bir arkadaşım vardı; ağlayıp duran. bütün problemlerinden, birilerini sorumlu tutan ve çözüm konusunda hiçbirşey yapmayan ve bu konuda şikayet edip duran biriydi. ben de dün yine mıy mıy mıy, vıdı vıdı vıdı diye başladığında dayanamadım; “başına gelenlerin en büyük sebebi sensin” dedim. oldukça sert söyledim bunu. ağlamaya başladı. bunu kaldırmaya hazır olmadığı belliydi. ama ben de, bunları dinlemektense, oturup film falan izlemek istiyordum. onunla birlikte olmanın hiçbir zevki kalmamıştı artık. hiçbir şekilde…

ağlamaya devam ettiğinde, “kes sesini, git içeride ağla dedim” çünkü ağlamaya hakkı yoktu. benim canımı sıktığı ölçüde, bir yandan da neşelendiriyor olsaydı, katlanabilirdim. ama, her zaman olumsuz olmasının, kendine acımasının yanısıra, hiçbir çözüm önerisi de kabul etmiyordu.

sesini kesmedi. ben bir film koydum. o da mıy mıy ağlamaya devam etti. daha çocuktu aslında. zaten 17 yaşındaydı, ama 13 yaşından daha ileri davranmıyordu. sadece seks ve uyuşturucu konusunda 20’sindeydi.

sonra bana küfretmeye başladı, beni incitmek istediğini, bir şekilde canımı yakmak istediğini söyledi. artık benden nefret ediyormuş. ben de, ondan nefret ettiğimi, en iyi çözümün evimden defolup gitmesi olduğunu söyledim. biraz sessizleşti.

nasıl böyle bir manyak haline geldiğimi bilmiyorum. sadece artık katlanacak durumda değildim. içeri odaya geçti, orada ufak tefek gürültüler çıkarmaya başladı. yine aynı şeydi, herşeyin suçlusu bendim, ve yine hiçbir çözüm önermiyordu. benden nefret ettiğini söyleyip, evimden de gitmiyordu.

biraz sonra geri geldi, izlediğim filmden de bir bok anlamıyordum zaten. benim canımı yakmadan hiçbiryere gidemediğini söyledi. ben de yanımda duran bir şişeyi aldım, ve “buyur” dedim. “kafama vur, ve sonra git”

“saçmalama!” dedi, onunla vurursa kafam kırılırmış. kafamı sikmesinden daha iyi olacağını söyledim. bunların hepsini alaycı ve küçümser bir tavırla yapıyordum, çünkü artık ona acımıyordum. tiksiniyordum ondan. ağlayan yüzünü görmek istemiyordum.

bunun üzerine yerde duran postalımı aldı ve üzerime gelmeye başladı. ben de kollarından tutup yere attım onu. şimdi düşünüyorum da, keşke beni dövmesine izin verseydim. ağzımı kan içinde bıraksaydı, giderdi belki en azından. ama yapamadım. bu salak kızın problemleri yüzünden ağrılar çekmek istemiyordum. tek istediğim, kendi başıma biraz kitap okumak ya da film seyretmekti.

ben de tuttum onu. şimdi 13’ünden daha aşağılarda, 5-6 gibi davranıyordu. yattığı yerde tekmelemeye çalışıyordu. sikletimiz aynıydı ama yıkıntısının verdiği güçsüzlükle çok da güçlü hareketler yapmıyordu. adi olduğumu söyleyip duruyordu. ilkokuldan beri bu lafı ilk kez duyduğumu söyledim. delirdikçe deliriyordu. olduğu yerde bıraktım. tekrar postalı alıp üzerime geri geldi. hiçbirşeyinin tam olmadığını, eğer gerçekten birşey yapmak istiyorsa eline doğru düzgün bir bıçak almasını, aksi halde yettiğini söyledim. hiçbirşeyi dinlemiyordu. kendine acıma had safhadaydı.

yapacak hiçbirşey gelmiyordu aklıma. bütün hayatını çözümsüz bir dipsiz kuyuya, bir kısır-döngüye çevirmiş ve şimdi bu cehennem aletini benim evimin ortasına getirip kurmuştu. kimsenin onu sevmediğini söyledim. gerçekten de, evden çıkarsa, istanbulda eski tanıdıklarından hiçbiri onu pek hevesle istemiyordu. bunu da söyledim. ‘neden ‘x’e gitmiyorsun’ dedim, ‘hiç düşündün mü neden ‘y’ seninle artık konuşmuyor’ dedim. hiçbirşey anlamamakta direniyordu. bütün bunların suçlusu bendim. geri kalanının suçlusu annesiyle babasıydı, okulundaki müdür ve tarih öğretmeni ve okulundaki herkes ve yaşadığı şehirdeki diğer herkesti. hiçbirşeyin sorumluluğunu almaya yanaşmıyordu. evimden de gitmiyordu.

artık yerde yatmış ağlıyor, bana küfrediyordu. arada bir kalkıp saldırdığında onu geri yere yatırıyor, dönüp filme devam ediyordum. sonunda, bacağından tutup kapıya doğru sürüklemeye başladım. çırpınıyor, benden nefret ediyordu. bütün apartman bizi dinliyordu. gerizekalıyı dövdüğümü ya da tecavüz falan ettiğimi düşüneceklerdi. ve atamıyordum dışarı. duvarların köşelerine, kapıların çerçevelerine tutunuyor, tekmelemeye devam ediyordu. en sonunda tekrarlamaya başladığı sözcük “ben sana ne yaptım”dı. saldırdığını söyledim. ondan önce ne yaptığını sordu, sürekli ağladığını söyledim.

her neyse yazmak bile iç bunaltıyor. sonunda ev arkadaşım geldi, durumun iğrençliğini anladı ve sonunda çözüm olarak, sesini kesmezse, onu birlikte aşağı atacağımızı söyledi. sonra arkadaşım biraz yumuşak bir yaklaşım yaptı. o da bana karşı şikayet edebileceği birini bulmanın rahatlığıyla içeri geçti. arkadaşımla konuştular. bütün denilenlerden hiçbirşey anlamadı. benden nefret ettiğini tekrarladı. bunu haketmek için ne yaptığını sordu. (ben, daha iyisini haketmek için ne yaptığını sormuştum) neyse en azından sesini kesmişti ve saldırmıyordu. ben de bu arada filmimi bitirdim ve odama geçip sessizce kitabımı okudum. sabah da kalkıp, hiçbirşey olmamış gibi, kimseye bulaşmadan evden çıktım. akşam döndüğümde gitmiş olacak.(umarım)

onu hala düşünüyorum. fakat, köklü bir psikoterapiye ihtiyacı var, bütün problemlerini adım adım aşabilmesi için. bunu yapacak kişi de ben değilim. bu durumda ne öneriyor hagakure? benim tercihim, onu tekrar gördüğümde ıslık çalarak uzaklaşmak olacak.

bu ne be, günlük olsaymış bu.