Bkz

Mizah Merkezi’ne bahar gelmiş. Herkes hafiflemiş gibi, daha neşeli, ölüm düşüncesinin getirdiği karamsarlıktan sıyrılmış. Bu kursun en ilginç özelliği bu belki de, 150.buluşmadan sonra bile herşey yeniden başlayabiliyor, yeni birisi çıka gelip, kağıdın üstüne bişeyler çiziktirebilir. Bir nevi pembe dizi. Bu haftanın yeni karakterleri: Ateş fırlatan çocuk, Portakal, Cosmo Şehmus, Kulağı Duymayan Kız ve Leyl’a. Leyl’a ile Kulağı duymayan Kız ilk kez geliyor. Leyl’a Uzun Saçlı Kız’la burada buluşmak için sözleşmiş. Geçen haftaki, tahrip gücü yüksek laflardan sonra Uzun Saçlı Kız gelmemiş. Leyl’a yanlız kalmış.


Ateş’in herşeye hayret etme kabiliyeti var: “A öyle mi?Hadi ya!! Bak bunu bilmiyordum!!”. Bir de kibritten yaptığı füze rampasıyla karşı masadakilere yanan kibritleri fırlatıyor. Arkasından, “Kanımız, Canımız, Feda sana ya Saddam!” marşını şöylüyor. Karşı masada oturan Portakal da kendi füzelerini imal etmeye karar vermiş, kibritler havada uçuşuyor. “Arkadaşlar doğru duralım!” diyor Pişekârcığım. “Bu Ruşen, hakkımızda ileri geri yazılar yayınlıyormuş hafif.org’da.”


Ateş doğal olarak şaşırıyor: “Sahi mi, ben de arkadaşın yazdığı bir romanda oynadım geçenlerde, yakında yayınlanacak. Osmanlı zamanında geçiyor, Kadı Debelemez karakterini bana bakarak yazmış.” Kavuklu: ” Hadi ya, poz mu verdin, fotoğraftan mı çalışmış arkadaşın?”


İlgiyi tekrar üstüne çekmek isteyen Şemus konuyu değiştirmeye çalışıyor: “Geçen gün ne oldu biliyo musunuz, taksiye binmiştim, taksici tutukladı beni!” Pişekâr: “Nasıl yani??” “Sivil polismiş taksici, yoldan geçeken göstericileri gözaltına alıyorlardı, ben de ne yapmış ki adamlar, niye tutukluyorlar dedim, şeklimiz de doğulu ya, taksici hemen karakola çekti, beni de gözaltına aldılar. Sonra içeri girdim, kodeste adamlar rakı sofrası kurmuş, içki içiyorlar, gel hele anlat bakalım delikanlı sen neden düştün buralara dediler, uzun hikaye dedim, boşverin…” “Geçenlerde Çevik Kuvvetin önünden geçerken de bir hayli ilgisini çekmiştin polis kardeşlerin.” “Ha evet internetten bomba yapma tekniklerini okumuştum, onu mu diyosun?” “Evet, hepimiz bir ağızdan “Sen bomba yapmayı biliyordun değil mi Şeyhmus deyince nasıl da dönüp bakmışlardı ama!” “Evet, bomba yapmayı biliyorum sahiden de. Ama şimdi daha hayati şeyler üstüne çalışıyorum…” “Ne mesela?” “Bizim sitedeki arabaların plaka numaralarını yazıyorum bi kağıda, ileride otuzbir çekerken lazım olabilir.” “Ne!!!” “Yolda kalırsam o numaralara bakıp otuzbir çekcem.” “Otostop mu mu demek istiyorsun?” “Ha.. evet otostop…Depremde eve dönerken de işe yaramıştı, Otobüse bindim, para istediler, ben görevliyim benden para alamazsınız diye bağırdım, otobüsten attılar..Sonra ben de kamyonlara otuzbir çektim, şey yani otostop demek istedim.”

Sivil amca, mangalı yakmış çocukları çağırıyor: Balkonda tavuk ızgara partisi var. Herkes harekete geçti. Kulağı duymayan kız kağıdın üstünde dudaklarını sıkarak çizimini bitirmeye çalışıyor. Leyl’a Kulağı Duymayan Kız’a tavuk taklidi yaparak yemeğin hazır olduğunu anlatmaya çalışıyor. Kız, birden bire kollarını kanat gibi çırpan Leyl’a ya tuhaf tuhaf bakıyor. Kağıda yazmaya karar veriyorlar. “Hayır teşekkür ederim, ben yemeyeceğim, eve döneceğim birazdan.” deyiveriyor şaşırıyoruz. Bu kızın kulakları duymuyor muydu? Demek ki konuşmasını biliyormuş.

Izgara tavuk partisi hareketli geçiyor. Kavuklu, tavuk kanatlarının tavuk olmadan uçabileceğini ıspatlamak için, yandaki stada fırlatıyor. Aşağıda sokak köpekleri toplanmaya başladı bile. Başarısız her uçuş denemesi onlara kemik olarak geri dönüyor.

Leyl’a yemeğini erken bitirmiş, içeride karikatür albümlerini karıştırıyor. Selçuk Erdem’in bir karikatürünü gösterip:“Ne kadar acıklı değil mi?” diye soruyor: Sultan sarayının balkonundan, küçük şeyhzadeye şehri gösteriyor, Bir gün bütün bunlar senin olacak. Yanlarına bir sokak köpeği gelmiş , şeyhzade hevesli hevesli soruyor:”Bu köpek de benim olacak mı baba?” “Aslında şefkat istiyor.” diyor Leyl’a, istediği tek şey şefkat”. Doğru… hepimizin istediği biraz şefkat.





Gün gece oluyor. Yemekten sonra ekip dağılıyor. Ateş Taksim’e çıkacak. Leyl’a eve gidiyor. Şehmuz’un önemli bir işi varmış. Portakal çok yorgun. Pişekâr’la Tünel’e gidiyoruz.Kino her zamanki gibi sakin. Bahçesi açılmamış daha. Dilim çözülüyor. Yazılacak yazılardan, çekilecek hayali filmlerden konuşuyoruz. Meşk dönüp dolaşıp Aşk’a geliyor. Peri’yle uzun zamandır görüşemedik diye dert yanıyorum. Sevdikçe güzelleşen hareketli bir heykel gibi sanki. Pişekâr, içinden bir söz çıkarıp bana veriyor: “En zor olanı da bu zaten, yani sevmeyi sevmeği öğrenmek. sadece onu sevmekten zevk alırsan, bi karşılık beklemeden, cevapları seni üzmezse, herşeye rağmen onu sevmeye devam edersen. Söylemesi kolay tabii, yapması zor ama…en güzel sevgi bu olur”.