Asansörde sırası karışmış kat numaraları arasında en üst katı gösteren sayıyı her bulduğunu zannettiğinde, o sayıdan bir büyük sayının yazılı oldugu düğmeyi, tam da en üst kat zannettiğin katta, asansör kabinini terketmek üzereyken görecek ve kabini terketmekten vazgeçip o katın sakinlerinin sakinliklerine boyun eğmeyeceksin. Kat numarası büyüdükçe aralanan kapıdan gördüklerin seni hep hayal kırıklığına ugratacak. Bazı katlarda beni göreceksin ama bana bulunduğum kattan daha yukarı katlara ait düğme gördüğünü söylemeden beni terkedeceksin. İçinde beni daha yukarı katlarda görme isteğin hiç sönmeyecek. Fakat beni daha yukardaki katlarda her görüşünde benim merak sebebiyle bir arkadaşa (sana) bakıp yerleşik düzenime dönmek üzere olan bir bina sakini oldugum düşüncesi beyninde düşük voltajlı bir gerilim yaratacak. Kabinde seninle aynı amacı paylaştığını iddia eden nice dostlar edineceksin. Bir zaman sonra sen hep bir yüksek numaraya elini uzatırken, onların sırayla bazı katlarda pes edip seni terkettiğini ya da senin ısrarla “büyük sayı bu, bu düğmeye basmalısın!” demene rağmen onların şuursuzca bazen küçük bazen büyük numaralara basarak seni isteyerek(kötülük) ya da istemeyerek(aptallık) terkettiklerini göreceksin.Bir süre benden daha özgürce sana eşlik edenlere, senden koptukları andan sonra, daha yukarılarda artık hiç rastlamayacaksın. Bu beni haklı olarak eşsiz kılacak. Referans noktası kaybetmeyişimle, göz göze geldiğimiz anları cep telefonuma kaydedip, bir başka göze göstermeyişimle senin gözünde “kat kaybetmeyeceğim”. Her yükseldiğin katta benden kopuk, benden hızlı yaşayan ama sayıları giderek azalan insanları takdirle gözleyip, daha bir hızla hem benden, hem onlardan kacacaksın. Kabinde bir tek karıncanın bile olmasına katlanamayacak derecede bunalacak, hatta aynayı bile kıracaksın. Bazı çıkışlarda aynı kabine denk gelme ihtimalimize karşı önlemler alacaksın. Ama yine de her inmekten vazgeçtiğin katta, kapının açılıp kapanması anında, beynine kaydettiğin görüntülere zoom yaptığında; benim insanlardan ayrı, yalnız başıma, bir ateşin başında ısınmak için ellerimi uzatma gösterisi yapmadan(bilirsin araba lastiklerini tekme atarak değil gözlerimle kontrol ederdim) sana doğru gülümseme, hüzün, depresyon, mani gibi insani yüz ifadeleri içermeyen delici bakışlarımı farkedeceksin. Farklı yollardan, farklı maddeler aracılığıyla aynı duygu katlarında karşılaşmalarımız sende her seferinde farklı duygular yaratacak. “Beni gördün biliyorum!” diye mesaj atacağım; “Yaşanılan bir an, farklı olmak için, tanımlanmamaya mecburdur” diyebilmek için beni cevapsız bırakacaksın. ‘Beni beyninde ne kadar küçültürsen dünya o kadar zarar görür’ diye hipertecno bir ayet indirecegim (gecen yaz söz verdiğim gibi: ‘Dost, sevgili, akraba, dediğin beynimizde sentezlediğimiz bir kaç mikrogram protein, protein dediğin üç beş kendini bilmez aminoasit, aminoasit dediğin bir grup serseri molekül, molekül dediğin bir grup sıradan atom, atom dediğin bir patlarsa eğer taş üstünde taş kalmaz; bir hadisenin değeri kütlesiyle ölçülmez. Maddeye değer verenin dağılmayan yeri kalmaz.’ ) Hayatında benim yerim hiç olmadığı kadar küçülecek ve bu ayet bile bu bitkisel paylaşıma dirim katmayacak. Yine de farklı kabinlerle yükselirken ara ara göz göze gelmekten kaçamayacagiz.Ve bir an olacak ki tam birbirimizi ‘O artık bir ölü olmalı!’ diyebilecek kadar hiçe saydığımız o en üst kata çok yakın katlarda, nihayete ermek üzere, ayni kabini paylaşmak zorunda kalacağız. Kabinde kimse olmadığı gibi bir kaç katlık yükselişimiz sırasında aralanan asansör kapısından dışarıya baktığımızda hiç bir can ve hiç bir ruh görmeyecegiz. İkimiz de aynı anda ‘En yüksek kat!’ yazan son düğmeyi göreceğiz. Ben yavaşça o düğmeye uzanırken sen hiddetle-hızla, bana, Tanrıya, kendine, tarihe ve felsefeye son bir ders vermek için bütün insanların basmaya korktuğu, üzeri tozlu, ‘Zemin’ yazan düğmeye basacaksın. ‘Nooldu yiğitim? Başkasının kabiniyle cennete gitmeye utanmıyormusun!’ dercesine bana bakarak elini gururla o düğmeden çekince, parmağına yapışan etiketi farkedeceksin. O ‘Zemin’ yazılı etiketi, o kimsenin bulamadığı düğmeye benim yapıştırdığımı hemen anlayıp, etiketin altında yazan ‘E’ harfini sorgurlarcasına, benim bu tarzımı bildiğin için çok da saşırmadan, bana “Eeee?” diye soracaksın. Ben de “Eşittir em ce kare!” diyeceğim. Maddelerimiz bütünüyle enerjiye dönüşüp geldiği yere doğru, sonsuzluğa doğru motorsuz, sezsiz, sakin, hedefi şaşmaz ama ölçülemez bir hızla yol almaya baslayacak.insanlık en uzaktaki yıldızları gösterebilecek nitelikteki teleskopları icat ettiğinde uzayın sonu kabul edecekleri noktada birbirine yakın iki yıldız gözlemleyecekler. Bu iki yıldızın diğer bütün yıldızlardan farklı şekilde dakikada ortalama 60-100 defa dirimsel ortalama hızla yanıp sönen tuhaf iki yıldız olduğunu görecekler. Hiç bir matematik formülü ve hiç bir fizik yasası bu tuhaflığı açıklamaya hipotez dahi olamayacak. İnsanlik o an “Cortex” adını koyduğumuz yaşam biçimine kayıtsız şartsız boyun eğecek. İki yıldız, farklı ritmlerle yaklaşık aynı dirimsel ortalama atım hızıyla kural, kanun, hipotez tanımadan sonsuzluğa kadar, bir süpernova bir karadelik, bir patlama bir sönme, bir atma bir durma hareketlerini görkemli şekilde insanlığa izlettirecek. Öyle bir ritm ki hiçbir atım aralığı tam olarak birbirine eşit değil, ama yine de yaşamsal bir şaşmaz ortalama hıza sahip…… Geçen yıl trafik kazasında kaybettiğim canım arkadaşıma, en iyi dostuma, o ölmeden önce yazıp ona gönderdiğim ve onun okuyup kendi sitesinde yayınladığı yazımı üzüntümden eksilme olmadan sizlerle paylaşmak istedim. O öleceğini, ben de onun benden önce öleceğini hissetmiştik. Ölen ölür, ölmeyenler de ölür….