“Pencere”Her gün, tüm karamsarlıklarını sırtına yükleyip evinin yolunu tutuyordu küçük kız. Gözlerinin önünde hep açık bir pencere,önünde oturmanın heyecanı ile,hep uzun olan adımlarını kısa ve sık yapmaya çalışarakhız testi yapıyordu kendi kendine…Ama her gün bir önceki günden 1 dakika daha geç varıyordu penceresine,hayata karşı geç kalmışlık hissi,umutlarının ışığını yayan penceresini de hakimiyeti altına almıştı anlaşılan…Hayat her gün bir dakikasını daha çalıyordu ve düşünüyordu küçük kız:”Hiç eve giremeyeceğim vakit,kaç dakika sonra?Göstermelik dakikaların yıllara akseden oyunu kaç güneş battıktan sonra?”Küçük kız,her gün bir dakika daha büyümüşken,bunları düşünüyordu dışarıya bakarak,ve anca pencereden bakarak…Pencere her defasında yanıltıyordu,kandırıyordu,teselli ediyordu .Önüne sonsuz bir mavi sererken,dakika hesaplarının can bulma ihtimalinde bile ne gibi bir mantık aranabilirdi?Ama işte,günler ilerliyordu ve gökyüzü artık çok daha erken kararıyordu. Her pencere önüne seriliş,mavinin yeni tonlarını öğretiyordu,kimbilir dakikalar arasında kaybolan saniyeler arasında daha kaç ton vardı?Zamanın kıymetini,kendini yeni renkler öğrenmeye adayarak daha iyi biliyor gibi oluyordu,pencere dışında kullandığı zamanında gözleri bambaşka renkleri göstermeye hizmet ediyordu,önünden geçen koca otobüsler yüzünden tam görecekken kaçırdığı tonlardan dolayı da hepten o günü silip atıyordu,eksik kalıyordu. Sonra gözünden geldiğince topladığı ton alaşımını ceplerine sığdırıyor,günün mavisini biraz daha koyultmaya oturuyordu penceresinin kenarına. Artık içinden masumluk,saflık taşan duru ve berrak açık maviler yerine, biraz hüzün biraz kederi çağrıştıran ,hafif de yıldızlarla buluşturan laciverte kayıyordu gökün yüzü. Önünde duran cırtlak pembe yapraklı çiçek de her gün bir öncekinin soluk rengi haline gelip,her doğuşun batışını vurgulayarak adeta,büzerek yapraklarını ve koyultarak pembesini,maviyle pembenin karşımına yeni bir soluk katıyordu.Sonra,bir gün geldi,küçük kız kaybedecek vakti olmadığının bilincinde fırlatmışken çantasını ve göze almışken tüm renklerin en koyusunun içinden geçmiş annesinden azarı,hiç bilmezdi renklerin bu kadar solacağını. Oturdu küçük kız,gözlerini ovuşturdu önce, ağırmışlardı da tüm gün zaten,karşıdan gelen yılların Ayşe Teyze’sinin saçlarını beyaz görmesi de bundandı herhalde;hüzünlendi sonra… Mavinin en koyusuydu duran karşısında,her rengin en koyusu gibi simsiyah. Her umudun sonu gibi siyah,her özgürlüğün sonu gibi,düşününce her hissettiği an gibi simsiyah,kanatlanıp da çakıldığı gibi siyah…Bir damla damlayıverdi sonra eline,indirdi başını,avucunu açtı ve uzun dakikalar seyre daldı .Ellerine baktı,sayısız çizgi vardı,renklerin tonları kadardı. İşte o zaman anladı..Dakikalar nasıl da yılları maviye boyadı,önce maviymiş gibi yaptı,sonra bir bir kararttı.Ve nihayetinde,tüm gözler kapandı. Yumuk yumuk henüz açılan gözler de,yepyeni tonlara yelken açtı… Ve bir döngü daha böylece baştan başladı…