Sahnedeki çocuğa takıldı gözüm. Kendinden geçmiş bir halde. Eminim bedeninin çizgilerinde bir dalgalanma, tüylerinde bir ürperme, vücudunda gittikçe keskinleşen ahenk ve kasılma. Elindeki gitara sınırları belli bir sürede kendi yeteneğine göre sayısı belli olmayacak şekilde nota basmak. Gittikçe hızlı nota basmak. Gittikçe hızlı solo atmak. Daha çabuk tepeğe çıkıp daha fazla basamaklara basarak aşağı inmek…Büyük şehvetle birbirine sarılan bedenler geldi sonra aklıma. Daha fazla birbiriyle temas etmeye çalışıyorlar. Daha fazla uyarılıyorlar. Daha hızlı hareket etmeye çalışıyorlar. Daha fazla ürperiyorlar. Daha hızlı nefes alıp veriyorlar. Birden tüm duyular aşırı yükleme sonucu kilitlenen şebekeler gibi kasılı kalıyorlar. Eşik değerinden geçen beden parçanıyor sanki. Vücudun sınırlarında bir dalgalanma ve yeni bir tek bedende vücut bulan iki ruh…Çok hızlı dönen araba tekerleri nasıl hiç dönmüyormuş gibi gözükür, o kıvama hayatın değişik kulvarlarında ulaşan beden inanılmazı başarıyor ve ruha temas ediyor. Geçici kaynaşma tüm özgü hataları nötralize ediyor ve anlık kusursuzlaşma bedeni topraklıyor sanki. Biz insanlar kendimize tanınan sınırları belli sürede daha fazla iş yapmak için nasıl uğraşıyorsak, bu üstten bakıldığında; sınırları belli bir çizgiyi sayısız küçük parçalara, noktalara ayırabilmek demek aslında. Daha hızlı soru çözmek, daha hızlı pedal çevirmek, daha hızlı araba sürmek, daha hızlı sevişmek, daha hızlı çalmak, daha hızlı…..Hayatın önüne geçmek, zamanın önüne geçmek için mi bütün bu uğraş. Hız yeterli bir kavram mı bunun için. Fizikçiler hep tartışır, ışık hızına ulaşan beden, ruh ile soyut maddeler kapısından mı geçer? Işık hızına uaşan beden esirdeki tutsaklıktan kurtulabilir mi? Somutlukla soyutluk arasındaki kapının eşik değeri belli bir formülle ifade edilip, edilse bile aşılabilir mi?