—Uzun süre yokum—Ne, ne demek şimdi bu—Lütfen soru sorma—Yine mi—Lütfen..—Ne demek lütfen, ansızın ortadan kaybolacaksın ve ben yine..—Benim için değerlisin, sadece bil istedim—Ah, çok güzel. Yoksa bir açıklama bile yapmazdın öyle mi—Yasemin sözlerimi çarpıtma—..—Lütfen Yasemin..—Bunun bir sonu var mı?—Sana hep bensiz geliyorum, ama bu gidiş sensiz olmalı—Gizlerinde bende saklı mıyım?—Bunu yapmak hoşuna mı gidiyor?—Kartları neden açık oynamıyorsun, kendimi sana yabancı kılarken bile—Gitmeliyim—Hemen şimdi mi… Bu neyin bedeli söyler misin?—sendeki “ben” için sensizliği seçtim..* Kız neye yoracağını kendisinin bile kestiremediği düşüncelerle evin kapısını anahtarıyla açmaktaydı. İçeri girdi, kapıyı yavaşça kapattı ve müzik setini açtı. Ruhunu huzurla buluşturmayı istemişti aslında, birden gözlerini masanın üzerinde duran hediyelere dikti. Onları kendisine vereni de görmekteydi ve gördüğü düşe bir an bakışlarının sabitlenmesinden olmalı ki o an geri dönüşü zor bir hata yapmakta olduğunu fark etti. Aklında dün gibi anımsadığı bu konuşmalar, sözcükler, anlamlar, anlamsızlıklar dayanılmaz bir koşuşturma içine girmişti. Yanılmamalarından yanılışı bitap tavırlara bürümüştü kızı o anda. Ötelere savurdu pullarını, kazanmak istemiyordu bu sefer. Kalemini kırmıştı işte şimdi iyimserliğin, yakmıştı karargâhlarını gölgelerin, düşlerini ruhunun kayıp şehrinde düşkünler evine hapsetmişti.* Şöyle bir geriye dönüp baktığında birlikte geçirdikleri zamanlarda bile kaçışlarda olduğu iklimleri seziyordu. Bilinmezliklerle mücadele zordu ve biliyordu ki bilemediği ve onun bildirmekten çekindiği iklimlerdeki yaşanmışlıklar yaşamının her anına sirayet ediyor ve izlerini taşıyordu. Kendine dair anlattığı her şeyde bir muğlaklık, zamana yayma ve saklamayı başaramadığı ip uçları… Şimdi, geriye bakıp düşündüğünde geçirilen zaman dilimlerinde yapılan konuşmalar, gezilen mekanlar ve paylaşılan konulardaki satır arası konuşmalardan çıkarımı onun ikinci bir kimlik içinde, gizlemek zorunda olduğu bir görev içinde olduğu kanısına vardırmıştı.* Tek bir resim kalmıştı o günden bu yana. Tüm hatıralardan farklı eylemler içerisinde odanın en ücra yerinde saklı durmaya mahkûm edilmiş bir tek eşya, tek resim. Ah… Kahretsin, resim demesine kızardı hep. Fotoğraf işte… Oysaki ne bir fotoğraf, ne bir mektup, ne bir not.. ikisine ait somut bir şey yoktu.* Boşlukları doldurulmuyordu savunmasızca kurulmuş cümlelerin. Refüze edilen onun hiçliği değil kendi varlığıydı. Soru işaretleri daha mı samimiydi de noktalardan, hiç cümle kurmamayı seçiyordu kendiyle konuşmalarından ziyade. Ve işte bundandı zamansız gülüşlerinin, kurgusu eksik ve anlamasını bilene tabloyu çizdiren fırça darbelerinin suskunluğunda barındırdığı “yalan”ları bizatıhi ruhundan işitmiş olmasının yüreğine sapladığı endişeler. Dayanamıyordu artık, gözlerinden akmayı bekleyen sessizliğini rüzgarın sözcüklerine karıştırmak istiyordu. Pencereyi açtı, soğuk rüzgâr taradı saçlarını. Gözlerinde kömür, saçlarında alev, içi buz gibiydi, yüreğinin boşluğu titriyordu. Geceyi seyrediyordu kız, zor ağlardı halbuki ve yaşlar bugüne egemendi. Onun çılgınlığını sorgulamak, kendisini bir anafora sürükleyecekti ya yoldan sapmalı ve trajediye selam vermeliydi ya da kahramanlık arzusuyla onun hayatı sorgulama temposunu bir deli gibi ömrüne buyur etmeliydi. Hep anlamaya çalışmaktan yorulmuştu. Avuçlarındaki sıcaklığı başka bir yüze sürmüştü bir zamanlar, geri alamadığı için mi başka bir çift gözün dokunamadığı iklimlerde üşüyordu şimdi acaba.. Sonunda üzülmekten korktuğu her şeye istem dışı savunmalarıydı buzdan kaleleri. Tüm oyunların, kurguların orta yerinde “hesapsızca duygulardan” bahsetmek ne kadar mantıklıydı ki.. Şimdi üşümesine sebep sandığı kalabalık düşünceler, ileride mutlak bir yalnızlığa dönüşecekti, mutluluğun uçuculuğunu seçmenin bedeli olarak..Ama bazen Wladyslaw Szpilman’ ı anımsıyordu. Müziğe duyduğu aşk ile tuşlara basmadan notaları çalan ve sonunda dayanamayıp kendini o eşsiz notalara teslim eden adam, tüm bedelleri göze alarak… Cesaret hayatı yaşanılır kılmaya önkoşul idi. Niye kendi yansımasına bu kadar uzaktı ve neden gururdan ördüğü zırhını yıkamıyordu hiç kimse..* Tüm bu düşünceler yormuştu zihnini, bir hışımla içeri girdi ve kendini uyanmak istemediği melodinin kollarına bıraktı..***** Sessizliğe gömülmüş sokakta nefes nefese kalmış ve yapraklarını dökmüş ağacın arkasına yaslanmıştı. Gırtlağına kadar gelip oturmuş canını, dışarıya buharmış gibi soluyordu adam o buz gibi soğukta. Soluyordu farkındaydı ve bu ne kadar yabancı bir eylemdi. Dar bir sokağa saptı. Ayak izleri bitmeden yol bitmeyecekti onun için. Kaç zamandır buradaydı? Kaç gün? Kaç saat? Bilmek istemiyordu. Paltosunun cebinden bir cep telefonu çıkarttı ve tek bir tuşa basıp kapattı. Arayacak olanın ona dönmesini beklemeye başladı. Sis çökmüştü her yere ve göz gözü görmüyordu.* Kurak ikliminde onunla yeşermeye başlayan unutulmuş güzellikler içini burkuyordu. Kızıllığına saçlarının, yüreğini söndürecek lüksü yoktu. Bu sefer geri dönmeyecekti belki de. Onu bilinmezler içerisinde bırakmadığının rahatlığı vardı bu kez. Gerçeklere aklının kayganlığıyla sessizce varacak kadar zeki, kıpırtıların dilini çözüp onunla tanımsız bir dilde konuşabilecek kadar yürekli bir kadın.. Onun siyah gözlerine bakamıyordu adam, çünkü ne zaman baksa gözlerinin içine yerleşmiş o vahşi dürtüleri içinde tutsak ettiği kaçışlara göz kırpıyordu ve sessizce hep aynı değişmez kuralı adamın yüzüne vuruyordu “hata kabul etmiyor”.. Bu yüzden mesafeliydi ona hep, sorgularına yakın ama yakınlarına uzak.Telefonun titremesiyle adamın düşünceleri dağıldı..