Hepimiz bölünmüşüz sanki.Hepimiz ayrı bir yerde, ayrı bir yere, belkide ayrı kişilere ait. Gerçekten bu şekilde birilerine, bir yerlere ait ait olmak zorunda mıyız? Ya da bu içimizdeki bölünmüşlüklerin hepsinin aynı bedene, aynı zihine hatta aynı ruha sahip olması sizce de saçma değil mi?Benim içimde kimler kimler yok ki.Anne var mesela; alabildiğine merhametli, karıncanın canını incitmez. Dünyanın neresinde olursa olsun, birinin canı acısın, onun da canı acır, savaş olmasın, açlık, susuzluk olmasın, çocuklar çocuk olsun bunu yaşasın ister. Bu dediklerinin hepsinin aynı anda olamayacağını bilese bile , bile bile istemeye devam eder. Tek başına karşıdan karşıya geçen çocukları bile gözünün ucuyla takip, kontrol eder onlarında anasıdır sonuçta. Kedi emziren köpekler şaşırtmaz onu, bilir bu dünyada her zaman merhamete yer olduğunu.Özgür kız var; yamaç paraşütü yapmak ister, dağcılık yapmak, tırmanışa gitmek ister. Onun gözünü kayalıklar korkutmaz, zaten ruhu dağlara aitttir, orada doğmuştur, bir parçası hep oralara ait olacaktır. Gözlerinin içi ışıldar karla kaplı dağlara bakareken. Gözü karadır, deli cesareti vardır. Hoşlandığına pat diye söyler, karşısındakinin duyguları bir yere kadar önemlidir, onun için önemli olan sevgisini söylemektir zaten. Gerisi fasa fisodur. Eğlenir güler, kahkahalarını saklamaz, kimse umrunda değildir.Ufak bir kız çocuğu var; alabildiğine kırılgan, en ufak şeyle yüzünde güller açan, ve yine ufak bir kötü haberle anında suratı asılan. Sürekli sevgi ve ilgi bekleyen. İstediğini alamadığı zaman içine kapanıp küsen, bazen de hırçınlaşan, ben istiyorum ve ben istiyorsam olacak diye direten. Dedim ya ufak kız çocuğu işte… Ne idüğü ne istediği belirsiz, değişken…Sadece bunlar mı? Elbette değil! Yalnızlığa tapan ve yalnız kalmaktan bir o kadar da korkan bir kadın var. Yalnız kalıp okumalarını yapmak, kitaplarını yazmak isteyen, sırf bunlar için yalnız kalması gerektiğine inanan ve aynı zamanda hormanları vücudunu ele geçirmeye yeni yeni başlayan bir kadın. Bir gün gelip anne olacaksın diye fısıldar bir ses. Etrafında bücürükler hatta belki ikizler olacak, peki o sırada yazabilecek misin diye kendine soran biri bu… Ne kadar güçlü olduğunu haykırsa da, hatta bunu herkese ispat etmiş olsa da korkar yalnız olmaktan, bir gün sığınacağı hiç kimsenin yanında olmayacağından…Belli ki bir adet modern zaman yalnızı kendisi…Hayatını adayacağı kişiyi bulduğunu düşünen ama bir o kadar da onun mantıklı yanından ürken, onun mantıklı yanın onun duygularını kıracağından korkan, onun yanındayken en az onun kadar mantıklı olmaya çalışan duygularını saklamaya çalışan ve duygularını sakladıkça içinde ara ara patlamalar gerçekleşen, bu patlamalar sonucunda telefonda salya sümük “seni özledim” diye ağlayan… ” Aşk kadını” bir nevi…Bir de ruhunu kelimeler ele geçirmiş biri var; onu tanımlamak hepsinden zor.O ne anne , ne de genç bir kız, ne de bir çocuk, o bunların hepsi ve de çok daha fazlası. Ruhunu bunlarla besleyip, rununun zenginliğini kelimelere döken; arada bir kelimelerini tüketip ruhunu yok etmekten korksa da, bunun için yazmayı bırakmayı düşünse de bazı bazı, ruhunu bu üçüyle sürekli besleyecek ve ne kelimelerinden ne de içindekilerden vazgeçecek.