınız! Bende maalesef yok.)Salamanca şehrinde bir şenlik düzenleniyor… “İspanyol Irkı Şenliği”… Salamanca Üniversitesi’nin konferans salonunda bir toplantı var… General Franco’nun eşi de onur konuğu…İlerigelen faşistler çıkıp konuşmalar yapıyorlar… Bunlardan biri General Millan Astray… Tek gözü yok, tek kolu yok (Fas’ta, sömürge savaşında yitirmiş), eli ayağı tutmaz bir adam… (Dünya tarihinde gelmiş geçmiş en aşağılık heriflerden biridir, General Franco’dan bile berbattır. Franco yavşaktı, bu, pis manyak.)Uzun uzun “asacağız, keseceğiz” tehditleri savuruyor. Ve konuşmasını şu dehşet verici sloganla bitiriyor: Kahrolsun aydınlar! Yaşasın ölüm!”Muera la inteligencia! Viva la muerte!”Ortalık birbirine giriyor, kollar uzanıyor, çığlıklar gırla…Sonra, ünlü İspanyol düşünürü ve yazarı, Salamanca Üniversitesi Rektörü Profesör Don Miguel de Unamuno geliyor kürsüye… Yavaş yavaş derin bir sessizlik çöküyor salona…”Hepiniz,” diyor, “neler söyleyeceğimi merak ediyorsunuz. Öte yandan, beni çok iyi tanıyorsunuz. Böyle bir dönemde susamam. Susmak, yalan söylemek olur. Çünkü susmak, boyun eğmektir.”Devam ediyor: “Az önce burada ölüsevicilerin anlamsız çığlığını duydum, ‘yaşasın ölüm’ diye bir slogan atıldı… Bunu söyleyen General Millan Astray bir sakattır. Cervantes de öyleydi. Fakat General Astray, Cervantes gibi büyük bir adam olmadığı için, amacı bütün İspanya’yı da sakatlamak, kendine benzetmek!”Ve sözlerini şöyle bitiriyor:”Siz kazanacaksınız, çünkü kaba kuvvet sizin elinizde… Fakat sizde akıl da yok, hak hukuk da… Sizin gibi insanlara ‘İspanya’yı düşünün’ demeye gerek bile görmüyorum…”Sonra da, tarihe geçecek o ünlü cümlesini söylüyor:”Yeneceksiniz fakat ikna edemeyeceksiniz!”Unamuno’nun yaptığı kelime oyunu ve uydurduğu kafiye ne yazık ki dilimize bozmadan tercüme edilemiyor. Cümlenin İspanyolca aslı şudur:”Vencereis pero no convencereis!”Sonra ne mi oldu? Unamuno’yu vurmak istediler. Franco’nun eşi engel oldu. Tutukladılar ve “ev hapsine” yatırdılar. Öldürmeye cesaret edemediler, dünyanın tepkisinden korktular, çünkü daha iki ay önce büyük şair Lorca’yı öldürmüşler, dünya ayağa kalkmıştı.Fakat o müthiş ihtiyarın yüreği de bütün bunlara fazla dayanamadı, on hafta sonra tık dedi. Unamuno, insanlık tarihinin “mümtaz evlatları” arasında yerini aldı, ölümsüzlüğe kavuştu.Hiç de öyle solcu molcu değildi, üstelik sağcı bile denilebilirdi kendisine. Ama, adamdı. Adam gibi adamdı.Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.Engin Ardıç / 9 Haziran——————————-Evet, rejimi koruyacaksınız. Ama halkı asla ikna edemeyeceksiniz. Ve yakın geleceğin kaybedeni olmak yüzleşeceksiniz.Aynen Franco’lar ve Astray’lar gibi..