Hasan Safkan’ın 1995 yılında yayınlanan kitabının adıydı bu: “Kuzey Afrika’dan Portekiz’e, Oradan Eve.” Kitap yayınlandıktan kısa bir süre sonra öldü. Böyle bir şey yapmak istiyorum ben de. Ölmek diil yanlış anlaşılma olmasın, basıp gitmek. Ama para yok. Bunu yapamıyorsam, o zaman ucuzuna kaçayım, kültür turizmi olayına gireyim, Türkiye’nin derelerini vadilerini göreyim opsiyonu var. Var ama 1 otobüs dolusu “bir-özel-şirkette-finansman-müdürüyüm” kişisiyle yolculuk yapmak depresyon etkisi yapıyomuş, öyle diyorlar. O zaman? İşe, plan yaparak başlamaya karar vermiş bulunuyorum. Önce hayal kurayım, parasını akabinde tedarik ederim. Bakın, aksiyonlu bir tatil için şöyle bir rota tasarladım. Alternatiflere de kapım açık tabii..
Kuzey Afrika’dan Portekiz’e, oradan eve
Has Turizm, Antakya’dan otobüs kaldırıyor her gün saat 12.00’da Halep’e.
Antakya’dan Halep topu topu 150 Km. Demek ki, 2 saatte oradayız. Acaip bi Kapalıçarşı varmış Halep’te, “İstanbul’daki kadar var” diye duymuştum, gidip bakıyorum. Doğru muymuş? (Bu ne ya, İstanbul’dakinin tırnağı olmaz abi bu)
Öyle gezinirken ikindi namazını kılanların doldurduğu bi kervansaray camii çekiyor dikkatimi, Khan al Joumrok’un camiiymiş, pirinç levhadan okuyorum. 15. yüzyıldan bu yana, Halep ticaretinin kalbiymiş, falanmış, filanmış. Tarihini iyi öğreniyoruz ki, yarın öbür gün bi yerde Khan al Joumrok mevzuu açıldığında, “Ben gördüm bilader orayı, beş para etmez orası” diyebilelim.
Geceyi, ucuz bi otelde geçirelim: 30 dolara Shahba Oasis Hotel. Uygundur..
Bar-pub olayları var mı ortamda, içmeden duramam ben? Varmış öyle yerler, ama internette bulamadım adreslerini. Gece merkezdeki Almouhalaq sokağına iniyorum, iki turlamak için, turist olduğumu anladıklarında gerekli ilgiyi gösterirler, bütün dünyada işin raconu bu. “Dansöz var mı?” diye sorsam, sakata gelir miyim? Aman ara sokaklara dalmayalım, dikkat edelim..
Ertesi gün erken uyanıyorum, resepsiyona gerekli ödemeyi yapıyorum. Oradan duruma göre ya Şam’a geçiyorum, ya Kahire’ye.. Bi kere başladıktan sonra devamı gelir..
yorumlar
nationalgeographic^de okumuştum, dünyanın en ucuz otel rekoru, bir yazarları bunların, güney amerika’da bir yerde sanırım, geceliği 250.000TL ücretle, bir ay konaklamış. adamın endüstri mühendisi olduğunu, her yolculuktan önce 1 haftadan fazla çalışıp plan yaptığını ve 3 aylık bir seyahatte saniye mertebesinde zamanlama hatası yaptığını ek olarak, penguenler ile konuşabildiğini de yazıyordu. benim planım;
malzeme listesi.
ve spesifik malzeme.
bunların hepsine sahip bir arkadaş ise, olculuğu mükemmel kılar. seç bir yer git, evet biraz pahalıya geliyor, ancak pahalı olan malzeme bir seferlik alınıyor. çık anasını satayım, düş yollara nereye olursa.
*nereye olacaksa oranın haritasını alıyorsun yanına, gps yasak, kimseye adres sormak yok.
suriye akdeniz kıyılarını turizme açacak diye bi haber çıkmıştı geçen yıl, bakmak lazım oralara
bir diğer alternatif de bayıcı olabilmekle birlikte iran
ulaşımı kolay oldukça, çöl görmek istersen bisürü var ayrıca iran içi ulaşım nerdeyse bedavaya yakın ucuz yani uçak kullanbilmek mümkün (iran içi için yalnızca) imiş.
bir de balkanlar alternatifi var
önceki yıllarda bulgaristana gidenler oldukça memnun dönmüşlerdi özellikle çok renkli ve çok ucuz bir gece hayatı olduğunu söylüyolardı.
deniz güneş istersen adriyatik kıyıları uygun; hırvatistan ya da o civardaki güvenli biyer uygun olabilir, oralardaki vergiler çok düşük olduğu için fiyatlar oldukça iyi deniliyordu.
havaalanından limuzin alsın beni, o şehrin en iyi otelinde konaklıyım ve de akşam gittiğim davette gördüğüm Audrey Hepburnesque hatunun yanına Sean Connerry edasıyla süzülüp “ah sake, ideal servis sıcaklığı olan 38 fahrenheit’teyken üzerine içki tanımam” diyim ve olaylar gelişsin. Öyle bıçakmış, sivrisinekmiş, Arabın yüzüymüş epey zor işler onlar.
adres sormaz zaten.
Bi gece öyle canım sıkılmış dolaşırken kafamdan da o gün yediğim günlük kazıkları düşünürken kendimi kaptırıp sınırı geçmişim meğer. O sırada hayalet gibi olduğumdan sınır görevlileri görememiş. Bir bakmışsın yunan’dasın. Giriyosun bi tavernaya. Bi şişe uzo istiyosun. Kafa dumanlanıyo tabi. O kafayla bi kaptırıyorsun Bosna, orda çalgıcı arkadaşlar var. Underground’dan falan tanıdık.
Bi çıksak sonu mu gelir bea!