Oturan Boğa
Oturan Boğa

Kristof Colomb’un keşfettiği, America Vespuci’nin isim babası olduğu yeni kıtaya ayak basanların, ilkin İspanyolların, ardından Fransızların, Hollandalıların, İngilizlerin, ya da tekmiline birden verilen ismiyle Beyaz Adamların bu topraklarIN kavimlerine yaşattıkları hepimizin malumudur. Ölümler, sürgünler, işkenceler…Bu vahşetten payını alanların başında da Kızılderililer gelmiştir. At üstündeki hünerlerinin mitralyözler karşısında bir işe yaramadığı, ilkel silahlarının çaresiz kaldığı, ve hatta mücadelenin intihara eşdeğer sayıldığı bir soy kırım… Fakat acıklı olan bu söylediklerim değil aslında. Ölüm elbetteki üzücüdür. Hele ki böylesi… Sürgünler ya da katliamlar da öyle… Ama daha da önemli bir şey var. O da özgürlüklerine bu kadar düşkün olan bir milletin zaman içerisinde böylesine susturulması, sindirilmesi… Üzücü olan, zamanında, esareti kabullenemedikleri için bile bile ölüme koşan bu insanların torunlarının kendi topraklarında üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmeyi kabul etmeleri. Daha doğrusu bu Aralık ayına kadar böyleydi. Aralık 2007 de Lakota kabilesinin reisi Russel Means “Biz artık ABD vatandaşı değiliz ve bizim toprağımızın yer aldığı 5 eyalette yaşamak isteyenler bize katılmakta özgürler” diye bir beyanat verdi. Lakota kabile yetkililerinden oluşan bir heyetin ABD dışişleri bakanlığına gönderdiği mesajda Amerikan hükümetiyle daha öncesinde imzalanmış olan antlaşmalardan tek taraflı olarak çekildiklerini açıkladılar. Bu belkide bir özgürlük bildirgesi değil, hatta bir manifesto bile sayılmaz, ama ben yine de yüzyıllardır ezilmiş bir toplumun uyanışı olarak kabullenmek istiyorum ve Hoşgeldin Oturan Boğa diyorum… Hoşgeldin…