Kırgın, kızgın ve yalnız: Metin Erksan
Kahraman ÇayırlıYılanların Öcü’nün Bayram’ı, Susuz Yaz ve Kuyu’nun iki farklı Osman’ı, Acı Hayat’ın Nermin’i ve Sevmek Zamanı’nın Boyacı Halil’i… yalnızlardır. Metin Erksan’ın yalnız insanlarını izleriz hep perdede. Hepsi ya en baştan yalnızlar ya da yaptıkları seçimler onları yalnızlığa sürüklüyor. Metin Erksan yalnızlığın, varoluşumuzun doğal bir sonucu olduğunu söyler. İnsan yalnızdır hep; doğarken de, ölürken de…Ne bir evlilik ne de bir çocuk. Fiziksel yalnızlığından öte koyu, yoğun zihinsel yalnızlığıdır esas olan, Erksan’ın. Kalabalıklar içinde, kalabalıklara karşı bir yalnız, o. Devrinin ilerisinde bir beyin: Yenilikçi, cesur, isyankâr bu yüzden de anlaşılamayan, filmlerindeki karakterleri gibi yalnız bir sinema adamı.1929 yılının ilk günü Çanakkale’de doğar, İsmail Metin Karamanbey. Yönetmen Çetin Karamanbey’in kardeşi, kameraman Mengü Yeğin’in dayısıdır. Pertevniyal Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olur. Çeşitli dergi ve gazetelerde sinema eleştirileri yayımlamaya başladığında henüz 18 yaşındadır. Üniversiteden mezun olunca Dünya gazetesinde Kamera takma adıyla film eleştirileri yazar. Film çekmeyi bıraktıktan sonra da film eleştirileri yazmaya devam edecektir.

metin erksan
metin erksan

Erksan’ın sansür tarihi
Daha öğrenciyken Atlas Film adına Yusuf Ziya Ortaç’ın “Binnaz”ını senaryolaştırır. Atlas Film daha sonra 1952’de, “Karanlık Dünya-Aşık Veysel’in Hayatı”nı çekmeye karar verir. O zamanların “Reis” takma adlı ressam ve şairi Bedri Rahmi Eyüboğlu senaryoyu yazar. Son dakikaya kadar Nedim Otyam yönetecektir filmi ancak vazgeçer. Teklif genç Metin’e götürülür. Erksan’ın yönetmenlik yolculuğu böylece başlamış olur.Sansür Kurulu’nun filme ilk itirazı, Âşık Veysel’in gözlerinin çocuk yaşta geçirdiği çiçek hastalığı sebebiyle kör oluşunadır. Ne yani, kasabada doktor yok mudur? Ya bu film yurtdışında izlenirse! Türkiye’de çiçek hastalığı yüzünden çocuklar kör mü olmaktadır? Bu sefer filme hastane sahneleri eklenir. “Köyde çocuklar artık çiçek hastalığına yakalanmayacak” diye doktorlar bile konuşturulur.Gelin görün ki, tarlalardaki buğdayların bodur oluşuna da takılır, Sansür Kurulu. Kurula göre, Türk toprakları kurak gösteriliyordur. Çare bulunur. Erksan’ın çektiği görüntüler atılır, Amerikan filmlerinden ithal, tarla görüntüleri yerleştirilir: Ekinler boylu posludur! Çağdaş tarım makineleri eklenir hatta.Film Sansür Kurulu’ndan gene geçemez. Çünkü çıplak ayaklı kadınlar vardır filmde. Derhal ayakkabı giydirilir köylü kadınlarına… Yönetmenin sansürle olan macerası yeni başlamıştır. Susuz Yaz da kesilip biçilecektir daha. Metin Erksan’ın erkenden sinemayı bırakmasında, her konuşmasında beliren küskün, kırgın tavrın arkasında başka bir sebep aramamak lazım. Sansürle uğraşmaktan bıktığı için film çekmeyi bırakır, Erksan.Anlaşılamayan adam
Dünya Havacıları Türkiye’de ve Büyük Menderes Vadisi adlı iki belgesel film çeker 1957’de. Aynı yıl yönettiği “Dokuz Dağın Efesi” büyük ilgi görür.Peşisıra “Beyaz Cehennem”, “Yolpalas Cinayeti”, “Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi”, “Hicran Yarası”, “Şoför Nebahat”, “Gecelerin Ötesi”, “Oy Farfara Farfara”, “Mahalle Arkadaşları”, “Çifte Kumrular”, “Sahte Nikâh” filmleri gelir. Kendi dönemlerinde çekilen diğer filmlerle kıyaslandığında üç-dört adım daha öne çıkan bu filmler, bir ustanın yetişmekte olduğunu ispatlar adeta.Metin Erksan’ın “anlaşılamayan adam” olmaya başlaması 60ların ilk yarısına rastlar. Yönetmenin gerçek değeri, yetkinliği, sinematografik unsurları filmlerine ustaca yedirmesi göz ardı edilir hep.60ların ilk yarısı, 50lerin sonları gibi çok verimli geçer Erksan için. Senede iki-üç film yapar. Sonradan defalarca yeniden çekilecek “Acı Hayat”ı çeker. Agâh Özgüç’ün “100 Filmde Türk Sineması” kitabında anlattığı üzere Acı Hayat, yabancı film seyircisinin de ilgisini çeker; Şan Sineması’nda yapılan galada kürk mantolu kadınlar da izler filmi. Erksan’ın bu “kara sevda” filmi denemesi gişe rekorları kırar. Film, güçlü bir tutkuyla beraber sınıfsal çelişkileri de başarıyla anlatır. Erksan, tutku temasına daha sonra “Susuz Yaz” ve “Kuyu”da daha derinden eğilecektir.Yoksul bir tersane kayıkçısıyken piyango milyarderi olan Ayhan Işık’ın, kuaförde çalışan kız Türkan Şoray’ın, şımarık ve zengin züppe çocuk Ekrem Bora’nın ve kız kardeşi oynayan Nebahat Çehre’nin “Acı Hayat”taki performanslarını zihinlerimizden silmek, güç.

susuz yaz
susuz yaz

Derken Metin Erksan, mülkiyet temalı filmlere girişir. Önce toprak mülkiyeti: Yılanların Öcü. Fakir Baykurt’un aynı adlı kitabından uyarladığı filmde Irazca rolünde Aliye Rona ve Haceli karakterine can veren Erol Taş’ın filmdeki performansları, Türk sinema tarihine altın harflerle geçer.Bir Habil-Kabil öyküsü: Susuz Yaz
Sonra “Suçlular Aramızda”, “İstanbul Kaldırımları”…Ve nihayet 1964 yılında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü ülkemize getiren, Metin Erksan’ın başyapıtı, Susuz Yaz: Toprak mülkiyetinden sonra sıra bu kez su mülkiyetindedir. Necati Cumalı’nın kitabından sinemaya uyarladığı filmde yine Erol Taş ve Hülya Koçyiğit muhteşem oynarlar. Başrolü paylaşan bir diğer oyuncu Ulvi Doğan aynı zamanda filmin yapımcısıdır. Susuz Yaz, tamamlandıktan sonra Sansür Kurulu’na gönderilir. Kurul, tarlalardaki başakların cılızlığını bahane edip (!) filmin gösterimine izin vermez. Bu sırada filmin yönetmeni Metin Erksan ve yapımcı Ulvi Doğan arasında büyük tartışmalar yaşanır. Doğan, filmi bir otomobil bagajında yurtdışına kaçırır ve Berlin Film Festivali’nde yarışmasını sağlar. Festival için özel olarak yapılan afişten Metin Erksan’ın adını siler, yerine İsmail Metin yazar. Erksanla Doğan’ın anlaşmazlığı sürerken, Doğan Almanya’da Hülya Koçyiğit’e benzer bir figüranla cesur erotik sahneler çekip filme ekler. Metin Erksan’ın güzelim “Susuz Yaz”ı “Kardeşimin Karısı” ismiyle New York’ta sadece porno filmlerin gösterildiği sinema salonlarında oynatılır. Bu olay hem Susuz Yaz hem de Metin Erksan adına bir kara sayfa olarak tarihe geçerken, Erksan Ulvi Doğan’ın eklediği sahneleri gözyaşları içinde izleyecektir. Sinemaya erken veda edişinde bu kara sayfanın da kuşkusuz payı olacaktır.Göz koyduğu kardeşinin (Ulvi Doğan) karısı Bahar’a (Hülya Koçyiğit) ve kendi tarlasındaki suya sahiplenip köylülerle çatışan Osman’ın (Erol Taş) hikâyesini anlatan Susuz Yaz, 2004 yılında Ankara Sinema Derneği’nin yaptığı anket sonucu en iyi 10 Türk filminden biri kabul edildi.Metin Erksan, Sansür Kurulu’na takılan “Susuz Yaz”ı Çankaya’da bir yemekte Celal Bayar’a izletir. Celal Bayar, bu yasaklama olayından bihaberdir; filmi beğenir, över. Erksan’ın “Efendim bu filmi devlet yasakladı” deyip cumhurbaşkanını mahcup ettiği söylenir.İlk Türk “auteur”ü
1965 yılında, Türk Sinemasının en kült filmlerinden biri olan “Sevmek Zamanı”nı çeker. Surete âşık olma temasıyla, sade-yoğun diyaloglarıyla kendinden uzun zaman söz ettirecek bir film, Sevmek Zamanı. Erksan’ın, yönetmenlik anlayışının artık enikonu anlaşılamadığı yıllardayız. Aslında ders niteliğinde olan bu filmiyle de bir türlü anlaşılamaz. Fransız sinema tarihçisi Sadoul, sinemada sert bir sınıf çatışmasının en net göründüğü metin olarak Sevmek Zamanı’na işaret eder.Bir yönetmenin ürettiği bir grup filmde, onun imzası olabilecek üslup özelliklerini seçebiliyorsak, o yönetmene “auteur yönetmen” deriz. İşte Türk Sinemasının ilk auteur yönetmenidir, Metin Erksan. Onun herhangi bir filmini izledikten sonra, diğer filmlerinde de tanıdık izler bulursunuz.Kuyu: Bir milat
Erksan’ın mülkiyet temalı film yolculuğunun üçüncü durağında “Kuyu” karşılar bizi. Bu kez tema olarak insan mülkiyetini seçer. Bu filmini bir gazete haberinden yola çıkarak çeker. Kurandan bir ayetle başlayan film, vahşi bir adamın savunmasız bir kadın üzerinde uyguladığı şiddet ve adamın benliğini ele geçiren tutkuyu anlatır temelde.Bir milattır Metin Erksan. Film afişlerini yıldız oyuncuların isimleri doldururken Erksan’ın afişlerinde en büyük yeri bizzat kendi ismi kaplar. Film denen yemeğin en önemli, en gerekli malzemesinin yönetmen olduğunun altını çizer.“Kuyu” da Metin Erksan Sineması içinde bir milattır. Çünkü Kuyu’nun ardından kalıcılığı olmayacak, ortalama piyasa filmleri çekmeye başlar. Şeytan uyarlaması da çeker (The Exorcist’ten), Kadın Hamlet de, Emel Sayınlı dramlar da… Ancak gelin görün ki bu görece ortalama işlerinde bile onun estetik anlayışını, izlerini bulmak mümkün.1974-75’te bu kez TRT için dizi olarak edebiyat uyarlamaları çeker: Sabahattin Ali’nin “Hanende Melek”, Ahmet Hamdi Tampınar’ın “Geçmiş Zaman Elbiseleri”, Kenan Hulusi’nin “Sazlık”, Samet Ağaoğlu’nun “Bir İntihar” ve Sait Faik’in “Müthiş Bir Tren” adlı hikâyelerini uyarlar.1977 yılında bir dramla, Hülya Koçyiğit’in başrolünde oynadığı “Sensiz Yaşayamam” ile aktif sinemayı bırakır (1982’de savaş belgeseli-TV dizisi “Preveze Öncesi”ni çeker en son). Ancak sinema adamıdır o, sinema ile ilgilenmeye devam eder, Cumhuriyet gazetesinde sinema yazıları yayımlamaya devam eder.Peyami Safa’nın “Server Bedii” takma adıyla yazdığı “Beyaz Cehennem”i, Halide Edip Adıvar’ın “Yolpalas Cinayeti”ni de sinemaya uyarlayan Erksan, Türk edebiyatını filmlerinde malzeme olarak en çok kullanan yönetmenlerimizden biri.Devletine küsmedi
Bir başka yönüyle daha Türk Sinemasının enleri arasına girecektir… 1987’de Antalya Film Festivali Onur Ödülü’nü, 1990 yılında 3. Ankara Film Festivali Emek Ödülü’nü, 1994 İstanbul Film Festivali Onur Ödülü’nü reddeder: En çok ödül reddeden Türk yönetmendir, o.2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü cumhurbaşkanının elinden alırken, filmleri anlaşılmamış, aydın, kırgın ve kızgın bir sinema adamını kayda geçti, kameralar: “Hiçbir ideoloji, hiçbir izm yanlısı, yandaşı, savunucusu da olmadım. Hiçbir hükümet tarafından olumlu bir tutumla karşılaşmamış olsam dahi, devletime ve milletime küsmedim.”Sinema için yaşanmış, sinema ile yaşanmış, yaşanan bir hayat onunki. Onca filmi arasından en sevmediği filmi “Yolpalas Cinayeti” (oysa kitabın yazarı Halide Edip filmi çok beğenir), en sevdiği filmi de “Hicran Yarası”. Hatta “Hicran Yarası”nı “Susuz Yaz”dan da çok sevdiğini belirtir.Ezel Akay, yönettiği, önceki sezonun renkli filmlerinden “Hacivat ile Karagöz Neden Öldürüldü”yü Metin Erksan’a ithaf eder. Bu ithafın hemen ardından Erksan, filmi övgülere boğan bir yazı yayımlar.Halit Refiğ ile birlikte Ulusal Sinema anlayışının temsilcisi olan Erksan hakkında onlarca makale ve iki kitap yayımlandı bugüne dek: Metin Erksan Sinemasını Okumaya Denemek-Kurtuluş Kayalı ve Metin Erksan Sineması-Birsen Altıner. Üçüncü kitapsa yolda: Hülya Koçyiğit ve Erol Taş’ın Susuz Yaz filminden bir karede göründüğü kapağıyla Metin Erksan ve Sineması’nı Kurtuluş Kayalı hazırlıyor.Sönmeyecek bir yıldız
Ne dese olay olur, kıyametler kopar. Sinemacı ve yapımcılar için “bunlar doğdukları tarihi milat zannediyorlar” der, “Kemal Tahir romanı dışındaki edebiyat kesekâğıdı bile olmaz” der, “ben filmlerimi kendim için yapıyorum” der, “Türkiye, dünyanın geçen hafta kurulduğunu zanneden insanlarla dolu” der. Her söylediğiyle sanat camiasını birbirine katar.Otuz seneyi aşkın süredir Türk Sineması üzerine yazan Kurtuluş Kayalı, onu iki şekilde tanımlar: 1-Türk Sinemasının, tarihi boyunca aldığı tek ciddi, önemli uluslar arası ödülün sahibi yönetmen. 2-Bahsi geçen film merkez kabul edilecek olursa, Türk Sinemasını anlamak için bir milat sunmuş yönetmen.Bunca isyan, bu kırgınlık, bu sinema aşkı, bu ustalık daha çok tartışılacak, daha da fazla konuşulacak yıllar geçtikçe. Sinemamız ilerlemeye, yollar kat etmeye devam edecek; çok yukarılarda, gökyüzünde Metin Erksan’ın yıldızı daha da parlayacak.