Ne çok şey biriktirmişim şu hayatta, ne çok yaşanmışlığım olmuş kısa ömrümde. Acısı tatlısı, gülmeli ağlamalı su gibi gecen yıllarım kalmış geride. Geriye dönüp baktığımda dünmüş gibi olan, ne çabuk geçti ne yaptım dediğim yıllar…Erken yaşta başlanmış bir hayat mücadelesi, “ben varım dimdik ayaktayım” deme çabaları… Hayat zor, bir o kadar da acımasız. Ya güçlüsünüzdür yâda değil, ortası yok bunun. Yok, çünkü orta olmak her zaman yenilgiye yakın olmakla sonuçlanır. Geriye baktığımda, insanları izlediğimde ortaya çıkan hep bu oldu, yâda ben böyle gözlemledim. Bilemiyorum… Bildiğim bir şey varsa şu hayatta güçlü olmak zorunluluğu.
En zayıf anlarda bile maskeli dolaşır olmak ne büyük zorluk. Ağlasanız, ben yoruldum deseniz ne olacak diyemiyorum, çünkü acınacak arkasından da yalnızlığı biraz daha içinizde hissedeceksiniz. Yardım eli değil uzanacak olan, aksine kaçan eller olacak çevrenizde… “Olmak yâda olmamak”kavramıyla eş yani…
Çok şey birikiyor yıllar içerisinde, yumruğumuzla eş büyüklükte olan yüreğimizde. Sevgi, nefret, merhamet, intikam, acı, mutluluk… Saymakla bitecek olmayan duygu karmaşası. Hepsi de yaşamakta olduğumuz hayat şartlarıyla aynı doğrultuda olan… İnsanoğlu ne çabuk alışıyor yeni şartlarına ve şartlarla gelen duygulara. Çok iyiyse hayat beraberinde çok mutlu, olumlu düşlerle süslenmiş bir dünya. Kötüyse acı nefret ve karamsarlık dolu bir yarın. Çark nasıl olsa bir şekilde dönüyor ve ayak uyduruyoruz bizlerde. Yıllar sonra geriye bakılınca su gibi geçen ama nasıl olduğu anlaşılamayan yıllar…
İşte o anlardayım şimdi; geçmişle, yaşananların muhasebesiyle pazarlıktayım. Ne kadar güçlüydüm ne kadar güçsüz ve acınası. Güçsüzlüğümü yorgunluğumu ne kadar açığa vurdum, ne kadar saklayabildim. Vs vs…Çok güçsüz anlarım olmuş, anladım gördüm. Ama çoğunlukla maskeyi takmayı başarmışım yüzüme, ama çok yorulmuşum. En çokta bu sahte olan maskeli dolaşmalardan. Güçsüzken dahi gösterdiğim çabalardan. Ne olurdu sanki yorgunum deseydim, kime ne zararı olurdu ki. Belki de bu kadar yorulup bezmişlik olmayacaktı bedenimde, yüreğimde. Kim bilir, belki de bu kırılganlıklarımda daha da çok kırılacaktım. Dedim ya dünya tuhaf biz insanlar daha anlaşılmaz. Kim ne düşünür, karşıya ne yapar bilinmez. Hal böyle olunca da hep dimdik ayaktayım demekten başka çare yok gibi geliyor. Başı dik, omzu dik olmak… Ki böylece kimselerde zarar vermeyi düşünmesin.
Koruma kalkanı oluşturmak çevremizde. Bir zırh gibi duvar örmek. Kendi ördüğümüz duvarımızda hapsolmak sonrada…Oysa yürekler başka bambaşka istiyor hayatı. Dolu dolu olan, kuş gibi özgür ve sevgiyle çevrili. Ne olacak korkusu düşünülmeden, karamsarlığın kalktığı hep güzel düşlerin olduğu bir hayat. En azından benim düşlerim. Gelgitlerimiz olmasa hayata dair.
Sus geldi dilime. Bu karmaşalıkta, bu hesaplaşmalarda. Konuşmak nafile, hayat kendi çarkında sana danışmıyor. Hiç bir şey için izin almıyor. Geliyor, devrini tamamlayıp gidiyor bu akis içerisinde. Dile sus geliyor da, ya yüreğe. O hiç susmuyor maalesef, sürekli yeni umutlarla beklentilerle güne merhaba diyor.
Hiç susmasın yüreklerin sesi. Onlar susarsa hayat susar. Yüreklere bir kere sus geldi mi bir daha ses vermezde, dünya susar, yaşam biter…