Şükrü Saracoğlu’ndaki maçın 66.66’ncı dakikası idi saate baktığımda. Tuttuğum takımın yenilmekte olduğunun verdiği hüzün ile bünyeme ancak litre ölçüsü ile hesaplanabilecek miktarda yüklediğim alkolün tesirinde iken, külliyatını nerede ise hatim ettiğim inan6666’nın ayaktopundan bahis açmadığı aklıma geldi. Biraz kışkırtsam acaba kalem oynatır mı falan diye düşünürken, 25. Saat filminde Monty namlı torbacı pirinin ayna karşında yaptığı epik konuşması vasıtası ile kendisine bir güzelleme yazayım diye kafamda tasavvur etmeye başladım. Adamımız Montgomery Brogan, çocukluğunun geçtiği sefil Bronx’da sokaklarda top peşinde koşarken her türlü pisliğe basmayı tecrübe ettiğinden, parlak zekasına hürmeten aldıkları kolejde zengin bebelerine tombala çektirmeye başlayınca kapının dışına koyulmuş, narkotik kariyerin sağladığı $$$ istifinden ziyadesi ile zevk alıp, kendi kendisine ev, araba, çıtır Porto Rikolu manita tevdiatı yapmak yolunu tutmuştur. Yaşadığı bu zevk-i sefa dolu hayatın tadını çıkartırken daha çok $$$ istif etme hırsı ile tüm Hollywood filmlerindeki serseri bünyelerin en büyük hatasını yaparak, son ve büyük bir iş patlatıp piyasadan çekilmek kararı aldığından tüm servetini evdeki deri koltuğun içine güzelce zula ettiği sandığı bir gün, lacivert üstüne sarı yazılı yağmurluklarından her Türk evladının görür görmez tanıyacağı DEA departmanından ajanlar ansızın kapısını çalarak metazori misafir olmuşlar, zulayı anında açık ederek Monty’nin yekün sermayesine ve bilhassa geleceğine ipotek koymuşlardır.Necip Türk evladı paranın neden bankada faiz beklentisi eşliğinde mışıl mışıl uyumak yerine, deri koltuk içinde kıç altında baskı görerek huzursuz zula yeri seçtiğini merak ederse diye not düşüyorum, Amerika Birleşik Devletlerinde, kale gibi yıkılmaz, tank gibi ezici Anglo-Sakson hukuk sistemi ile tesis edilmiş nereden buldun ulan bu kadar parayı mekanizması yürürlükte olduğundan, narkotik kariyer marifeti ile elde edilen $$$ istifinin memleketimizdeki gibi el kol sallayarak bankaya tevdi edilmesi imkanını bulunmamaktadır. Zira anında FBI falan evinize camdan girmek münasebeti ile hayatınızı kaydırabilir. Bu tehlikeyi işaret ettiğimden ilerideki ticari hayatınızda dikkat ve itina göstereceğiniz varsayıyorum. Bu çekince güzide memleketim için mevzu bahis değildir. Memlekette iseniz, rahat olun.Adamımız Monty, işlediği suçtan dolayı çıkarıldığı mahkeme kararı neticesinde Otisville’deki dinlenme tesislerinde ömrünün yedi yılının geçirmek ile cezalandırılmıştır. Edward Norton’un oynadığı Montgomery Brogan’ın en büyük korkusu, Amerikan Hapishanelerinin yine tüm Hollywood filmleri vasıtası ile bildiğimiz alameti farikası olan fiili livata yolu ile ihtiyaçlarını giderme hacetine giden dopingli kaslı, iri yarı, insan azmanı, zenci/beyaz diğer erkek mahkumlardır. Cemalinin hayli düzgün olduğundan ilgiye mazhar olacağı endişesi kendisini yiyip bitirmektedir. Zira kahramanımıza hayat veren Edward Norton’un daha önce canlandırdığı Derek Vinyard karakteri ile bu acı ilacı tecrübe etmiştir. Sanırım bu çok okuyan mı yoksa çok yiyen mi bilir münazarasının galibi ancak tecrübe sahibidir. O yüzden kendisine itimat etmekten başka imkanımız olduğunu sanmıyorum. Sırf yüzden bile insan Türk olmaktan gurur duyabilir. En azından güzide memleketimizdeki tutukevlerinde götümüz güvencededir aziz kardeşlerim.Geride bırakacaklarının en güzel tezahürü manitası Naturelle Rivirera’nın bedeni vasıtası ile henüz gözlerinin önünde kıvrak bir dans icra eder iken, ilerdeki karanlık günlerin verdiği iç sıkıntısı ile yaşadığı iç çatışmaları, sosyal tepkiye dönüştüren Montgomery Brogan rolünü takdire şayan başarı ile oynayan muhterem Norton’un, babasına ait barın tuvaletindeki aynanın karşısında küfür marifeti ile kendi mezhebince modern Amerikan toplumunun eleştirisini yaptığı tiradını icrası, sanırım benim gibi pek çok olan hayranlarının zihnine kazınmıştır.İşte ben kafamın içinde, umarsızca havlayan ve eski sahibi Sait Faik olan yazmasam çıldıracaktım namlı itin ulumalarını dinlerken, bunları tasavvur ediyordum ki; uzatmada atılan golümüzü saymayan hakem tüm haleti ruhiyemin içine etti. Kızıla çalan öfkemin eşliğinde eve gitmeden önce sakinleşebilmek maksadı ile oturduğum kahvehanenin manzarasına giren sinema afişlerini görünce, üstadın son mucizesinin gösterildiği akabindeki seansa iki bilet alıp şizofren bünyem ile beraber girmeye hak kazandım.Burada beni sevenlerin kuzu diye seslenmelerinden bile biliyorum ki, kuzu olmak sevilmeye eş değerdir. İş bu kelimeyle hitap edilmek bile insanın mutlu olmasına yeter de artar. Peki o zaman analarının kuzularını ne yapacağız? Anaların yitirdiği kuzularının acısı ile yüreklerinin yangınının içimizi kül ettiği, işbu acıya göz yaşlarımın sel olup aktığı bu mübarek film pek çok mühim noktaya işaret ediyor. Misal, o kuzusunu kaybeden anadan başka hiç kimse onun acısını anlayamaz, yaşayamaz. Her kim ki, senin kaybın ile benim de yüreğim yanıyor diyerek ve ondan daha çok feryat figan ediyor ise; bu süfli yaratığın muhakkak ek yeri vardır. Böyle bir acının karşısında insan evladı, ancak sus pus olur, oturur, ağzını bıçak açmaz. Tersini iddia edip, orta yerde dile getirenin alnını karışlarım. Ancak o mukaddes ana, kuzucuğunu yıllarca koynunda saklamış, kendi öz sütü ile büyütmüş, yuvadan yolcu ettiği gün başına bir şey gelir korkusu ile yüreğini sıkıntıya, kedere boğmuştur. Kim ki, eğer o ana evinde oturup gözyaşlarını içine akıtırken, meydanı işgal edip yüreğim yanıyor diye üstünü başını yırtıyor ise, sahtekarın, kolpacının, yalancının önde gidenidir. İşte bu ayarda kişiyi bir kaşık suda boğmak geliyor içimden. Bu yüzden bir ananın kuzusunu ölüme göndermek, dağ gibi büyük mukaddesat ve irade ister ki, tarih seni şerefinle yazsın. Bunun numunesi parmak ile gösterecek kadar azdır. Fatih Akın, sözü benim de evvelce bahis açtığım İsmail’in kurban edilme hadisesine getirmiş ki, babasının küçükken bu meselden hareketle, kendisini kurban etmemek için tanrıya karşı bile mücadele edeceğini söylediğini aktarınca, arasının bozuk olduğu babasının hasreti gözleri ile dolan, işte bu Almanya’da Alman gibi yetişen Alman Dili Profesörü’nün kendisidir. Netice; ne kadar tersi için çaba gösterilmiş olsa da Nejat, Türk oğlu Türk’tür. Bayram namazına giden kalabalığı görünce ne olduğunu idrak eder, babasını bulmak maksadı ile köyünün yolunu tutar, sanırım bulunca da elini öpecektir. Aziz kardeşim, madem ki, Türk bir durumun adıdır, sen de damarlarında akan, dünyanın hem en sahtekar, hem en mert kahramanını çıkarabilecek imkanı sağlayan kanının, Türk markalı olduğunu durum icabı farkına var, mevcudiyetini gözden geçir. Üstelik de acı vatanı kendi gözünle görmüşsün. Daha iyi takdir edeceğinden eminim.Fatih Akın hakkında bir rivayet okumuştum. Askere gitmek mecburiyeti konusunda kendisine talep gelir ise, askere gitmek yerine Türk vatandaşlığından çıkacağını beyan etmiş. Bunun üzerine bu mübareğe söylemediklerini bırakmadılar. Hain, filan, ıvır zıvır şu bu. Çıkma kardeşim, vatandaşlıktan. Sakın çıkma. El ele tutuşup gidelim Genelkurmay’a. İşte bu kıvırcık kuzu yapacak benim yerime askerliği dersin, ben senin yerine değil bir, bir düzine kez yapmaya razıyım askerlik vazifesini. Zaten bir kez yapmak bana yetmemiş, tadı damağımda kalmış idi. Sen film çekmeye devam et, ben sınırda nöbet bekleyeyim. Çünkü sen Türklük gururuna benim sarsakça tuttuğum nöbetten daha büyük katkı sağlıyorsun. Senin çektiğin film vasıtası ile ben Türk olmaktan büyük gurur duyuyorum. İşte diyorum, dünyanın en büyük sineması Türk sinemasıdır. Lanet olsun bana ki, bir daha para verip gidersem Amerikan filmlerine. Kahrolsun emperyalizm, fuck the european union, şu bu. Türk sineması bana göre dünyanın en büyük sinemasıdır. Çünkü ben Türk’üm. Fatih Akın’ın da Türk sineması ile tüm ilişkisi ancak Türk olmasından kaynaklanır. İşte Türk olmak durumu şuna işaret eder ki; o film senin için ruhuna en çok tesir eden filmdir, ancak tesiri kısadır. Çünkü Türk’ün imalatındaki en büyük kusur hafızasının yetersiz olmasıdır. Hem filmi seyrederek gurur duyar, hem de askere gitmediği için Fatih Akın’a küfreder. Hem milletin makus talihini kurtardığı için kendisine hürmet eder, hem de Trikopis’i yendiği yerde taş atarak kafasını yarar. Bunun temsilleri pek çoktur. Saymak ile başınızı şişirmek istemem. Zaten pek de üzgünüm. Fatih Akın, sağol, varol, nurol…Kazım Koyuncu Aziz AnısınaRuhu Şad Olsun.