Dünyanın en ünlü casuslarından biri olduğu su götürmez, bakınız, burada ve şimdi bile bahsi geçiyor Mata Hari’nin. Acaba neden bu kadar ünlü? Kadın olmasının, ünündeki tesiri yadsınamaz. Mata Hari’nin kadınlığını kullanması, vücudunu ve zekasını birleştirerek savaşın çehresini değiştirmesi, özgürlüğü ama aşk uğruna özgürlükten, herşeyden vazgeçebilecek kadar gözü kara olması[!], öncelikle kocasını, sevdiği adamı etkilemekten aciz; onun gibi olmayı, bir şeyleri değiştirmeyi, özgür olmayı, tarihe etkimeyi, şimdi buralarda kendisinden bahsedilmesini fevkalade değer bilen kadınlar tarafından yüceltildi ve Mata Hari bir ikon haline geldi. Bunda elbette ki, alımlı, dans eden, habire sevişen ve popüler [erkekler kimi durumlarda, filmdeki başrol oyuncusu kadına, kitaptaki kadın kahramana otomatikman ve alelacele aşık olurlar] bir kadın olmasından dolayı, erkeklerin ona ilgi duymasının da etkisi vardı.

1876 Hollanda doğumlu Mata Hari’nin, gerçek ismi “Margaretha Zelle“’ymiş. Sarışın ve mavi gözlü elemanlardan oluşan ailesinin aksine, Mata Hari, kumral, siyah saçlı, kara gözlü bir kızmış. Akrep burcu olduğundan olsa gerek, büyüdüğünde biraz sevişken olacağı ise kaçınılmazmış aslında.

Ailesi onu bir rahibe okuluna verdiğinde, bilmiyorum kaç yaşındaymış, fakat, kendisi 15 yaşındayken dansöz olan ve ona dans figürleri öğreten annesi öldüğünde dedesinin yanına verildiğinden okulu bırakmış. Dedesi, çok sevdiği[oy] torununu, bir anaokuluna öğretmen olsun diye vermiş. Mata Hari okula gider, gelirmiş lakin kısa boyundan, cılızlığından, küçük memelerinden ikrah eder, vücuduna bir şeyler sarıp, memelerine çaputlar koyarak, kendini biraz daha ele avuca gelir bir kadın olarak göstermeye çalışırmış. Anaokulunun sahibi, Mata Hari’ye aşık olunca, o da, bu aşkı karşılıksız bırakmak istememiş ve kenarda köşede çeşitli fingirdemelerde bulunmuş. Oysa, kendinden çokça yaş büyük olan bu adamla oynaştığı açığa çıktığında, kaymakamlıkta aşırı skandallar olmuş, Mata Hari buradan da ayrılmak zorunda kalmış.

Her nedense, zamanla oralara gelip giden bir İskoç kaptana aşık olmuş ve 18 yaşındayken onunla evlenmiş. İlk başlarda güzel giden evliliğinden, kocasının kendisini çok kıskandığı, güzel görünmesin, başkaları karısına bakmasın diye ona güzel elbiseler almadığı, kocasını aradığında kocasının cevaben kendisini aramadığı vb. nedenlerle sıkılır olmuş. Tam bu sırada, bir çocuğu olmuş çiftin, her evlilikte olduğu gibi bu evlilikte de çocuk, çifti birbirine yakınlaştırmış. Hamileliği sırasında ve çocuğu doğduktan sonra da, kaldığı Hint adalarında, dansını çeşitlendirmiş, cava[malay], ingilizce, almanca dillerini, piyano çalmayı öğrenmiş, kendini yetiştirmiş. Sonra sonra bir çocuğu daha olmuş çiftin. Ve bir gece çocuklarının çığlıklarıyla yerlerinden fırlamışlar, zibil gibi kusan çocuklar, kim bilir hangi hastalıktan ölmüş gitmiş. Kendini alkole veren kocası, bir de dayak atmaya başlayınca, Mata Hari buna daha fazla tahammül edememiş ve hayalini kurduğu fransa’ya kaçmış para yok, gelen-giden yok, iyice dara düşmüş ve karar vermiş kendi kendine; dans ederim demiş; paris’te sahnelere çıkmış.

Bedenini saran tülleri ağır ağır, kendinden arındırarak yaptığı kendine özgü dansla, dillere düşmüş, damakları uçuklatmış. Tam da bu sıralarda “Mata Hari” demiş kendine ki bu da, bu arada, Cava dilinde “Şafağın Gözü” anlamına gelmekte.

Çok güzel bir kadın olmasa da, dansları ve fütursuzca sergilediği çıplaklığı sayesinde, hükümet yetkililerinin, soyluların, subayların, politikacıların ilgi odağı olmuş. Olmaması mümkün değil, bugün, hiç bir şey göstermese bile, Petek dinçöz’le yatmak istemeyen kim vardır ki ? Bu durum, gayri ihtiyarı, herkesin izlediği, beğendiği, düşlediği, üstelik kıvrak, erotik, belki “tabusuz seks” yapabilecek birini elde etme içgüdüsü. Dolayısıyla, onunla birlikte olmak isteyenler, akla hayale gelmez paralar akıtıyor, ve giderek Mata Hari’nin fiyatını arttırıyorlarmış.

Mata Hari gel-git’lerin kadını olmuştu ya, bu sıralarda yanlarına gittiği üst düzey insanlardan sırlar öğreniyordu mutlaka. Sonra bu sırları bir başkasına anlatıyor, ondan öğrendiklerini diğerine, derken arzulanan bir kadın olmaktan, bir taşıyıcıya, casusa dönüşüyordu.

Dönemse, I. Dünya savaşı dönemi, -dünya savaşları “patlak Verdi” biçiminde anlatıldığından benim de bu söylemi kullanmamam kaçınılmaz- Almanlar Mata Hari’yi casus kadrosundan kendi aralarına almışlar bu sıralarda. Ve fransızlar onun almanlar için çalıştığını anlamış, ona “iki yönlü çalış, getir bize sat” teklifinde bulunmuşlar. Mata Hari can tatlılığıyla buna eywallah etse de, şüpheci fransızlar ona kesinlikle güvenmemiş zira denemek için belçika’ya altı fransız ajanla irtibat kurması için göndermişler. 15 gün içinde altı fransız ajanı, almanlar tarafından yakalanıp kurşuna dizildiğinde, fransızlar da Mata hari’nin güvenilmez olduğunu öğrenmiş oldular.


Almanlar’da çift taraflılığı öğrenip, daha fazla gizli saklı mevzuları bilmesin diye onu gözden çıkardıklarında, Mata Hari Fransa’ya dönmek zorunda kalmış. Dönüş yolunda, Londra’da MI5tarafından yakalanıp sorgulanmasından bir yıl sonra, fransa’da tutuklanmış. fransızlar, yenilgileri yüzünden onu suçlamışlar ve Eşyaları arasında bulunan civalı bir bileşikse, gizli mürekkep kullandığının kanıtı kabul edilmiş anında.Her ne kadar Mata Hari suçlamaları reddedip, mürekkep dedikleri şeyin, doğum kontrolü için kullanılan bir madde olduğunu iddia etse de Fransızlar onu kurşuna dizmeye çoktan karar vermişlerdi, diyebiliriz.

Sorgusu sırasında, Alman Haberalma Teşkilatı[BND]’nın bir yetkilisinden aldığı 30 bin markı nasıl açıklayacağını merak eden mahkeme savcısına, tüm soğukkanlılığıyla, o benim sevgilimdi, bu para ona yaptığım iyiliklerin bedeli” cevabını vermiş, savcı “30 bin mark armağan olmak için bayağı fazla” diyince de, “benim için değil” diyerek gözlerini savcının gözlerine çakmıştı böyle şeyaparcasına. Mahkeme yetkilileri, Mata Hari’yi ölçüp-biçip, hayallerinde kucaklarına oturtarak, bir gecelik zevk için 30 bin mark etmeyeceğine karar vermiş ve casusluk yaptığına kanaat getirmişlerdi.

Idamı öncesinde bir rahibeye; “Death is nothing, nor life either, for that matter. To die, to sleep, to pass into nothingness, what does it matter? Everything is an illusion.” [Ölüm hiç bir şey… aslına bakarsan yaşam da hiç bir şey. Ölmek, uyumak, sonsuzluğa geçmek, ne önemi var ki, her şey bir illüzyon” demiş olması da, yaşadığı hayata kendisinin bile inanamadığını gösterir nitelikte sanki.

Vicennes’te, 15 Ekim 1917’de “şafağın gözü”, şafak vakti, kurşuna dizilerek öldürüldü.

Ölümünden 60 yıl sonra, Mata Hari’nin casusluk yapmadığı ortaya çıktıysa da, artık çok geçti.

Kadın Casus sıfatının adeta markası olan Mata Hari ismi, kendinden sonra gelen neredeyse bütün kadın casuslara yakıştırıldı. Bugün bile bir kadın casus ortaya çıkarılsa, gazetede yer alacak başlıklar şimdiden bellidir. “ingiliz mata hari’si tutuklandı”, “21. yy Mata Hari’si nokia kullanıyordu”, “demirel’in mata Hari’si meclisteki bütün milletvekilleriyle yattı”…

Şimdi herkesin zihninde, Mata Hari dendiğinde, belki biraz da “Mata Hari” isimli filmde başrolü canlandıran Sylvia Kristel’in veya yine Mata Hari’yi oynayan Greta Garbo, Marlene Dietrich, Jeanne Moreaugibi isimlerin etkisiyle, çok güzel, alımlı, gencecik bir kadın görüntüsü oluşuyordur mutlaka. Oysa hiç de öyle değildi, çirkindi kardeşim, dansözdü, fahişelik yapıyordu ve 41 yaşındaydı.

Mata Hari hakkında bir dolu efsaneler anlatılmakta, oluşturulmakta, hayallerde yaratılmaktadır; hatta belki ben bile yapmışımdır buna benzer bir şeyler: sahnede ilk defa çıplak olarak dans eden kadın olduğunu da söylerler, hücresinde dans edip, şarkı söyleyerek, son derece soğukkanlılıkla[!] ölümü beklediğini [ki asılmasından bir önceki gece ancak sakinleştirici alarak uyuyabilmiştir], Hitler’in ona aşık olduğunu, ilk ford marka otomobilin motor kısmında Mata Hari’nin bulunduğunu, onun şeytan veya melek olduğunu düşünür, söyler dururlar.

Hatta, Kurşuna dizilmeden once, son sözleri sorulduğunda da, “It is Unbelievable/ inanılacak şey değil kardeşim” diyerek “ölüm öncesi ünlülerin son sözleri” arasında kendine bir yer edinmiştir. Ateş komutu verildiğinde ise mangaya göz kırptığı rivayet edilir. Varsın öyle olsun, öyle olmak zorunda zaten ki, insanlar onda kendilerinden bir şeyler bulabilsin, onun ismini bu zamanlara taşıyabilsin, onun muamma hayatı dimağları meşgul edebilsin, ikon, kült, katma değer falan olabilsin.

İyi kötü işte bugün de Mata Hari’nin doğum günüdür; böyle bir kadın geçmiştir dünyadan, hayatı dramatik olabilir, örnek bir yaşam olabilir, bir özgürlük timsali olabilir, nefret edilebilir, yüceltilebilir. Şahsi fikrim onun, olması gerektiği yönünde ama neden Mata Hari’nin değil de, bir başkasının, bu şekilde bilinmediğini ve tanınmadığını, ingilizlerle top oynayan Mebruke Hanım’ın adını neden kimsenin duymadığını veya başka bir çok benzer kadının neden Mata Hari’den başka bir şey olamayacaklarını sanırım anlayamacağız.

Son olarak bu “garip” ünün kötü eskisi olarak, Mata Hari’nin Paris Anatomi Müzesi’nde, cam bir kavanozun içinde duran kafasının, hırsızlar tarafından çalındığını da not olarak ileteyim. Acaba kimdir bu kafanın alıcısı, oral sekse meraklı bir nekrofil mi acaba?

ben, burada kesiyorum.