Penceremden dışarı baktığımda bir koşuşturma yaşanıyordu. Yoğun bir şekilde yağan yağmur insanların birbirini kovalaması gibi bir görüntü oluşturuyordu sokakta.. Kamyonların durun dercesine bağırdığı kornalar gökyüzünün kamyona eşlik etmesi.. Odam yola yakındı ve pencereden insanların konuşmalarını dinliyordum..-Anne ne zaman eve gideceğiz?
-Bilmiyorum, dur bakalım baban bir telefon açsın da..
-Nereye gideceğiz peki?
-Bilmiyorum, babanı beklemek zorundayız..
-Anne eve gidelim çok korkuyorum.
-Neden?
-Baksana yağmur var.. Islanıyoruz. Şimdi evde olmak vardı.. Hem ben çizgi filmi kaçıracağım bu gidişle. Hani bana söz vermiştin eve erken döneceğiz diye?
-Verdim ama ne yapalım daha baban aramadı.
-Ya babam arasa ne olacak ne yapacağız?
– …

Pencereyi kapattım. Hava iyice soğumuş. Sıcak bir kahve yaptım ve radyoyu açtım.. Böyle soğuk havalarda radyo beni ısıtıyor. Her zaman aynı saatte radyoyu açtığımda aynı DJ’in sesini duyar-dım ama bu sefer başkası vardı.. Sebebini öğrenmek üzere dinlemeye koyuldum.. Sıkıcı bir kaç şarkı-dan sonra hava durumu başladı. Dikkatle dinlemeliyim, yarın işim var:
-Sevgili seyirciler, Sibirya üzerinden gelen soğuk ve yağışlı hava dalgası tüm yurdu etkisi altına aldı. Bugün akşama kadar Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun doğusu hariç tüm bölgelerimizde yağış var. Hava sıcaklığı 8 ila 10 derece arasında düşüş gösterecek. Meteoroloji yetkililerinden aldığımız bilgilere göre yağışların haftasonuna kadar sürmesi bekleniyor. Hafta sonundan itibaren Türkiye yeni bir yağışlı havanın etkisi altına girecek. Yetkililer batı bölgelerimizde yaşayan vatandaşlarımızı uyarıyor. Fırtınaya karşı dikkatli olun. Bugün akşam ve yarın illerimizde hava şöyle olacak: Ankara 3/8, İstanbul 5/9, İzmir 7/17 derece. Adana 4/12, Antalya…..
Kahretsin yarın hava yağışlı. Yine ıslanacağız. Hep unutuyorum şemsiye almayı. Şimdi çıkayım desem yine yapmur yağıyor. Zaten saat geç oldu. Dükkanlar kapanmıştır. Ne yapalım yarın alacaz artık. O yüzden erken yatmalıyım..

-Anne telefon çalıyor duymuyor musun?
-Bizim telefon değil..
-Ya anne sen arasana babamı..
-Kontörümüz kalmadı.
-Ya anne ya çizgi filmi kaçıracağım.
-Üstüme gelme, şimdi arar bekleyelim biraz daha.
-Anne telefon çalıyor?
-Alo? (…) Ya çocuk burda başımın etini yedi. Ne zaman geleceksin? (…) Tamam seni bekliyoruz. (…) Neden? (…) Peki ben nasıl anlatacam ona bu durumu? (…) Üf yine yaptın yapacağını neyse gelince konuşuruz. (…) Tamam (…) Tamam unutmam (…) Tamam ya on kere aynı şeyi söyleme (…) Kızmıy-orum, sadece başımı ağrıttı bu çocuk (…) tamam sen geç kalma (…) Bende.
-Kim anne?
-Teyzen.
-Ne diyor?
-Hiç .. bişey lazım mı diyor.
-Bu akşam bize mi gelecek?
-Hayır nereden çıkardın bunu?
-E neden sana bişey lazım mı diye sordu?
-Şey .. aman çok konuştun sen. Yürü hadi gidiyoruz.
-Nereye?
-Karşıdaki cafeye gidelim. Hem sen acıkmışsındır bişeyler ye.
-Anne ben eve gitmek istiyorum, çizgifilm başladı.
-AAAAAA YETER AMA!
– (..)
-Gidelim oturalım şuraya. Seyretmeyiver çizgifilmini bugün.
-Tamam.
-Ne o ağlıyor musun?
-Hayır.
-Emin misin?
-Hayır.
-Eve gitmek istiyor musun?
-Sen bilirsin.
-Hadi eve gidelim.
-Şey .. anne?
-Efendim?
-İstiyorsan gitmeyelim.
-E babam ararsa ne olacak?
-Evden konuşuruz.
-O zaman neden burada bekledik anne?
-Bak yine başladın soru sormaya. Sen bırak bu soruları da eve gidince öyle çok çizgi film seyretmek yok. Seyret ondan sonra doğru dersinin başına.
-Tamam.
-Akşam 10 dedi mi yataktasın.
-Tamam anne.
-Şu taksiye binelim.
-Şey .. anne!
-Hadi binelim otobüs geldi.

Üf ya yine geç kaldım. Bu saat çalmıyor mu acaba. Bi tamire götürmek lazım arada bir tutuk-luk yapıyor. Erken yatsam da geç yatsam da farketmiyor. Evden bir an önce çıkayım anca yetişirim.
Allah allah, hava açık.. Şanslıyım. Islanmayacağım. Üf kahretsin ya bu boktan otobüsleri yap-maktan bıkmadılar daha.. Beklemezsin gelmez, bekledik ama gelmese daha iyiydi. Neyse binelim artık!
-Öğrenci kartı.
-E şey, bi dakka (Kahretsin kartı masada unuttum).
-Öğrenciyim ama kartımı evde unutmuşum.
-Nereden bileyim ben senin öğrenci olduğunu, alnında öğrenci mi yazıyor. Kaç kere söyleyecez size ya öğrenci kartınızı gösterin diye.
-Tamam beyefendi, bi tane daha alın.
– Bakiyeniz yetersiz.
-Beyefendi içeriden alabilir miyim?
– (…)
-(Zaten hiç konuşmazsınız allah size bi beyin vermiş, sadece otobüs kullanabilecek kapasitede).
-Afedersiniz biletiniz var mı acaba?
– (…)
-Afadersiniz bile..
– (…)
-Bir öğrenci alabilir misiniz?
– (…)
-Çok teşekkürler.. Buyrun.
-Yok hayır gerekmez..
-Lütfen.
– (…)

Oh be sonunda binebildim otobüse.. Ama daha oturamadan ineceğim durağa gelmişim farkında değilim. Acaba geç mi kaldım. Saatte yok.. Ah kafasız ben. Al di mi kendine bi saat.
-Afedersiniz saatiniz kaç acaba?
– (…)
-Afedersiniz saatiniz var mı?
-8’i çeyrek geçiyor.
-Teşekkürler.
– (…)

Geç kaldım kahretsin. Kızacak şimdi bana yine. Geçen sefer de geç kaldım görüşmeye.. Ondan sonra tabi iş bulamazsın. Adamın biri sana yol gösteriyor, sen ona karşılık vermiyorsun. Biraz da sözünde dursan ne olur sanki?
-Merhaba.
-Merhaba.
-Nasılsınız?-İyiyim siz?
-Teşekkürler. Geç kaldınız biraz.-Biliyorum uyanamadım, özür dilerim.
– (…)
-Ee ne zaman çıkıyoruz, fazla geç kaldık zaten.
-Yalnız benim sana kötü bir haberim var.
-Ne oldu?
-Bugün gideceğimiz yere devlet el koymuş.
-Neden?
-Ben de tam olarak bilmiyorum. Ama soyulmuş galiba.
-E neden kapatıyorlar bankayı.
-Ya öyle hırsız değil. Bankanın sahibi kendi bankasını soymuş. O yüzden devlette el koymuş bankaya. Bu aralar çok oldu zaten böyle.
-Garip değil mi?
-Ne garip?
-Yani bankanın kendi kendini soyması.
-Ne yaparsın, insanları anlamak zor.
-Haklısınız. Yine iş yok desenize.
-Sen tek başına yaşıyordun değil mi?
-Evet.
-Ailen?
-Onlar istanbulda yaşıyorlar.
-Yardım ediyorlardır sana.
-Ediyorlar ama yük olmak istemiyorum.
-Bırak ya nasıl olsa ilerde onlara çobanlık yapacaksın, biraz daha onlar senin çobanın olsunlar.
-Ama..
-Bi dakika telefon.. Alo? (…) evet .. evet .. hı hı .. anladım .. tamam .. tamam şevki bey .. tamam .. oldu .. ne zaman .. tamam .. söylediğiniz için teşekkürler .. oldu şevki bey .. iyi günler. Benim acilen çıkmam lazım mert bey. Herhangi bir şey olduğunda ben sizi ararım yine.
-Teşekkürler, kendinize iyi bakın.
-(….) Hadi çıkalım.

-Alo?
-ANNEEEEE KİİİİİİİİMMMM??
-Baban.. Ha neden aramadın beni? (…) Ya anlıyorum da hani arayacaktın (…) çocuk durmadı bende eve geldim. (…) Hayır daha söylemedim. (…) Anlatırım ben ona bi zaman. Biliyorum zor olacak ama (…) Tamam sen merak etme… Hadi bye!
-Ne dedi.
-Teyzen seni çok özlemiş. Bize gelebilirmiş yarın.
-Arayan teyzem miydi?
-Evet.
-Bana baban dedin ya!
-Ya işte teyzen aradı. OOO saat geç olmuş sen yat artık…
-Derslerimi yapmadım daha.
-Boşver yarın öğretmene hastaydım dersin. Hadi hemen yat.
-Ama anne.
-Yat bak yarın kalkamazsın sonra.
-İyi geceler o zaman.
– (…)
-Yatarken ışıkları kapat.
-Ne??
-Yatarken ışıkları kapat diyorum.
-Tamam iyi geceler anne..
-(….)
-Anne iyi geceler dedim.
-Ha tamam, sana da.

Yine iş görüşmesini kaybettim. Aslında bu sefer problem benden kaynaklanmıyor. Bende de şans olsa zaten.
-Alo?
-Alo Mert olm yeni bi iş çıktı buralardasın değil mi?
-Evet hemen geliyorum.
-Çabuk gel bak kadın bekliyor.
-Bir bayanla mı görüşeceğim?
-Evet.
-İşim ne olacak peki?
-Ya gelince konuşuruz işte.
-Tamam geliyorum.
– (…)

Şans bana güldü sanırım bu sefer.. Ee boşuna dememişler her işin sonunda bir hayır vardır diye. İyi ki otobüs gelmemiş. Otobüse binmiş olsaydım belkide işi kaçıracaktım.
-Merhaba.
-Bak, sana verdiğim adrese git. Orada ne yapacağını anlarsın.
-Ya abi sen bana söyle de ne yapacağımı bileyim.
-Yok oğlum sen git.. Benim çok yakınımdır kendisi. Mutlu olacaksın.
-Peki sen nasıl istersen.
-Çok geç kalma hadi çık git.
-Adresi vermedin??
-Ha al bu kağıtta yazıyor.
-E abi burası ev adresi.
-Amma çok soru sordun be. Sen boşver, üzümünü ye bağını sorma.
-Peki sen nasıl istersen.
-Hadi, oradan çıktıktan sonra beni ara!
-Tamam, herşey için sağol.
– (…)

Nereye gideceğimi bilmeden yola koyuldum. Şimdi bin otobüse, git taa Bornova’ya kadar. Bu 515’te gelmez şimdi. Taksiye mi binsem acaba. Saat olmuş akşamın 10’u, kadın beni bu saatte neden bekliyor anlamadım.. Bu saatte iş görüşmesi. Çok garip. Ne yapalım gideceğiz işte. Ah şansa bak otobüs geldi.

Öf ya gelene kadar saat 11 oldu. Nedir bu benim yolculuk çilem. Kendime bi paso alayım bun-dan sonra, bu gidişle bundan sonra çok otobüse bineceğim. Evet şimdi adrese bakalım, 1569 sokak No:79 Balçova…… Balçova????? Ya allah kahretsin yanlış okumuşum. Ya ben ne yapacağım şimdi… Öffffff… Neyse binmek lazım otobüse yine. Söz verdik bi kere gideceğiz diye. Gidelim bakalım!

Hayret çabuk geldim bu sefer. Şu ev olmalı. Aman aman ne güzel ev. Çift katlı. Umarım hiz-metkarlık falan değildir. Ama iyi para verirlerse neden kabul etmeyeyim ki?

-Merhaba!
-Sizi Ertan bey yollamış olmalı.
-Evet efendim iş görüşmesi için yolladı.
-Saat biraz geç olmadı mı?
-Kusura bakmayın yanlış otobüse binmişim, evdekiler rahatsız olmadı mı?
-Yok evde kimse.
-Yanlız mı yaşıyorsunuz?
-Neden içerde konuşmuyoruz?

-Nerelisiniz?
-Aslen istanbullu. Ailem hala orada. Ben tek başıma burada yaşıyorum.
-Ne için izmire geldiniz, bu arada içecek bir şeyler ister misiniz? Çay, kahve?
-Mümkünse bir kahve alayım, ben üniver…
-Kahveniz kremalı mı olsun?
-Yok hayır sade. Saat geç oldu zaten, sabahta erken kalktım, uykum açılsın biraz. Şey .. ben üni-ver…
-Ne için izmire gelmiştiniz?
-Üniversite için izmire geldim. Böl…
-Hangi bölüm?
-Arkeoloji bölümü, üçüncü sınıf öğrencisiyim.
-Adınız?
-Mert, sizinki? Bu arada kahve için teşekkürler…
-Gizem.
-Memnun oldum. Yaşınız kaç?
-37, sizinki?
-23.
-Üniversite üçüncü sınıf için biraz fazla bir yaş değil mi?
-Geç başladım, ilk iki sene kazanamadım da.
-Anladım.

-ANNEEEEEEEEE!

-E .. şey .. bi dakika ..
-Yalnız yaşıyorum demiş…
-Geliyorum siz rahatınıza bakın.

Kadın içeriye gittiği zaman ben ne yapacağımı şaşırmıştım. Ben mi yanlış duydum acaba. Şimdi kadına yalnız mı yaşıyordunuz diye sormak ta ayıp olur. Daha yeni tanıştık, özel hayatından bana ne?? Ama merakta ettim şimdi. En iyisi sormak…. Evi incelemeye koyuldum. Büyük, güzel, sıcak bir evdi.. İnsanın bu evde yaşayası geliyor. Her şey birer zenginlik ifadesi veriyor. Ama nedense hala ne iş ya-pacağımı anlayabilmiş değilim. İçeriden gelen sesleri istemsizce duyuyordum.
-Sen daha neden uyumadın, ben sana uyuman gerektiğini söylememiş miydim?
-Ama anne…
-Sus!
-Anne kim geldi biraz önce, teyzem mi?
-Hayır değil..
-Kim geldi peki?
-Bir arkadaşım, hadi ses çıkarmadan yat uyu şimdi sen.. Hem sen ödevlerini yaptın mı bakayım?
-Hayır yapmadım, ama sen bana demedin mi …
-Yapmadın mı? Ben sana ödevlerini bitirmeden yatmak yok demedim mi?
-Anne sen bana dedin ya öğretmenine hastayım dersin, boşver hemen yat diye.
-Dedim mi?
-Dedin tabi.. Anne ben tanıyor muyum içerdekini?
-Tanımıyorsun…
-Tanışalım anne, çok merak ettim.. Dur bi bakayım…
-Yat bakayım sen, ne öyle her şeye burnunu sokuyorsun?
-Üf anne yaaa…
-5 dakika sonra uyuduğunu görmek istiyorum.
-Tamam anne..

Bir ara birinin masmavi gözleriyle bana baktığını gördüm. Uzun saçlı, erkek bir çocuktu. Sarı saçları vardı. Gecenin karanlığından çocuğun bana baktığı odaya sızan ay ışığı bir damla göz yaşının gözüme ilişmesine sebep oldu. Peki kadın neden saklamıştı evde birinin daha yaşadığını… Ben tekrar beklemeye koyuldum. Bir süre sonra kadın dolaptan bir peçete aldı ve banyoya girdi.. Çok kısa bir süre sonra banyodan çıktı. Banyodayken paslı bir çeşmeyi açarken çıkan sesten duymuştum. yanıma oturdu.
-Evet nerede kalmıştık?
-Benim üniversiteye neden geç başladığımı sormuştunuz.
-Ha hatırladım… Nedendi?
-Kazanamadım demiştim ben size.
-Demiş miydiniz? Kafasızlık işte. Bu çocuklar da insanı çileden çıkarıyor.
-EE .. şey .. siz bana yalnız yaşadığınızı söylemiştiniz.
-Söylemiş miydim?
-Yanlış hatırlamıyorsam söylemiştiniz.
-Ben de yanlış hatırlamıyorsam söylememiştim.
-Peki.. Artık iş konusunda konuşabilir miyiz?
-Bu akşam eve gitmeyeceksiniz sanırım..
-Hayır gideceğim, neden sordunuz ki?
-Baksanıza dışarıda feci yağmur yağıyor.
-Hayret, daha gelirken birşey yoktu.
-İzmirin havasını bilirsiniz. Ne yapacağı hiç belli olmaz.
-Hayır bilmem, ben izmire sonradan geldim..
-Aslen?
-İstanbul.
-İzmire neden gelmiştiniz?
-Bunları konuştuğumuzu hatırlıyorum.
-Ben hatırlamıyorum.. Siz pek heyecanlısınız biraz rahatlayın.
-Yeteri kadar rahatım zaten.. Şey.. eviniz oldukça güzel. Bir sakıncası yoksa özel bir şey sorabilir miyim?-Tabi sorun.
-Neden yanlız … yani bir çocukla beraber yaşıyorsunuz? Eşiniz yok mu?
-O çocuk benim değil. Daha önce hiç evlenmedim.
-O zaman neden size anne diyor?
-…. Bana hep anne der..
-Neden?
-Çünkü annesiyim.
-Hiç evlenmediğinizi söylemiştiniz.
-Evet evlenmedim.
-O zaman?
-İnsanların bir çocuk sahibi olması için evlenmesine gerek yok biliyorsunuz ki.
-Peki o bunu biliyor mu?
-Neyi?
-Babasının olmadığını..
-Onun babası var ki.
-Peki şu an nerede?
-Kim nerede?
-Çocuğun babası.
-Bilmiyorum, bir ay önce dışarı çıkıyorum demişti, bir daha da aramadı beni.
-Nasıl yani. Polise falan haber vermediniz mi?
-Neden vereyim ki?
-Adamcağız kaybolmuş olmasın?
-Yok bu onun huyudur. Kendini kimseye karşı sorumlu hissetmez, aklına eseni yapar, buna alıştım artık.
-Garip bir ilişkiniz var, pek alışılası bir durum değil bu.
-Bende farkındayım, ama ne yaparsınız? bu soğukta mont giymeden dışarı çıkmak pek akıl kârı değil.
-Soğuk?
-Evet, hava çok soğuk.. Bugün eve gitmezsiniz herhalde.. dışarıda oldukça fazla yağmur yağıyor.
-Evet (!) Burada kalmamda bir sakınca yok değil mi?
-Hayır, üst katta bir sürü boş oda var. Birinde yatabilirsiniz.
-Çok teşekkürler..

Uzun bir sessizlik yaşanmıştı. Kadının tutarsız davranışları karşısında ne yapacağımı bilmiyor-dum.. Ama birşey de diyemiyordum. Sanki bağlanmıştım, birşey soramıyordum. Kadının konuşma tarzı bana sanki susmamı emrediyor, sürekli kadını dinlemem gerektiği emrini veriyordu.. Ve bende buna karşı koyamıyordum. Garip bir durum tabi. Bir ara dalmış burada ne yapacağımı düşünmeye başlamış-tım, tam o sırada bir kapı sesi duydum, kadın montunu giymiş ve dışarı çıkmıştı.. Bana bir şey söyle-memişti. Sanki ben evde yokmuşum gibi davranmıştı. Şaşırdım.. Ama bu kadının garip biri olduğunu düşünerek hiçbirşey olmamış gibi devam ettim..

Yaklaşık bir saat oldu ve ben hiçbir şeye dokunmadan öylece bir saat oturmuştum. Kadının gelip gelmediğinin farkında bile değildim.. Dalıp gitmiştim çünkü.. Belkide kadın gelmiş ve bana birşey söylemeden yatmıştı. Tabi böyle birşey olması saçma.. Ben yukarı çıkıp bakmaya üşendim ve öylece olduğum yerde oturmaya devam ettim. Televizyonu açtım. Televizyonu açtığımda görüntünün gelme-siyle bir geçiş gördüm. Bir film bitmişti ve televizyon kanalı filmle beraber yayınına son vermişti. Film bittiğinde çıkan yazıların en sonunu yakalamış olacağım ki filmin adı yazmış ve yayın sona ermişti. Yanlış okumadıysam televizyonda Schindler’in Listesi filmi oynamıştı. O filmde zamanın nasıl geçtiğini hiç anımsatmıyor. Üç saatlik bir filmi sadece 3 dakika gibi hissettirmesini çok iyi bilmiş Spielberg. O filmi ilk seyrettiğim zaman sadece şu an yaptığım gibi hiçbir mantıklı şey düşünemez olmuştum.. Mutluluk destekli hüznün etkisiyle sadece TV’ye bakmıştım. Şimdi de öyle yapıyorum. Kanalları gezmeye başlamıştım. Herkesin uyuduğu bir saatti sanırım.. Saat gecenin 3’ü idi. Haberler vardı. Benim gibi birkaç beklentisiz insan bu haberleri seyredebilirdi ancak. Uzun uzun konuşuyordu spiker.. Gittikçe televizyon ekranı küçüldü, küçüldü, küçüldü, küçüldü ve tamamen karardı… Odanın ışığını sadece televizyon aydınlatıyordu. Tabi odada ışık kalmamıştı. Benim beynimde de.

Uyandığımda öğlen olmuştu. Evde kimsenin var olup olmadığından habersizdim.. Ama tek bildiğim şey üzerime bir örtünün serilmiş olduğuydu. Demek ki kadın eve geldi. Ona sesimi duyurabil-mek için Gizem Hanım diye seslendim. Ama kimse bu sesime karşılık vermedi benim. Herhalde evde kimse yoktu. Uzunca bir miskinlikten sonra doğruldum. Garip olan şey odanın içinin karanlık olduğuydu. Öğlen olduğuna masanın üzerindeki yeşil renkli saatten farketmiştim. Evin panjurları ka-panmıştı. Bu yüzden evin içi karanlıktı. Panjurları açtığımda algı problemi yaşadım çok uzun süre. Evin içi aydınlanmamıştı. Hala akşamdı, yağmur yağıyordu. Ama ben saate en son baktığımda gecenin üçüydü. Bütün bir gün uyumam imkansız. Saat mi bozuldu acaba? Öğrenmek için televizyonu açmaya çalıştım. Ama elektrikler kesikti. Bana zamanı hatırlatabilecek hiçbir şey yoktu evde. Ne bir saat ne de bir elektrik.. Zamanın bana bir oyunu bu her zaman olduğu gibi. Ne yapacağımı bilemiyordum. Üst kata çıktım ve hem evi gezmek, hem de duvarların birinde saat bulmak üzere. Evde bulunan odalardan ilkine girdiğimde bir büyük yatak, bir televizyon görmüştüm, bir de duvarda saat. Saat beşi çeyrek geçiyordu. Evet doğru saati bulmuştum. Sanırım aşağıdaki saat bozuktu. Saat sabahın beşi. Halbuki bana oldukça uzun bir süre uyumuşum gibi gelmişti. Beynimdeki algı problemine bir son verip diğer odalara bakmaya devam ettim. Baktığım ikinci oda oldukça büyüktü. İçinde eski yeni bir sürü şey vardı. Bir tür depo gibi bir şeydi bu oda. Kutuluarda ne olduğunu merak ettim. Kıyafetler, oyuncaklar, kitaplar, kağıtlar, bir sürü bez parçası, saatler.. biraz daha dikkatimi topladığımda kutuda bulunan onlarca küçük yeşil saatlerin çalıştığının farkına vardım ve hepsi oldukça yüksek bir ses oluşturuyordu. Oldukça sinir bozucu bir sesti bu… Saatlerin hepsi çalışyordu.. Ve dikkatimi çeken en önemli şey saat-lerin hepsi büyük bir özenle hazırlanmışçasına birer saniye farkla birbirini takip ediyordu. Saatler anlam veremediğim bir şekilde numaralanmıştı. En üstte duran bir numaralı saatin altında iki, üç, dört nu-maralı saatler birbirini takip ediyordu. Neden böyle sıralanmıştı bu saatler bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey bu saatlerin bir şey ifade ettiğiydi. Bulunduğum yere oturup saatleri sırayla kutudan çıkarmaya başladım. iki, üç, dört……..yüzonaltı, yüzonyedi. bitmişti. Hiçbir anlam ifade etmemişti bana. Ama ku-tunun içinde bir kağıt ve bir düğme vardı. Kağıtta yazanları okumak yerine önce düğmeye bastım. Ne-den bunu yaptığımı bilmiyorum ama basmıştım.. Düğmeye basınca hiçbir şey olmadı. Saatler hala çal-ışıyordu ve ben bu sesten sıkılmaya başlamıştım. Sonra kağıdı okumaya başladım:

“Tebrikler. İşte saatlerdir düşündüğünü; acaba ben hangi işi yapacağım, buraya neden geldim gibi soruların cevplarını bulabileceksin. En başta sana söylemeliyim ki işin hiç te kolay değil. Ve ayrıca para da kazanmayacaksın? Yapman gereken en temel şey bu kağıdı çok dikkatli oku. Hatta birkaç kere oku.. Kaybettiğin an işini ve kendini de kaybetmiş olacaksın!…Şimdi git ve lambaları yak!”

Buraya kadar okuduklarıma bir anlam verememiştim. Ama evde yalnız olduğumun ve ola-cağımın farkına varmıştım. Saatlerle dolu kutuyu ve kağıdı alıp aşağıya indim! Son basamağı da indik-ten sonra elektrikler gelmişti. Ama o kadar netti ki bu davranış, sanki elektrik düğmesi son basamak-taydı. Benim düşüncelerim son basamaktan ayağımı yukarı çekmemi söylemişti. Düşündüğüm oldu, ayağımı çekince elektrikler tekrar kesildi. Elektriklerin sürekli yanması için basamaklara oturdum ve kağıdı okumaya devam ettim! Ama bir yandan da bütün gün bu basamaklarda mı oturacaktım, bunu düşünüyordum..

“Lambaları yaktın sonunda. Sırrını da keşfetmiş olmalısın. Şimdi gelelim sana verdiğim göreve: Bu evde kendini bulacaksın, soruları bulacaksın ve çözümünü bulacaksın! Ve unutma ben seni izliyor olacağım tüm zamanın boyunca. Sakın dışarı çıkmayı deneme diskalifiye olursun.. Sakın kurallara uy-mamazlık etme, diskalifiye olursun. Sadece bana uyacaksın. Uymakta zorundasın. Kuralların ne olduğunu merak etme boşu boşuna.. Bunları zaten kendin farkedeceksin.. Sadece bilmen gereken iki şey var dışarı çıkma ve öğreneceğin kurallara uymamazlık etme.. O zaman diskalifiye olacaksın ve dis-kalifiye olursan eski uykuna geri dönersin! Ve uyanamazsın!.. Şimdi git ve lambaların sürekli yanmasını sağla!”

Kağıtta yazanlar bunlardı, çok aptalca gelmişti. Ama yapacak bir şey olmadığını düşünüyor-dum.. Polisi aramaktan başka. Polisi aradım ve bulunduğum evde hapis kaldığımı, kağıtta yazanları, buraya neden geldiğimi, neler yaptığımı, kısaca her şeyi anlattım. Uzun bir sessizlikten sonra telefon-daki bayan bana kurallara uy dedi ve telefonu kapattı..

Anlam veremediğim olaylar dizisi birbirini takip ediyordu. Tekrar merdivene oturdum ve elek-triklerin gelmesi ile birlikte çok uzun süre düşüncelere daldım.. Zamanı bilmiyorum, saati bilmiyorum, günümü bilmiyorum ve en önemlisi kendimi bilmiyorum. Sadece oturdum ve neler yapacağımı düşünüyorum. Beklentilerim benliğime cevap vermiyor, benliğim beklentilerime cevap veriyordu. Garip bir durum tabi. Yalnız kağıtta yazanları çok garipsemiştim. Sonuçta kağıtta yazdığı gibi lambaların sürekli yanması için neler yapabileceğimi düşündüm. Bulunduğum yere saatlerin bulunduğu kutuyu koydum. Lambalar yandı. Demek ki artık o kutu hep orada kalacaktı. Şimdi ne yapacaktım hiç bilmiy-ordum.. Mutfağa gittim, buzdolabını açtım ve içeride bulunan oldukça fazla biradan birini alıp salona geçtim ve oturup yine düşünmeye başladım. Gelecek ipucu neydi? Ne yapmalıyım? Bilmiyorum. Televizyonu açtım ve ne yapacağımı şaşırdım..

Karşımda bir haber spikeri var ve bana “Merhaba Mert” dedi. İstemsizce onu yanıtladım. Ama kendi kendime konuşuyordum sanki. Oldukça sevimli, noel günlerinden fırlamış bir noel baba karşım-daydı. Ve onunla konuşmaya başladım!

-Merhaba.
-Oyuna hoş geldin.
-Siz kimsiniz?
-Oyuna hoş geldin.
-Teşekkürler de siz kimsiniz? Ben çıkmak istiyorum.
-Şimdi sadece beni dinle! Bu evde soruları sadece bana soracaksın. Televizyonu açman yeterli, ben orada olacağım..

Kanalı değiştirmeye çalışmıştım. Ama her kanalda farklı bir haber spikeri vardı. Ve hepsi sanki aynı insanmışçasına konuşuyordu ama sadece ağız hareketleri değişiyordu.

-Herşey benim kontrolüm altında. Ben istemeden hiçbir şey yapamayacaksın! Kural 1 kağıdı sakın kaybetme, kural 2 evden dışarı çıkma, kural 3 ilk iki kurala uy!
-Amacınız ne? Ne yapmaya çalışıyorsunuz?
-Şimdi kalk ve aynada kendini tanı.
-Ne demek şimdi bu?
-Şimdi kalk ve aynada kendini tanı.

Dediğini yaptım. Banyoya doğru yöneldiğim zaman elektrikler birden bire kesildi. Kutuya bak-tım ama kutu yerinde duruyordu. Peki elektrikler neden gitmişti. Televizyonu açmaya çalıştım ama açamadım elektrikler kesik olduğu için! Kutuyu olduğu yerden kaldırdım ve üst kata götürmeye ve her şeyi baştan yapmaya karar verdim. Kutuyu alıp bir basamak yukarıya çıktığım zaman elektrikler geldi. Demek ki bana verilen her görevde kutuyu bir basamak üste koymalıydım. Kutuyu en üst basamağa koymayı düşündüm, böylece bütün görevler kendiliğinden yerine gelebileceği düşüncesine yönelmiş-tim. Kutuyubulunduğu yerden kaldıramıyordum, sanki kutuyu aşağıdan biri tutuyordu. Kutuyu yukarı çekince hafifçe yukarı kalkıyor sanki kutunun altında biri onu aşağıya çekiyordu. Bende biraz eğildim ve kutuyu tek elimle kaldırdım, aşağıda bir delik vardı.. Kutuyu biraz daha kaldırmayı denediğimde kutu bu sefer kalkmıştı, onu alıp bir alt basamağa koydum ve delikten içeri girdim. Her yer karanlıktı ve ku-tuyu kaldırmamla beraber kesilen elektriği düşünerek elimi uzatıp kutuyu girdiğim deliğin üzerine çek-tim.. Kutuyu bıraktığımda şu an bulunduğum yerde elektrikler gelmişti. Ama üst katı göremiyordum. Arkamı döndüğümde gördüğüm manzara beni oldukça şaşırtmıştı. Evimdeydim. Kendi evim. Oldukça garipsemiştim bunu. tekrar arkamı dönüp yukarı baktığımda indiğim yerde sadece düz bir duvar vardı. Evime gelmiştim. Neden olduğunu anlayamamıştım bunların. Hemen dışarı çıkıp polise haber vermeyi düşündüm. Ancak evimde kapı yoktu. Kapıyı bulamıyordum. Bir insanın kendi gözlerini bulamaması gibi bende evimin çıkış kapısını bulamıyordum. Bu sırada içeriden bir ses geldi:
-Mert.

Sesin geldiği odaya yöneldim.. Televizyon açıktı. Televizyondaki haber spikeri… .. annemdi…..
-Mert?
-Anne!
-Oğlum seni göremiyorum.
-Anne buradayım.
-Oğlum neredesin!
-Anne neredesin sen.
-Yukarıdayım.
-Hangi yukarda?
-Oğlum kurallara uy! Ayaklarımı kemiriyorlar burada.
-Kim?
-Korkuyorum Mert!

Birden bire televizyon kapandı ve otur diye ses geldi.. Ama televizyon açık değildi.. Ses radyo-dan geliyordu. Çıldırmak üzereydim. Yanlış anımsamıyorsam ses noel babanın sesiydi.

-Sen ne yaptın?
-Beni çıkar burdan aşağılık herif!
-Sen ne yaptın?
-Bütün çocuklara yaptığın gibi bana da sevimli görünmeye çalışma. Sen yalancı, sahtekar, çocukların bütün hayallerini yıkan aşağılık birisin.. Annemi bırak..
-Sen ne yaptın?
-Ne yaptım?
-Kuralları ihlal ettin.
-Bana evden dışarı çıkma dedin. Bende evin içinde olduğumu sandığım bir yere geldim, ama evime çıktım. neler oluyor söyle bana!
-Şimdi kalk ve aynada kendini tanı.
-Başka bir şey bilmez misin sen?
-Şimdi kalk ve aynada kendini tanı.

Bu sefer radyo kapandı, televizyon açıldı. Televizyonda ise bir ayna vardı. Televizyona, yani aynaya yaklaştım. Aynada ise ben vardım. Ama aynadaki ben ben değildim. Çok garip bir durum. Birşeyler eksikti yüzümde. Bir ara elimi gözüme doğru götürdüm ve işte o zaman bir gariplik olduğunu doğruladım. Ben sol elimi kaldırdığımda o da sol elini, ben sağ elimi kaldırdığımda o da sağ alini kaldırıyordu. Halbuki aynada tam tersi olmalıydı. Televizyonun içindeki ayna nasıl beni görebilirdi? Ya da ben televizyonun içindeki aynayı nasıl görebilirdim? Televizyonun içinde bir ayna mı vardı, yoksa ben bunları daha önce yaşamıştım da bir şekilde televizyondan yayınlanıyor muydu? İyice saçma-lamaya başlamıştım. Paranoyak sanrılarım yine beni olumsuz düşüncelere itmişti. Bir yandan yaşadık-larım gerçekten çok anormal bir durum, bir yandan ben rüya bile görüyor olabilirim. Hiç bilmiyordum. Ama tek bildiğim televizyonun bir açılıp bir kapanmasından ve beynimin bana oynadığı oyunlardan sıkılmış olmam. Televizyonu kapattım, ama kapanmadı. Elektrik fişinden çektim, televizyon yine ka-panmadı. İmkansızlıklar denizinde geçirdiğim şu son bir saatte yüzüme büyük bir dalga çarpmıştı, afal-lamıştım. Ve ne olacaksa olsun deyip hıncımı televizyondan çıkarmaya çalıştım. Televizyonu elime aldığımda yine büyük bir dalga çarpmıştı yüzüme. Televizyondaki görüntü sabitti. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum, televizyonu yan çevirsem bile görüntü düz olarak kalıyordu. Pusulayı çevirdiğiniz halde kırmızı çubuğun daima kuzeyi göstermesi gibi bir şeydi. Televizyonu yere bıraktım ve aynada kendimi nasıl tanıyacağımı düşündüm. Çünkü aynadaki ben değildim. Aynadaki ben olsaydım ben sol elimi kaldırdığımda aynadaki benim sağ elimi kaldırmam gerekirdi. Düşündüm.. Aynadaki ile ben nasıl aynı şeyi yapabilirdik? Aynaya, yani televizyona iyice yaklaştım ve sanki çok sessiz davranmam gerekiyor-muşçasına elimi televizyonun sol üst tarafından yavaşça aşağıya doğru sarkıtmaya başladım. İşte o zaman aynada kendimi tanıyabilmiştim. Aynadaki ben sağ elimi yukarıya doğru kaldırıyordum. Televizyonun arkasına geçtim, kafamı televizyounun üzerinden aşağıya doğru uzattım ve sağ elimi de aşağıya doğru uzattım. İşte o zaman aynadaki ben sol elini yukarıya doğru uzattı. Doğru yapmış ol-malıydım. Bekledim. Ama bir şey olmadı… Neyi yanlış yaptığımı bilmiyorum. Televizyonun arkasından çekildim ve koltuğa oturdum.. Televizyona baktığımda ise aynada hala sol elini kaldırmış durumda bek-leyen birini gördüm. Ayna ayna değildi artık. Sabitlenmiş bir görüntüydü sadece. Peki neyi yanlış yap-mıştım diye düşünürken televizyon kapandı..

Radyo açıldı.. Gerçekten delirecek gibi olmuştum. Ama yapacak pek bir şey olmadığı için ra-dyoyu dinlemeye koyuldum:

-Sevgili seyirciler, Sibirya üzerinden gelen soğuk ve yağışlı hava dalgası tüm yurdu etkisi altına aldı. Bugün akşama kadar Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun doğusu hariç tüm bölgelerimizde yağış var. Hava sıcaklığı 8 ila 10 derece arasında düşüş gösterecek. Meteoroloji yetkililerinden aldığımız bilgilere göre yağışların haftasonuna kadar sürmesi bekleniyor. Hafta sonundan itibaren Türkiye yeni bir yağışlı havanın etkisi altına girecek. Yetkililer batı bölgelerimizde yaşayan vatandaşlarımızı uyarıyor. Fırtınaya karşı dikkatli olun. Bugün akşam ve yarın illerimizde hava şöyle olacak: Ankara 3/8, İstanbul 5/9, İzmir 7/17 derece. Adana 4/12, Antalya…..

Dinlediklerim bana yabancı gelmedi.. Evet evet… İki gün önce dinlediğim hava durumuydu bu. Aynı ses tonu, aynı dereceler.. Yine yağmur vardı.. Peki bu neydi şimdi? Acaba oyun bitti mi diye düşünürken radyo kapandı. Artık alışmıştım bir şeylerin açılıp kapanmasına. Bekliyordum bu sefer ne açılacak diye. Ama bir şey açılmıyordu. Derken yine sert bir dalga; kapı açıldı..

Ve kapıdan Gizem girdi. Karşıma oturdu ve benimle konuşmaya başladı.

-Merhaba Mert bey.
-Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Ben neredeyim?
-Aynada kendini tanıdın mı?
-Neler saçmalıyorsunuz siz?
-Bana kağıdı ver.
-Ne kağıdı?
-Kurallar.

Kağıdı unutmuştum. Onu kaybetmemeliydim. Elimi cebime götürdüm, kağıdı çıkardım, kar-şımda oturan gerizekalı kadına uzattım. Sonra her taraf karardı, geçişlerden sıkılmıştım artık.

-Mert Bey! Mert Bey kendinize gelin, neyiniz var?
-Ah, nerdeyim ben?
-Oğlum seslendi ya, ona bakmaya gittim, geldiğimde sizi yerde çırpınırken buldum.. Ne oldu?
-Yok bişey, sanırım uyuya kalmışım.
-Kahvenizi kaç şekerli istersiniz?
-Söylememiş miydim?
-Hayır söylememiştiniz..
-Bana yalan söyleme aşağılık kadın. Bana kahvemi kaç şekerli istediğimi oğlunuzun yanına gitmeden önce sormuştunuz. Ne dolaplar çeviriyorsun?
-Mert bey neler saçmalıyorsunuz siz, kendinize gelin, ben öyle bir şey sormadım. Siz yorgunsunuz, hava da yağmurlu zaten. Bu akşam burada kalın isterseniz yukarıda bir sürü oda var, istediğiniz birinde yatabilirsiniz.
-Yani ben şimdi gerçekten rüya mı gördüm?
-Sanırım öyle olmalı.
-Tamam, biraz önce söylediklerim için sizden özür dilerim. Rüyanın etkisinde kalmış olmalıyım.. Tekrar özür dilerim.
-Önemli değil, insanlık hali.. Bana da olur ara sıra.. Özellikle geç yattığım zaman..
-Şey saat kaç?
-Bilmiyorum, şu masanın üzerindekine bakın.
-Saat çalışmıyor..
-Yukarıda depoda bir sürü saat olacak.. Birini alın isterseniz. Kocam bir saat fabrikasının elemanı da.. Bir koli masa saati getirmişti. Ben de işe yaramaz, eşe dosta dağıtırım bahanesiyle yukarı depoya koy-muştum. Gidin alın, bende o sırada dışarı çıkayım, evde krema kalmamış, marketten krema alayım.. Siz rahatınıza bakın, çekinmeyin.

Kadın dışarı çıktı, ben yine yalnızdım.. Rüyamda gördüklerim gerçek mi oluyordu yoksa ben rüya görmemiş miydim, bilmiyorum, ama yukarı çıkıp saati almalıydım. Yukarı çıktım, rüyamda gördüğümden farklı bir oda dizilişi vardı ve depo çatı katındaydı. Dışarıdan bu çatı katının göründüğünü hatırlamıyorum. Ama bir üst kata çıkmadan önce odaları gezmek istedim, tam ilk odanın kapısını açacaktım ki aşağıdan bir kapı sesi duyuldu, kadın gelmiş olmalı. Derhal odanın kapısını kapattım ve üst kata çıktım.. Üst katta da odalar vardı. Hem de aynı oda dizilişi.. Depo bir üst katta olmalı. Bir üst kata çıktım. Dördüncü kat sanırım depoydu. Deponun kapısını açtım, içerisi karanlıktı, bir şey göremiy-ordum, elimi duvara uzattım, örümcek ağları vardı. Uzun süreden beri depoya girilmediği belliydi. Elimle hissediyordum örümcek ağlarını.. Sonun da lambanın düğmesini buldum.. Açtığımda beklentil-erim bana cevap vermedi. Farklıydı. Tarifi imkansız, bu odayı daha önce biliyordum ama anımsadığım oda değildi. Garip bir duygu.. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Gizem’in dediğini yapıp kutuya yöneldim, kutuyu açtım, ne bir kağıt, ne de saat vardı.. Çevreme biraz daha dikkatlice baktığımda odanın görünmesi zor olan bir köşesinde ufak yeşil bir saat gördüm. Gittim, aldım, lambayı kapattım ve dört kat aşağı indim.

Tam küfürü basmak üzereyken Gizem’i gördüm, mutfaktaymış. Koltuğa oturdum… Elimdeki saati masaya koydum. Saatin çalışmasının verdiği huzur saatin 10’u göstermesi ile son buldu. “Saat doğru mu?” dedim; “Evet” dercesine gözleriyle onayladı beni. Birden aklıma çatı katında bir sürü saat olması gerektiği, ama sadece 1 saat olduğu geldi.

-Yukarıda bir sürü saat var ne güzel. Bu benim olsun, sizden bir hatıra..
-Hı hı, haklısınız, tabi sizin olabilir..
-Gidip yukarıdaki saatlerden bir tane daha getirmemi ister misiniz?
-Gerek yok şimdilik sizinki idare eder bizi. Sonra çıkar alırım ben.
-Olsun ben getireyim.
-Dert etmeyin, önemli değil, zaten saati de öğrendik..
-Bana bak aşağılık kadın! Ne dolaplar çeviriyorsun? Bir söylediğin diğerini tutmuyor. Bir tane mantıklı laf duymadım ağzından geldiğinden beri…… dememe kalmadan birden bire lambalar söndü. Önümü göremiyordum. Sağımdan biri geçti.. Geçerken yarattığı esinti, arkamdan önüme doğru geçiyordu. Bunun sayesinde yanımdan brinin ya da birşeylerin geçtiğini anlayabiliyordum. Neden ses çıkarmıyordum o zaman ama karanlık hoşuma gitmişti sanırım. Şöyle de bir durum var ki yanımdan geçen rüzgarlar bitmiyordu. Sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan, içimden, beynimden, üzerimden…. Tarif edebildiğim ve edemediğim her yerden bir şeyler geçiyordu:

-Gizem hanım..

Dedim ve ışıklar geldi…. Görüntü netleşti…. Bir havuz .. içindeyim .. ama su yok .. kesik başlar… ve biri de benim başım…. Bayıldım……

Kendime geldiğimde kendimi göremediğim bir sürü aynanın karşısında duruyordum. Ayna olduklarına eminim çünkü bulunduğum yeri gösteriyordu .. aslında bulunduğum yer bembeyaz bir yer olduğu için aynalar pek görevini yapıyor değildi. Ancak duvar kıvrımlarının oluşturduğu gölgelerden aynaların duvarları gösterdiğini farkediyordum. Ama ben yoktum. Aynaların önünden geçiyordum. Ama aynadan değil. Aynalarda görünecek kadar değerim yoktu sanırım. Ne yapmam gerektiğini bilmeden öylece duruyordum. Her tarafta aynalar vardı. Bir tek arkamda duvarlar vardı. Yer bile aynalardan oluşuyordu. Çaresiz arkamdaki duvarlara yöneldim. Sırtımı yaslayıp öylece durdum.

Sevdiğim müziklerin çalmasını o kadar çok istemiştim ki o an! Zamanı bilmiyordum ama uzun bir zamandan beri müzik dinlemiyordum. Ses yoktu.. İnsanların seslerini duymaktan çok sıkılmıştım. Ayrıca karnım çok açtı. Düşünüyorum da -düşünmeye ilk kez fırsatım olmuştu- geçmişim beni oldukça fazla yıpratmış sanırım. Süregelen geleceğimin var olduğum ana denk gelmesi var oluşumun daima beni geçmişe götürmesi geleceğimin mi geçmişim yoksa geçmişimin mi geleceğim olacağı konusunda derin bir kararsızlık içine sürüklüyordu beni…

Gölge 2 »»
————
© 2001 Emrah Ömüriş