bildirgec.org

hiclik hakkında tüm yazılar

Çizgiyi Aştığında Zaman

Colpadan | 11 November 2009 17:34

Geçmişi düşündükçe içim sızlar bazen
Ah o eski şarkılar, gençlik ve aşk
Özlemle baktığımda nostaljiden
Dindirmez hüznümü mercanköşk

Işık

Colpadan | 02 November 2009 18:32

Bir ışık doğdu zamanın başlangıcında
Kendisinden bile hızlı, siyahın zıttı
Karanlığın ortasında
Hiçliği yırttı

Bir ışık doğdu zamanın başlangıcında
Umut oldu, uzandı kolları, ısıttı
Milyar yıl sonunda
Kalıntıları hala çok parlaktı

Her şeyden habersiz gönül
Bir kıvılcım tüm ömür
Hırs dolu acınası halin
Gerçeği ölüm anı görür

Bir ışık doğdu zamanın başlangıcında
Hala çok genç, bembeyaz, ölümden uzak
Nefes verir, şans tanır yaşamın başında
Görmeyene hayat tuzak

Hiç

haritametoddefterikasalKSL | 26 July 2009 14:19

Küçük bir çocukken ne çok hayal kurardim.Dünyanin gidişatını tek başima değiştiremeyeceğim gerçeğini bana bir türlü anlatamadilar,inandiramadilar.Çevremde henuz kavrayamadiğim onca şey olurken ,ben bir süper kahraman oldugumu düşünür,büyümek için sabırsızlanirdim.Filmlerde gördüğümüz kahramanlardan daha farklıydı ve daha gerçekçiydi,olmadik güçlerim yoktu,uçamiyordum,gözlerimle bir duvarin arkasini göremiyordum,keskin kılıçlar ve amansiz silahlarim yoktu.Cılız bir çocuktum ve bu insansı haliyle çok daha gerçekti.İnanilmaz bir duygu idi ve bu beni etrafimdaki herkesten çok farklı olduguma inandirdi.)

Ergenlik dönemim geldi çattı ve bir anda değişti herşey benim için.İçimdeki o süper kahraman yontulmuştu ve epeyce farklılaşmişti.Artık dünyanin geleceği,barış huzur ve insanlara koşulsuz yardim etme eğilimimin yerine ,süper kahramanin kendi hayatini değiştirebileceğine,barındırdığım tüm zaafiyetlerin ve hoşuma gitmeyen tüm unsurlarimin üstesinden gelebileceğimi düşünmeye başlamış ve beni çok farklı ve güçlü yapacaği kanaatindeydim.Beni bilenler için tarif ediyorum.Şimdilerde ortalama bir hayati olan,basit memnuniyetler edinmiş ,sıradan ve bir boka yaramayan biri olarak tarif edebiliyorum kendimi.Artık kendimde dünyayi,hayati ve kendimi değiştirecek gücü bulamiyorum.Süper kahraman aldiği darbelerle gebermiş yok olurken,o muhteşem kostumun altindan,görünürde güçlü ama gerçekte çelimsiz bir ben çıktım.

Ölüm

nanotoni | 17 October 2008 10:42

Ben sana ‘sakın ölme’ demedim, sen de bana ‘aman öl’ demedin. İki canlının tam aynı anda ölmesi mümkün olmadığına göre birimiz daha erken ölecektik. İlk önce ölen kazanır mı dedi birisi? ‘Ölümün de iyi tarafları var be adamım!’ deyiversen çıkıpta. Ölüm riskinden kurtulmanın tek yolunu buldun işte. Yaşayan kimsenin bilmediği hissetmediği göremediği bir şeye vakıf olabilmek için canını verebileceğinden hepimiz emindik. Kendini otherside a transfer ettin ve bedenin ortama bir bütün halde cevap verebilme yeteneğini yitirdiği için otherside dan bu tarafa geçiş yapamıyorsun değilmi. Her iki taraftada kendini varedebildiğini iddia edenlere cevap mı oldun.

Ölüm, parapsikoloji, özlem, hiçlik

nanotoni | 12 October 2008 15:08

Asansörde sırası karışmış kat numaraları arasında en üst katı gösteren sayıyı her bulduğunu zannettiğinde, o sayıdan bir büyük sayının yazılı oldugu düğmeyi, tam da en üst kat zannettiğin katta, asansör kabinini terketmek üzereyken görecek ve kabini terketmekten vazgeçip o katın sakinlerinin sakinliklerine boyun eğmeyeceksin. Kat numarası büyüdükçe aralanan kapıdan gördüklerin seni hep hayal kırıklığına ugratacak. Bazı katlarda beni göreceksin ama bana bulunduğum kattan daha yukarı katlara ait düğme gördüğünü söylemeden beni terkedeceksin. İçinde beni daha yukarı katlarda görme isteğin hiç sönmeyecek. Fakat beni daha yukardaki katlarda her görüşünde benim merak sebebiyle bir arkadaşa (sana) bakıp yerleşik düzenime dönmek üzere olan bir bina sakini oldugum düşüncesi beyninde düşük voltajlı bir gerilim yaratacak. Kabinde seninle aynı amacı paylaştığını iddia eden nice dostlar edineceksin. Bir zaman sonra sen hep bir yüksek numaraya elini uzatırken, onların sırayla bazı katlarda pes edip seni terkettiğini ya da senin ısrarla “büyük sayı bu, bu düğmeye basmalısın!” demene rağmen onların şuursuzca bazen küçük bazen büyük numaralara basarak seni isteyerek(kötülük) ya da istemeyerek(aptallık) terkettiklerini göreceksin.
Bir süre benden daha özgürce sana eşlik edenlere, senden koptukları andan sonra, daha yukarılarda artık hiç rastlamayacaksın. Bu beni haklı olarak eşsiz kılacak. Referans noktası kaybetmeyişimle, göz göze geldiğimiz anları cep telefonuma kaydedip, bir başka göze göstermeyişimle senin gözünde “kat kaybetmeyeceğim”. Her yükseldiğin katta benden kopuk, benden hızlı yaşayan ama sayıları giderek azalan insanları takdirle gözleyip, daha bir hızla hem benden, hem onlardan kacacaksın. Kabinde bir tek karıncanın bile olmasına katlanamayacak derecede bunalacak, hatta aynayı bile kıracaksın. Bazı çıkışlarda aynı kabine denk gelme ihtimalimize karşı önlemler alacaksın. Ama yine de her inmekten vazgeçtiğin katta, kapının açılıp kapanması anında, beynine kaydettiğin görüntülere zoom yaptığında; benim insanlardan ayrı, yalnız başıma, bir ateşin başında ısınmak için ellerimi uzatma gösterisi yapmadan(bilirsin araba lastiklerini tekme atarak değil gözlerimle kontrol ederdim) sana doğru gülümseme, hüzün, depresyon, mani gibi insani yüz ifadeleri içermeyen delici bakışlarımı farkedeceksin. Farklı yollardan, farklı maddeler aracılığıyla aynı duygu katlarında karşılaşmalarımız sende her seferinde farklı duygular yaratacak. “Beni gördün biliyorum!” diye mesaj atacağım; “Yaşanılan bir an, farklı olmak için, tanımlanmamaya mecburdur” diyebilmek için beni cevapsız bırakacaksın. ‘Beni beyninde ne kadar küçültürsen dünya o kadar zarar görür’ diye hipertecno bir ayet indirecegim (gecen yaz söz verdiğim gibi: ‘Dost, sevgili, akraba, dediğin beynimizde sentezlediğimiz bir kaç mikrogram protein, protein dediğin üç beş kendini bilmez aminoasit, aminoasit dediğin bir grup serseri molekül, molekül dediğin bir grup sıradan atom, atom dediğin bir patlarsa eğer taş üstünde taş kalmaz; bir hadisenin değeri kütlesiyle ölçülmez. Maddeye değer verenin dağılmayan yeri kalmaz.’ ) Hayatında benim yerim hiç olmadığı kadar küçülecek ve bu ayet bile bu bitkisel paylaşıma dirim katmayacak. Yine de farklı kabinlerle yükselirken ara ara göz göze gelmekten kaçamayacagiz.Ve bir an olacak ki tam birbirimizi ‘O artık bir ölü olmalı!’ diyebilecek kadar hiçe saydığımız o en üst kata çok yakın katlarda, nihayete ermek üzere, ayni kabini paylaşmak zorunda kalacağız. Kabinde kimse olmadığı gibi bir kaç katlık yükselişimiz sırasında aralanan asansör kapısından dışarıya baktığımızda hiç bir can ve hiç bir ruh görmeyecegiz. İkimiz de aynı anda ‘En yüksek kat!’ yazan son düğmeyi göreceğiz. Ben yavaşça o düğmeye uzanırken sen hiddetle-hızla, bana, Tanrıya, kendine, tarihe ve felsefeye son bir ders vermek için bütün insanların basmaya korktuğu, üzeri tozlu, ‘Zemin’ yazan düğmeye basacaksın. ‘Nooldu yiğitim? Başkasının kabiniyle cennete gitmeye utanmıyormusun!’ dercesine bana bakarak elini gururla o düğmeden çekince, parmağına yapışan etiketi farkedeceksin. O ‘Zemin’ yazılı etiketi, o kimsenin bulamadığı düğmeye benim yapıştırdığımı hemen anlayıp, etiketin altında yazan ‘E’ harfini sorgurlarcasına, benim bu tarzımı bildiğin için çok da saşırmadan, bana “Eeee?” diye soracaksın. Ben de “Eşittir em ce kare!” diyeceğim. Maddelerimiz bütünüyle enerjiye dönüşüp geldiği yere doğru, sonsuzluğa doğru motorsuz, sezsiz, sakin, hedefi şaşmaz ama ölçülemez bir hızla yol almaya baslayacak.insanlık en uzaktaki yıldızları gösterebilecek nitelikteki teleskopları icat ettiğinde uzayın sonu kabul edecekleri noktada birbirine yakın iki yıldız gözlemleyecekler. Bu iki yıldızın diğer bütün yıldızlardan farklı şekilde dakikada ortalama 60-100 defa dirimsel ortalama hızla yanıp sönen tuhaf iki yıldız olduğunu görecekler. Hiç bir matematik formülü ve hiç bir fizik yasası bu tuhaflığı açıklamaya hipotez dahi olamayacak. İnsanlik o an “Cortex” adını koyduğumuz yaşam biçimine kayıtsız şartsız boyun eğecek. İki yıldız, farklı ritmlerle yaklaşık aynı dirimsel ortalama atım hızıyla kural, kanun, hipotez tanımadan sonsuzluğa kadar, bir süpernova bir karadelik, bir patlama bir sönme, bir atma bir durma hareketlerini görkemli şekilde insanlığa izlettirecek. Öyle bir ritm ki hiçbir atım aralığı tam olarak birbirine eşit değil, ama yine de yaşamsal bir şaşmaz ortalama hıza sahip…… Geçen yıl trafik kazasında kaybettiğim canım arkadaşıma, en iyi dostuma, o ölmeden önce yazıp ona gönderdiğim ve onun okuyup kendi sitesinde yayınladığı yazımı üzüntümden eksilme olmadan sizlerle paylaşmak istedim. O öleceğini, ben de onun benden önce öleceğini hissetmiştik. Ölen ölür, ölmeyenler de ölür….

Biraz Sessizlik

spinodal | 23 August 2007 15:36

Hafif camiasında bir yeniliğe imza atmanın mutluluğunu yaşıyorum. Siz şu anda bu yazıyı okurken, yazının konusu oluşturan müzik parçasını da size dinletebiliyorum. Bu hizmeti size ulaştırabilmemdeki en büyük kolaylığı bana, parçanın bestecisi olan John Cage sağlamaktadır.
Amerikalı besteci John Milton Cage Jr. (1912–1992) enstrumanların alışılmışın dışında kullanımları, elektronik müzik ve rastlantısal müzik (chance music-en uygun Türkçe karşılık bu gibi geldi) konularında bir öncüymüş. Aynı zamanda filozof ve yazar olan John Cage 1952 yılında dört dakika otuzüç saniyelik bir beste yapmış. Bestenin adı da 4’33”. (Daha önce hafif’te adı geçmiş ve -şu anda bağlantı çalışmasa da- bağlantı verilmiş ama kendine ait bir yazıyı hakettiğini düşündüm bu bestenin.)

John Cage
John Cage

İlk olarak piyano ile icra edilse de beste aslında her türlü enstrumanla icra edilebilir bir yapıdadır. Çünkü tamamıyla sessizlikten oluşan üç bölümden ibarettir. Bu üç parçanın uzunluğu icra edenin kendi kararına bırakılmıştır. Aslında parçanın tamamının uzunluğu da icra edenin kendi keyfine kalmıştır. Besteleri kendi egosundan etkilenmesin diye beste yaparken tarot kartlarına baktığı yönünde söylentiler olan biri için bu yaklaşım oldukça normal.

piç olmak vardi !

| 22 August 2007 10:24

tekbasina yasamak
tekbasina yasamak

Denize doğru döndü yüzünü, güzel elleriyle bir sigara çıkarttı paketinden ve yaktı… O kadar derin çekti ki içine, sigaranın nerdeyse yarısı yandı… parmaklarının arasında…

– Sigarayı yutuver, olsun bitsin …

– Biliyor musun en güzeli piç olmakmış şu dünyada… O zaman, işte o zaman ne babanın annene kötü davranmasını, ne de kardeşlerinin acılarını, çaresizliklerini seyretmene gerek yok… çünki onlar yok…. Sen bir başınasın…hayatta bir tek kendini düşünerek yaşamak nasıl birşey acaba??? Babama birşey olsa annem ne yapar?…. Kim okutur onları??? Ya daha evlenmemiş gencecik yiğitlerim ne yapar?… Anama birşey olsa hasta kardeşime kim bakacak?… oofffffff yalnızlık bir dert, kalabalık ayrı bir dert… Ben yine diyorum, piç olmak en güzeli….pic olmak vardi.

***HİÇ***OLMAK***

egomeltem | 03 July 2007 02:14

***HİÇ***
Saat sabahın 4’ü ”hiçlik”teyim demek isterdim ama değilim işte, sadece zihnimin esaretinde benliğim. Ne yazdığımın farkındayım nede yazacaklarımın. Huysuz geceye gömülmüş bendenim; günün tekrar çıkışını bekler nöbette gözlerim . Hayatın tekrarının gölgeleri vurdu yüreğime… ey sevdam ey yaşam ey var olan değerler, esaretim artık yeter yeter… istemiyorum değerlerimin esiri, sadece olmak istiyorum …sadece olmak ; üstelik anlamını bilmeden ve tam olarak ne olduğunu da ama sadece olmak ; erdemli mi yoksa umarsız mı bilinmez olmak, yada ne der, ne verir insana var mıdır değerleri özleşmişlikleri çabalar mı denge için yada kendi dengede midir ki? Söz de değil özde midir? Asıl geçişken midir, yoksa hayat pratiğinin gölgeleri midir olmak …hangi yeti tamamlar eksik kalan duruşları. Ruhun bileğimidir bükülen yoksa kendisimi … olmamışlıkta olan var mıdır? sayılır mı hesapsızlık ta … kaç boş vermişlik kabul görür dersiniz hayatta doğru sayılan … kim bilir ? yada bilmek mi gerekir …Boş verip geçmişi, dolu alabilir miyiz geleceği?… İşte işin sırrı yapabilene; boş ver yaşanmışlıkları ve dolu al daha henüz yaşanacakları…nede olsa bilinmezlere gebeyiz, düşlerimiz duamız olmuş nasıl olsa ümit kapısında …Bazen bir eksik bazen bir fazla değilmiyiz zaten kendimize ? E o zaman bu hesaplaşma niye niye bağrımız yakar kendini biz istemiyoruz üstelik diye yırtınırken …çitilemeden depreşmeden durur mu zihnin dualitenin ortasında? Kendi kausun da kargaşa yaratırken bu çığırtkanlık niye; niye esiriyiz değerlerin onlara değer biçen bilinç kimin ? Sen sen misin yeter mi ki irdelemeye sanki benliğin . Nedir ‘’olmak’’ dediğin??? Meltemce:)

Hiçlik

astral | 28 October 2006 03:15

Hiç bir şey istemiyorum
İstememeyi istiyorum
Ne
somutlanmak
Mümkün şu hayatta
Ne
De
Soyutlanmak

Ben giderim böyle
Bin bir derde divana