..ne farkeder ki?

Rua

Aslında bir şakaydı başlangıçta. Bana bakıp gülmüştü, adam onu evine davet ettiğinde. Beni farkettiğinde muhtemelen sağlam bir küfür sallamıştı adam içinden. Bir özür mırıldandı kös kös, dönüyordu ki yerine, “Arkadaşım da gelebilir mi?” dedi oyunbaz bir ses. Afalladı adam. Bir ona, bir bana baktı. Kararsız kaldı bir an, belki de biraz tedirgin. Kabul etti sonra. Hala umutluydu demek -Ah insanlar..

İlk ne zaman aklımdan geçti tam anımsamıyorum. Arabada birbiri ardına yaptığı uzun esprileri dinlerken mi.. Zor bulduğu anahtarıyla beceriksizce kapıyı açmaya çalışırken mi.. Uyuyacağımı söylediğimde yüzünde beliren o salak sırıtışta mı.. Ne farkeder ki? Asıl güzel olan, onun da bunu benimle birlikte düşünmüş olduğuydu. Kapıdan içeri süzüldüğümde hiç şaşırmadı çünkü. Tek bir an gözgöze geldik, ve sanki o kısacık anda emri o verdi sessizce -kemancısını izleyen bir maestro gibiydi ben üstündeki adamı bıçaklarken.

Sonra bir oyuna dönüştü bu. Hiçbir gece önceden konuşmadık yapacaklarımızı -ne de sonrasında. Sözsüz kurallarımızı geliştirdik oynadıkça. Ustalaştık bir süre sonra. Baştan çıkarma.. Umursamaz dinginlik.. Zamanlama.. Açı ve teknik.. Ölünün yatağında üç kişiydik, bir de rom şişesi.

Tehlikeli de belki. Çok güzel olması bir sorun örneğin -öyle köpüklü bir güzelliği var ki, biz bardan çıkarken hemen herkes dönüp bir göz atıyor küçük grubumuza. Hem skor kabarmaya başladığında üçüncü sayfadan ön sayfalara terfi ettik, manşete taşınmamız yakındır korkarım. Robot resmimiz bile oldu, benimki oldukça da başarılı sayılır, ama o -bir memurun karakalemi pek silik kalıyor onu anlatmak için.. Belki Monet yaşasaydı..

Ve şehir değiştirmeye başladık. Bir süre idare etti bu bizi, ama olaylar arasında bağlantı kurmaları uzun sürmedi. Yine yer değiştirdik. Bir haftadır da denizin kucağındaki bu küçük kasabadayız. Hiç oynamadık daha, ama bu gece, bu güzel yaz gecesi, ılık nefesiyle yeni bir oyun verecek bize -hissedebiliyorum. Bir şişe rom aldı öğlen gezerken -keten çantasında açılmayı bekliyor küçük lüksümüz.

Dam

Pek kolay oldu bu kez. Sonuncusunda zorlanmıştım doğrusu, hani inat olmasa vazgeçerdim kesinlikle. İnsanları huzursuz ediyor onun da gelmesi, tek kişilik bir oyun olsa bu, çok daha az çabayla kazanabilirdim -ama o da zevkli olmazdı. Gene de payıma düşeni kotaramadığım olmadı hiç -sürekli kulağıma fısıldadığı kadar güzelim galiba. Tanrı varsa eğer, gözleri açılıyor mudur bahşettiği hediyeyi kullarını kandırmakta ne kolay kullandığımı izlerken?

İşte geldik. Bir pansiyona gideceğimizi sanmıştım ben, oysa tek katlı bir evi varmış. Demek buralı, zaten pek turiste benzemiyordu. Biraz fazla titiz sanki, baca gibi sigara içiyor, ama kültablaları tertemiz. Yoksa evli mi.. Ya da onun evi değil mi acaba.. Ama hayır, kendi evinde olduğu pek belli. Bir kadının yaşadığına dair hiçbir iz de yok evde. Ne farkeder ki?

Uyumak istersek salondaki kanepeyi hemen açabileceğini söylüyor, odasından iki yastık getirirken. Hayır, biraz oturabiliriz. Bir şey içer misiniz? Kahve olabilir. Ben? Ben sakıncası yoksa bir duş alacağım, çok terledim. Banyoyu gösteriyor bana sessizce. Gülümseyip giriyorum eski ama pırıl pırıl banyoya, ve kapıyı kilitliyorum. Ayak sesleri uzaklaşıyor mutfağa doğru. Size iyi sohbetler, benim biraz işim var.

Her oyun -en neşelisi, en yenisi, en ilham vericisi bile- eninde sonunda hüzünlenmeye mahkum korkarım. Bir süredir farkediyorum eskisi gibi olmadığını, o da farkında bunun belki, ama oyundan hiç söz etmediğimiz için bilmiyorum ne hissettiğini. Ama ben kararımı verdim -bir şey yapmam gerek oyunu giderek köhneleşen ritminden kurtarmak için. Ufak bir değişiklik.

Splenol.. Üç kutu.. Her bir kutu için bir bahane uydurup ayrı bir eczaneye gitmem gerekti. Her kutuda yirmi kapsül. Kimbilir nerede okumuşum. Ne kadar sürer acaba. Kapsülleri tek tek açıp boşaltıyorum şişenin içine. Zaten romu sevemedim hiç, onu da değiştirmeli.

Ben salona döndükten az sonra uykusu geliyor. Kanepe açılıyor ve uzanıp hemen uykuya dalıyor mışıl mışıl. Bakışıyoruz. Yavaşça kalkıyorum oturduğum yerden ve odasına yürüyorum gülümseyerek. Arkamdan bakıyor bir süre, sonra o da geliyor peşimden. Hoşgeldiniz.. Çantamı biraz sert bırakıyorum yere, şişeden tok bir ses geliyor. “Bunu unutmuşum.. İçmeyelim ama..” Yavaşça çıkarıyorum şişeyi. “Ona bırakıp geliyorum..” Hafifçe onaylıyor kafasıyla. Başka şansı varmış gibi.

Sigara içiyor. Beni görünce dalgalanıyor bakışları. Düşünmesine fırsat vermemeli. Şişeyi gösteriyorum. “İçmek istedi.. Zor kurtardım.” Rahatlıyor yüzü. Kapağı açıp eline tutuşturuyorum. “Sen başla.. Ben içemeyeceğim bu gece.” Kararsız bakıyor elinde şişeyle. Gülümsüyorum -ve itaat ediyor. Bir iki büyük yudum aldığını gördükten sonra kalkıyorum, burdan sonra devam eder o nasıl olsa. Odaya dönüyorum.

Elleri saçlarımda geziniyor. Hala biraz kuşkulu gibi, sanki emin olamıyor bir türlü. Bense onu merak ediyorum. Ne durumda acaba.. Rolünü yapabilecek kadar zamanı olacak mı.. Çoktan bitti belki de. O zaman onun rolü de bana mı kalacak.. Kimbilir, belki yeni bir rua bulmaktansa, valeyi rualığa terfi ettiririz -şimdi elleri daha kararlı.

Vale

Hastalarına aşık olan doktorlar oluyor da, suçlusuna aşık olan polis niye olmasın..

Oldu işte. Kabul. Peki neden ben? Üç ayda onbir cinayet işleyen iki sapkının benim sakin kasabamda işi ne? Belki gizlenmek için.. Saçma, benim evimi mi buldular gizlenmek için. Nasıl bir kader bu..

Terminalden bildirdiler geçen cuma -iki şüpheli. Daha doğrusu, adamın eşgali tutuyor gibi -sakal bırakmış ve saçlarını kestirmişse eğer- de, yanındaki kadın aranana benzemiyor pek. Birkaç gün izlediler onları, bir şey çıkmadı. Vazgeçtiler.

Bu geceye kadar görmemiştim ben onları -devriye nöbetim yoktu geçen hafta. Kadın çok güzelmiş, pek heyecanlı anlatıyordu bizimkiler. Bir bira içmeye gelmiştim buraya, sonra onu gördüm. Kusursuz -gerçekten baş döndürücü bir güzelliği var. O cinayetleri ancak böyle birisi hazırlayabilir diye düşündüğümü anımsıyorum -karşı konulması pek olası olmayan bir çift göz. Ve o sırada, bahsi geçen gözler, benimkilere çevrildiler ansızın. Yalpaladım.

Sonrası nasıl gelişti tam çıkaramıyorum şu anda, hem çok da içtim -fazlasını kaldıramam oysa. Yavaş yavaş bir kuyuya düştüğümü hissediyordum onunla konuşurken -geceyi serinleten, duvarları buzdan bir kuyu, dipsiz. Cinayetler çoktan aklımdan çıkmıştı, ta ki eve gitmeye karar verdiğimizde, az ilerde duran adamı işaret ettiği zamana dek.

O ana kadar adamı farketmemiştim. Evet, kesinlikle o adamdı bu. Kadın.. Belki.. Hayır. Emindim -şüpheli çift, tahmin edilen davranış biçimini tıpatıp uyguluyordu işte. Demek bir haftadır beklemişlerdi, ve bu gece yeni bir kurban aramaya çıkmışlardı. Kurban sözcüğü ilk kez bir ürperti salıyor bedenime.

Eve geldik. Onları salonda bırakıp odama gittim allak bullak. Silahlı olabilirler mi? Hep bıçak kullandılar şimdiye dek, ama kim emin olabilir.. Tabancamı çıkardım ben de dolaptan, yatağın altına koydum yavaşça. Demek daha o andan beri.. Haber vermeyi düşündüm, ama telefon salondaydı. Her şeyi göze alıp dışarı çıkmak aklıma geldi. “Ben sakıncası yoksa bir duş alacağım..” Her şeyi darmadağın eden ses. Gülümsedi, ve kapıyı kilitledi. İşte o gülümseme -ve oyunu sonuna kadar götürmeye karar verdim.

Bu kadar içmemeliydim. Neyse ki o romu götürdü gözümün önünden. Bir kadeh dolduruverseydi bana, itiraz edemezdim herhalde -kim edebilir ki? Biraz başım dönüyor, ama içkiden çok, yanıbaşımdaki bu ılık nefes çarpıyor beni. Dikkatimi toplamaya çalışıyorum.. Saçları -gül kokuyor.. Tabancam -hala orda.. Teni -pürüzsüz.. Adam -ses yok.. Dudakları -dudakları..

Belli belirsiz bir ses geliyor içerden, kanepeye çarptı sanırım. Hemen ardından da cam kırılması -bir an duralıyoruz bu şangırtıyla. Geliyor olmalı. Yatağın kenarından hafifçe aşağı kaydırıyorum bir kolumu -ancak namluya değebiliyorum parmak uçlarımla. Yüzümü inceliyor çocuksu gözlerle. Salondan ses yok gibi. O an, cinayetleri kadının işliyor olabileceği aklıma takılıyor. Onbir cinayet. Gözleri berrak. On iki miyim yoksa? On üç olmasın da -uğursuzdur. Bir kez daha öpüyorum onu. Acımasız bir tutku itiyor bedenimi, şu andan sonra oyundan çıkmak mızıkçılık olur hem. Bulutların üstünde, ölmeye ya da öldürmeye hazırlıyorum kendimi -ne farkeder ki?