ORTAK SAVUNMALARINA “EZENLERE KARŞI VERDIKLERiMOCADELELERDE ÖLEN TÜM EZILENLERE SELAM OLSUN”DIYE BAŞLADILAR…
İddianameye şöyle girmişti savcı:”1968 yılı Türkiye’sindeki kıpırdanışlar gözle görünür bir durum arz ettiği halde, gaflet, korku, kurnazlık ve ihtiras içerisinde bekleniyor, sükunetle karşılanıyor, devamında fayda umuluyor, samimi ve gerçekçi bakışlarla karşılanıyordu. O günlerden bu güne gelindi; basiretliler geleceği gördüler, gizli yöneticiler kayboldular, kurnazlar lüzumlu dersi hafif geçiştirerek aldılar, gafiller uyandılar, korkaklar hala yerlerinde muhterisler umduklarım bulamadılar: Türk milleti uyanıktı…”Savcı iddianamesi sonunda yirmi bir sanık hakkında 146/1’den ölüm cezası istiyordu.

Hüseyin Aslan
Yusuf Aslan

Deniz, Yusuf ve avukatları 16.7.71’de mahkemeye güvensizliklerini bildirmişler ve bu istek reddedilmişti.Deniz Gezmiş ve arkadaşları ortak bir savunma hazırlamışlardı. Savunmalarına şöyle başlamışlardı:”… İçinde bulunduğumuz şartlar, geniş bir savunma yapmamızı ve şahıslarımızda zincire vurulmak istenen bilimi ve gerçekleri savunmamızı gerektiriyor. Amacımız, aleyhimize verilecek cezayı önlemekten çok, doğruluğuna inandığımız doğa ve toplum kanunlarının, insanlık tarihine nasıl yön verdiğini açıklamaktır. ‘Toplumların tarihi, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadelelerin tarihidir. çağımıza kadar bu mücadelelerde ezilenler daima yenilmişlerdi. Fakat 20. yy. tarihimiz, ezenlerin barbarlığına ve bütün baskılarına rağmen ezilenlerin kurtuluşuna sahne olmaktadır. Günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarı uğruna yoksul ulusları boyunduruğu altında tutan EMPERYALİZM’dir. İnsanlık tarihi gericiliğin, barbarlığın ve vahşetin son kalesi olan emperyalizmin de sonunu müjdeliyor.Bütün ezilen uluslar, emperyalizme her gün darbe üstüne darbe vuruyorlar. Asırlardır ezenlere karşı mücadelelerde hayatlarını feda edenlerin çabaları boşa gitmemiştir. Dünyamız zafer türkülerini söylemek üzeredir…Ezenlere karşı verdikleri mücadelelerde, ölen tüm ezilenlere selam olsun… Dünyanın ve Ortadoğu’nun en eski devletlerinden biri olan Türkiye, hala kalkınamamış olup, yarı bağımlı durumdadır. Bir avuç sermaye çevresi Amerikan doları uğruna ulusumuza ihanet etmiş ve bağımsızlığımızı yabancılara ticaret konusu yapmışlardır. Yurdumuzun bağımsızlığı için giriştiği -miz bu kavgada Kurtuluş Savaşı’mızda şehit olanların onurlarını ve ulusumuzun kaderini korumaya kararlı olduğumuzu bildiriyoruz.Kurtuluş Savaşı’mızın tüm şehitlerine selam olsun. çağımıza damgasını vuran en güçlü silah bağımsızlık ve kurtuluş savaşlarıdır. Emperyalizme karşı verdikleri mücadelelerinde başlarını eğmeden kahramanca savaşan tüm ezilen uluslara selam olsun. İşçiler, köylüler, öğrenciler ve tüm yurtseverler gericilere kahramanca karşı koymuşlar ve bu uğurda birçokları şehit olmuştur. Emperyalizme ve onun emrindeki uşaklara karşı verdiğimiz kutsal bağımsızlık kavgamızın şehitlerine selam olsun…”………….Ve Denizler uzun savunmalarını şu sözlerle tamamladılar:”Sayın Savcı,1 – Amerikan emperyalizmi gayri millidir.2 – Ona ortaklık edenler ulusumuza ihanet etmişlerdir.3 – Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise anayasayı ihlal değildir.4 – Gayri milli olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, anayasaya aykırıdır.Buna göre iki şey var:1 – Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalayı hazırladınızsa, dikkatli olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız…2 – Yok eğer yaptığınızın bilincindeyseniz; yolunuz açık olsun. “Denizler’in savunmalarını tamamlamaları ve hüküm günüyle ilgili anılarını Avukat Zeki Oruç Erel şöyle anlatıyor:”Savunmalann sonuna gelmiştik. Müşterek savunmayı, mahkemenin çalıştığı binanın bitişiğindekİ ana tamir depolarının çeşitli yerlerine komilmuş olabileceğini, aklımızın kenanndan bile geçiremiyoruz o anda.Mahkeme salonunda, hepimizin dikkatini derhal çeken; ama cevabını bir türlü bulamadığımız, büyük bir gariplik var. Tahta parmaklıklarla çevrili; yargılananların tümünü rahatça alan, içinde her zaman 20-25 iskemlenin bulunduğu “sanıklar bölümü” iyice küçültülmüş. Oraya, bugün, sadece 3 iskemle koymuşlar. Halbuki hakkında hüküm verilecek en az 20 kişi var.
Bir türlü yanıtını bulamağımız garipliğin nedenini, biraz sonra, orada bulunan herkes gibi, biz de öğreneceğiz.Komando erlerinden oluşan “patika yol “un içinden, önce Deniz’le Yusuf’u, getirdiler. Arkadaşlannın nerede olduğunu bilmedikleri belli. Hatta bize bakıp, gözleriyle soruyorlar. Biz de bilmediğimizi belirten hareketlerle cevap veriyoruz.Duruşma Yargıcı Ahmet Tetik:”Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya… T.C.K.’nın 146/L.maddesine… Ölüm cezasına… Tahfife mahal olmadığına…Deniz; hiç beklemeden, dimdik, yumruğu sıkılı, kolu havada bağınyor.”YAŞASIN BAGIMSIZ TÜRKİYE”Yusuf, aynı şekilde:”YAŞASIN BAGIMSIZ TÜRKİYE”Sonra Hüseyin, Atilla ve diğerleri..Ama görevliler, gençlere son sözleri söyleme fırsatı vermemeye, hepimizin gözleri önünde duruşma salonunda, sıkılıyumruğu ,havaya kalkan her birinin üzerine çullanıp, yakapaça dışarı atmaya başladılar…”Haklarındaki hükmü dinlemeye salona ilk giren Deniz’le Yusuf, dışan çıkınca birbirlerine “vatan sağ olsun” diyerek sanlmış ve sonra kelepçelenip götürülmüşlerdi. Arkadaşları adına, Deniz, Yusuf, Atilla Keskin ve Hüseyin okumuşlardı. Savunmamn son bölümünü, zaman zaman yazılı metne bakarak, fakat, genellikle mealen yapan Hüseyin, mahkeme heyetinde, gerçek anlamda tam bir etki yaratmıştı. O kadar bilimsel ve içten konuşmuştu ki; duruşma’ yargıcı Ahmet Tetik renkten renge giriyor, üye Mehmet Turan da oldukça etkilenmiş görünüyordu. Ancak çok dikkatli bir gözlemle anlaşılabilecek, içe dönük paniğine rağmen, Mahkeme Başkam Ali Elverdi hiç renk vermemeğe çalışıyordu.Mahkemenin bu görünümüne bakan biz avukatların büyük. çoğunluğu, hiçbir idam kararı çıkmayacağım ummaya başlamıştık.……..9 Ekim 1971 günü gelip çattı. Bugün hüküm verilecekti. Askeri Veteriner Okulu’nun çevresinde, avlusunda ve içinde her zamankinden çok daha fazla önlem alınmış; sadece tank, top getirmemişler, o kadar. Askeri ambulanslar orada; park yerine çekilip konulmuş. Demek, haklarında hüküm verilecekler getirilmişler.Artık olağan duruma gelen, üstümüzün başımızın, çanta ve evraklarımızın aranıp taranmasından sonra, dış kapıdan giriyoruz. Binanın girişinden başlayıp, merdivenlere, koridorlarda süren ve duruşma salonunda “sanıklar bölmesinde son bulan, onlarca komando erinin yan yana ve karşı karşıya dizilmesiyle meydana getirilmiş; yani insandan meydana getirilmiş ince, patika gibi bir yol var. “Patika”dan geçip, duruşma salonuna giriyoruz. Yusuf, Deniz, Hüseyin ve arkadaşları salonda gene yok. Halbuki, aşağıda ambulansları görmüştük. Savunduğumuz kişilerin, birbirinden ayrı ayrı mahkemenin çalıştığı binanın bitişiğindeki ana tamir depolarının çeşitli yerlerine konulmuş olabileceğini, aklımızın kenarından bile geçiremiyoruz o anda.Mahkeme salonunda, hepimizin dikkatini derhal çeken; ama cevabını bir türlü bulamadığımız, büyük bir gariplik var. Tahta parmaklıklarla çevrili; yargılananların tümünü rahatça alan, içinde her zaman 20-25 iskemlenin bulunduğu “sanıklar bölümü” iyice küçültülmüş. Oraya, bugün, sadece 3 iskemle koymuşlar. Halbuki hakkında hüküm verilecek en az 20 kişi var.Bir türlü yanıtını bulamağımız garipliğin nedenini, biraz sonra, orada bulunan herkes gibi, biz de öğreneceğiz. Komando erlerinden oluşan “patika yol “un içinden, önce Deniz’le Yusuf’u, getirdiler. Arkadaşlarının nerede olduğunu bilmedikleri belli. Hatta bize bakıp, gözleriyle soruyorlar. Biz de bilmediğimizi belirten hareketlerle cevap veriyoruz.Duruşma Yargıcı Ahmet Tetik:”Anayasayı tebdil, tağyir ve ilgaya… T.C.K.’nın 146/1. maddesine… Ölüm cezasına… Tahfife mahal olmadığına…Deniz; hiç beklemeden, dimdik, yumruğu sıkılı, kolu havada bağırıyor.”YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE”Yusuf, aynı şekilde:”YAŞASIN BAĞIMSIZ TÜRKİYE”Sonra Hüseyin, Atilla ve diğerleri..Ama görevliler, gençlere son sözleri söyleme fırsatı vermemeye, hepimizin gözleri önünde duruşma salonunda, sıkılıyumruğu ,havaya kalkan her birinin üzerine çullanıp, yakapaça dışarı atmaya başladılar…” Haklanndaki hükmü dinlemeye salona ilk giren Deniz’le Yusuf, dışan çıkınca birbirlerine “vatan sağ olsun” diyerek sanlmış ve sonra kelepçelenip götürülmüşlerdi.