Türk Sinemasında Tiyatrocular ve Geçiş Dönemlerinden sonra “Sinemacılar Dönemi” (1952 – 1963)
Muhsin Ertuğrul’un 1923’te sessiz sinema ile başlayan ve 1938’e kadar devam eden “tiyatrocular dönemi” nin ardından, Türk Sineması’nda bir geçiş dönemi başlar. Bu dönemde artık hem Avrupa ve hem de Amerikan filmleri ve daha sonra II. Dünya savaşı yıllarında da Mısır filmleri ülkemizde gösterilmeye başlanmıştır.1938-1952 yılları arasında ki bu geçiş döneminde; Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şadan Kamil, Turgut Demirağ, Şakir Sırmalı, Çetin Karamanbey, Aydın Arakon, Orhan Murat Arıburnu gibi sinemacılar ile tiyatrodan gelme yönetmenler kendilerini göstermişlerdir.Türk Sinemasında artık gelişme ve geçiş dönemleri 1952 yılına geldiğimizde sona ermiş ve sinemamızın geçmişini de çok iyi kavrayan ve Erman Film’de Hurrem Erman adına çalışan genç bir yönetmen ortaya çıkmıştır. Lütfi Ömer AKAD…Türk Sinema Tarihçileri bu dönemi Lütfi Ömer Akad’ın aynı tarihte gerçekleştirdiği “Kanun Namına“ adlı filimle başlatmayı adet edinmişlerdir. Oysa Akad’ın yaratıcı yetenekleriyle kendine özgü sinema dilini uyguladığı ilk filmi, I949’da Halide Edib’in (ek1) aynı adlı romanından sinemaya uyarladığı “Vurun Kahpeye”dir.Ancak Akad bu önemli çıkışını izlemeyerek Erman Film Kurumu adına “Lüküs Hayat”, “Tahir ile Zühre” ve “Arzu ile Kamber” adlı üç piyasa filmi çekmiş, bunları sinema sanatı’nın öğeleri ile donatmaya özen göstermekten vazgeçmiş izlenimini bırakmıştır. 1952’de çevirdiği “Kanun Namına” ve bunu izleyen filmlerinde sürekli olarak sinema öğeleriyle film çevirdiği için, biz de, “Sinemacılar Dönemi”nin bu tarihte başlamasını uygun gördük.Kız Öğretmen Okulu’ndan çıkarak bir Anadolu kasabasına çalışmaya gelen ve o zamanki geleneğe uyarak. “Toprağınız toprağım. Eviniz evim. Burası için bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım” Şeklinde ettiği yemine bağlanıp öğretmen olarak görev yaptığı kadar, milli kuvvetlere yarayacak bilgi toplamak suretiyle savaşla ilgili görevleri de üstlendiği halde; günün koşulları içinde, kötülerin de kışkırtmasıyla linç edilen Aliye Öğretmen’i Sezer Sezin, büyük sanatçı yeteneğiyle “Vurun Kahpeye” filmde başarıyla canlandırmıştı. Lütfi Akad da, çekim ve kurgudan yana yaratıcı bir çalışma ortaya koymuştu.Ama Akad’ın yeteneğini en iyi ortaya koyan film, onun başyapıtı sayılan “Kanun Namına”dır. 1924 yılından beri film yapımcılığını terk etmiş bulunan Kemal Film Kurumu, yeniden yapımcılığa girişince Lütfi Akad’la çalışmayı yeğ tuttu ve Akad bu filmini Kemal Film adına çevirdi.Şunu hemen belirtmek gerekir ki, Lütfi Akad, bu dönemde, “Kanun Namına” dan sonra üzerinde durulmaya değer filmlerin yanı başında; geçim derdiyle, Yeşilçam koşullarına uygun, sıradan filmler de yapmıştır. Ancak bunlar çoğunlukta olmadığı gibi, ne de olsa, Lütfi Akad’ dan belirli izler taşımaktadır. Akad için, altına imzasını atmaktan kaçınacağı hiçbir film yapmamıştır denebilir.Çoğunluğunu Kemal Film adına çevirdiği bu filmlerin bir çoğunun senaryosunu, ya kendi başına ya da Akad’la ortaklaşa Osman Seden hazırlamış, görüntü yönetmenliklerini de Enver Burçkin ve Kriton İlyadis yapmıştır. Osman Seden film çevirme yöntemlerini Lütfi Akad’ dan öğrendikten sonra kendi firması olan Kemal Film’e kendisi filmler çevirmiş; Akad da başka firmalara filmler yapmıştır.Akad’ın bu dönemdeki anılmaya değer Filmleri: İpsala Cinayeti, (ya da “Altı Ölü Var”), “Öldüren Şehir”, “Beyaz Mendil”, “Meçhul Kadın”, “Ak Altın”, “Meyhanecinin Kızı Zümrüt ya da “Siyah Yıldızlar”), “Yalnızlar Rıhtımı” ve Üç Tekerlekli Bisiklet tir.“İpsala Cinayeti”nde tıpkı “Kanun Namına” gibi gerçekten yaşanmış ve 1945’te gazetelere yansımış bir olayı canlandırıyordu Akad.Akad’ın, hapishaneden kaçararak İstanbul’da suçluları bulmak için giriştiği çanaları anlatan “Katil” adlı filmini “Kanun Namına”nın bir uzantısı olarak kabul etmek mümkündür. “Katil”in konusu, Fritz Lang’ın Amerika’da çevirdiği filmlerden, Türkiye’de “Günahsız Katiller” adıyla gösterilen ve Henri Fonda ile Silvia Sidney’in başrolünü oynadıkları “You Only Live Once” (İnsan Bir Kere Yaşar) adlı filmin konusuna çok benziyordu.Kasımpaşa’da oturan bir ustabaşının, geceleyin ışıldayan İstanbul’u aşağıdan seyredip daha yüksek bir hayat yaşamak isterken karısının başına gelenleri anlatan “ Öldüren Şehir”de benzer bir temayı işlemekte; Ayhan Işık ve Belgin Doruk’la aynı naşarı çizgisinde yürümektedir.Akad’ın bu dönemdeki önemli filmlerinden bir diğeri Yaşar Kemal’in senaryosundan yola çıkarak gerçekleştirdiği “Beyaz Mendil”dir. Bir Romeo-Jülyet öyküsünü andırır bu filmi izleyerek Lütfi Akad dikkati çeken iki film daha yaptı. “Meçhul Kadın” ve “Ak Altın”.Lutfi Akad, Kasımpaşa yöresinin insanlarının ilişkilerini anlatan “Meyhanecinin Kızı” filminden sonra, İpek Film adına ve bu firmanın sahibi bulunan İhsan İpekçi’nin ‘İhsan Koza’ takma adıyla yazdığı romanla, Atilla İlhan’ın özgün bir senaryosundan yola çıkarak Çolpan İlhan’la iki film çevirdi.Bunlardan “Zümrüt” (Siyah Yıldızlar), “La Dame aux Camélias” havasında bir salon filmiydi. Yaşlı ve hasta bir zenginin karısı olan Feride’nin fakir bir genç olan Selim’le aşkını ve ölümünü anlatan film, sanki sırf Çolpan İlhan için yapılmış gibiydi. Onun, sonu pişmanlıkla biten sahne dünyası, Akad’ ın üslubuna yatkın olmayan bir çalışmaya konu olmuş; bu yüzden film başarılı olamamıştı.Çolpan İlhan’ın kardeşi Atilla İlhan’ın senaryosundan yola çıkılarak gerçekleştirilen” Yalnızlar Rıhtımı ise, yazarın Fransa’da gördüğü ve etkisinde kaldığı “ozansı gerçekçilik” akımı filmlerine. bunlardan da en çok Türkiye’de “Son Buse” adıyla gösterilen “Sisler Rıhtımı” (Quai des Brumes)’na özenilerek kaleme alınmıştı.Akad’ın bu dönemdeki sonuncu filmi, Ayhan Işık ve Sezer Sezin’in başrolünü oynadığı “Üç Tekerlekli Bisiklet’dir (1962).1952-1963 yılları arasında devam eden Sinemacılar Dönemi’de yetişen ve önemli Türk filmlerine imzalarını atmış diğer yönetmenler ise; Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki, Osman Fahir Seden, Memduh Ün, Nevzat Pesen, Orhan Elmas, Ertem Göreç’tir. Bu yıllar arasında tiyatrocular döneminin yönetmenleri de çalışmalarına devam ettilerse de, bunların çoğu bu uğraşlarını 1960’lı yıllara bile götüremeden sönüp gittiler.1960 Devrimi’nin getirdiği eksilerin ve artıların doğrultusunda sinemamız çalkantılı bir döneme girmişse de, film çalışmaklarına yönetmenlerimiz devam etmiş ve eskilere ilaveten yeni yönetmenler ve filmler ortaya çıkmıştır. 1960 yılı Türk toplumsal yaşamının olduğu kadar Türk sinemasının da bir dönüm noktasıdır. 27 Mayıs 1960 devrimi, değişen toplumsal, siyasal yaşam, 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük havası, sinemamızın o döneme kadar neredyse sırtını döndüğü toplumsal gerçeklerle ilgilenme fırsatını getirmiştir. 1950-1960 döneminde sinema dilini öğrenen, ama bunu yüzeysel konularda kullanmak zorunda kalan Türk sineması, 1960’ların başında konuşur hale gelmiştir.1961 Anayasası daha önceki politik yaşamda görülmeyen sosyalist partilere, sendikal hareketlere izin veriyor, ülkenin sorunlarına değişik görüş açılarından bakmaya uygun bir ortam sağlıyordu. 27 Mayıs’ın getirdiği bu siyasal canlılığın sinemaya etkisi, “toplumsal gerçekçilik” diye adlandırılan bir akımın doğması oldu. “Toplumsal Gerçekçilik” akımı etrafındaki görüş ayrılıkları, bu ad altında film yapan yönetmenlerin çabalarını küçümseme ya da övgü ile karşılama şeklinde, 1965’li yıllara kadar devam etmiştir.27 Mayıs’ın sinemaya getirdiği canlılık 1963-1980 yılları arasını kapsayan bir dönem oldu aynı zamanda da. Bu dönem ‘Yeni Türk Sineması’dır artık. Bu dönemde eser veren sinemacılar “Eski Kuşak”, “Orta Kuşak” ve “Genç Kuşak” olarak üç grupta toplanmıştır. İşte bu dönemin eski kuşak statüsünde yer alan Lütfi Ömer Akad, kuşağının eskiliğine bakmadan çok verimli ve iz bırakan çalışmalarına devam etmiştir.“Anadolu Üçlemesi” olara sinemamızda yer alan “Ana”, “Kızılırmak-Karakoyun” ve “Hudutların Kanunu” . Türkan Şoray’ın başarılı bir kompozisyon çizdiği “Ana” filminde; Karadeniz yöresindeki köyünden kan davası yüzünden kocası ve çocukları ile ayrılıp Batı Anadolu’da bir köyde izini kaybettirmesine karşılık, kanlılarının iz sürüp kocasını bularak öldürmelerinden sonra köyüne dönen ve küçük oğlunun da bu yolda can vermemesi için silahlanan Döndü Kadın’ın, Kanlılarından birini, insancıl bir yaklaşımla küçük oğlundan öç almaktan utanarak onu öldürmekten vazgeçtiği halde öldürmesi, dolayısıyla kan davasının nafileliği vurgulanıyordu.“Kızılırmak-Karakoyun” da sadece bir Yörük beyinin kızına aşık garip bir çobanın öyküsü olmaktan çıkıyor; göçerlikle hayatlarını geçiren bir Yörük obasının, devletin topraklarını ele geçiren bir tefeciye hak-hukuk savaşımını da başarıyla koyuyordu.Akad’ın “Şehir Üçlemesi” veya “İmkansız Aşklar Üçlemesi” olarak anılan üç filminden biri olan “Vesikalı Yarim”de; Beyoğlu’nda eğlenmeye gelen bir manava tutulan ve evli olduğunu sonradan öğrendiği adamın tekrar yuvasına kavuşması için fedakarlıktan kaçınmayan bir hayat kadının dramı. İkinci filmi olan “Irmak”da ise sevdiği kızı, evleneceği gece kaçıran Ceyhan Irmağı üzerinde salcılık yapan bir delikanlının dramı anlatılıyordu. Frank Tutle’in yurdumuzda “Silahlar Konuşuyor” adıyla gösterilen ‘This Gun for Hire’ isimli filmden esinlenerek, Selim İleri tarafından senaryosu hazırlanan ve bir katilin dramını işleyen “Yaralı Kurt”tan sonra Lütfi Akad; Batı kültürü ile yetişmiş bir genç kıza, milli değerlerimizin tanıtılıp sevdirilmesini anlatan “Esir Kuş” filmini Kıbrıs’ta çekti.“Gökçe Çiçek”te yeniden göçerlerin davasına kendini adayan Akad, onların Orta Asya’daki yaşamlarından beri terketmedikleri gelenekleri ve Şamanlığın izlerini filmde tutarlı bir çizgiyle verdiği kadar; Hülya Koçyiğit’le Serdar Gökhan’a sineme yaşantılarındaki en güzel rollerini oynamak olanağını da vermiştir. Ayrıca Şaman rolünde Turgut Savaş’ın çizdiği tip unutulmaz bir kompozisyon olmuştur.Akad’ın yakıştırma olarak değil, bilinçle ortaya koyduğu üçleme, “Göç Üçlemesi” olarak isimlendirebileceğimiz son üç filmidir “Gelin”, “Düğün” ve “Diyet”.“Gelin”de, İstanbul’da ticaret yaparak yaşamaya çalışan taşralı bir ailenin dramı sergilenmektedir. Mahalle arasındaki küçük bakkal dükkanından kazandıkları ile kibar semtlerde yeni bir dükkan açmak hevesinde olan aile, diğer aile fertlerinden de özveri beklemektedir. Film aile bireyleri arasındaki çatışmayla birlikte dramatik bir biçimde sona erer. Mükemmel bir oyuncu kadrosunun bu başarılı oyunu, tam anlamıyla Akad’ın başyapıtı olmuştur.“Düğün”de ise Gelin’deki ana, koruyucu bir ablaya dönüşür. Bu kez, İstanbul’a yerleşip tutunmak isteyen Urfa’lı bir aile ele alınmıştır. Lahmacun satıcılığından, eskiciliğe kadar çeşitli işlerle uğraşır ailenin bireyleri. Kızlar fabrikada çalışır, küçük oğullarını okutmaya çabalarlar. Ancak ticaret koşullarının zorluğu karşısında kızlar başlık parası karşılığında adeta satılmak istenir. Film teknik ve estetik yönleriyle göze çarpıcı özellikler gösteriyor. Derinlemesine sahneler, belgesel nitelikteki çekimler, tip ve çevre seçimlerindeki isabet bakımından son derece başarılı. Bu film 1974’de Antalya Film Şenliği’nde “En İyi Yönetmen” ödülü aldı.Üçlemenin ve Lütfi Ömer Akad’ın son filmi olan “Diyet”, Ömer Seyfettin’in aynı isimli hikayesinden beyaz perdeye aktarılmış. Anadolu’dan gelip fabrikalarda çalışmak isteyen işçilerin sendikalarda yer alıp almamasının ele alındığı filmde; sendikaya girmeyen bir işçinin dramı ve bu durum karşısında karısının direnişi anlatılıyor. Hemen belirtmek gerekir: Bu film eleştirmenlerce üçlemenin en zayıf filmi olarak değerlendirilmiştir.Yukarıda da yazıldığı gibi Lütfi Ömer Akad bu filmden sonra sinema filmi yapmadı. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) adına; “Topuz”, Ferman”, “Pembe İncili Kaftan” ve “Diyet”i televizyon filmlerine dönüştürdü. 1980’li yılların sonuna doğru yine TRT adına, Faruk Erem’in “Bir Ceza Avukatının Anıları” adlı kitabından dört öyküyü sinemaya uyarlamıştır: Bunlar “Emekli Başkan”, “Çekiş ve Titreşim”, “Kuma” ve “Isı”dır.Yine bu yılların sonunda kendi sanat yaçamı ve İstanbul üzerindeki görüşlerini canlandıran bir dizi yarıu belge filmi olan “İstanbul Bir Şarkıdır”, İstanbul Bir Özlemdir” ve “İstanbul Bir Kavgadır”ı TRT hesabına yaptı ve bu filmler televizyonda gösterildi.Kaynak: Bu yazı, Prof. Dr. Alim Şerif Onaran’ın “Türk Sineması” ‘I. Cilt’ kitabında yer alan bilgiler doğrultusunda hazırlanmıştır. (KitleYayınları Şubat 1999, 2. Baskı, Ankara)