Gölge: 1234Mert yazmaya ara verdi… Dolaptan alacağı bir biranın, onu biraz toplayacağını düşündü.. Mutfağa gitti, dolaptan soğuk bir bira aldı ve tekrar bilgisayarının başına oturdu… Saat sabahın 3’ü idi ve yaklaşık 7 saattir bilgisayarının başındaydı. 17 yıl önce yaşadıklarını, dün gibi hatırlıyordu. 40 yaşındaki yorgun bedeni, 40 yıl boyunca pek çok anı taşımıştı. Ama böyle bir anının, onun ömrünü kısalttığından emindi. En azından yaşadıklarını yazarken kafasında sürekli bu düşünce vardı. Ancak onu en çok sevindiren, tüm bu olayların sonuçlanmasıydı, ve bir daha gerçekleşmesinin mümkün olmayacağına inandırıyordu kendini. Ama bundan emin değildi, ancak işin bu kısmıyla hiç ilgilenmiyordu…Klavyesine bakıyordu, ama içinden yazmak hiç gelmiyordu. Bira içmekten de vazgeçmişti. İki yudum aldığı birasının vereceği zevk, onun sıcak ve huzurlu yatağında geçireceği uzun uykudan daha az zevk verecekti.Mert tekrar bilgisayarının başından kalktı. Ayakta hafifçe eğilerek yazdıklarını kaydetti, bilgisayarını kapattı ve odasına gitti. Odasının lambasını yaktığında bir an, annesini görür gibi oldu yatağında. Ama sadece bir hayaldi. Bundan emindi ve bu tip olaylara alışmıştı. Gözlerini ovuşturdu. Tekrar gözlerini açtığında karşısında güzel bir yatak vardı. Beyaz çarşafı düzenliydi.Gençliğinden beri ne çok şey değişmişti hayatında… Eskiden dağınık bir insandı. Hatta annesiyle sürekli kavga ederdi. Mert yatağını toplamaktan nefret ederdi, ama annesi bunun gerekliliğini söyleyip dururdu. Bu Mert’e mantıklı geliyor, ama bir yandan bunu yapmak çok zor geldiği için, hiçbir zaman yatağını toplamazdı. Tıpkı zaman gibi, bu huyundan da vazgeçti. Yatağının örtüsünü açtı. Serin bir geceydi o akşam. Odasının penceresini kapadı, üzerindekilerinin bir kısmını çıkardı ve yatağına girdi. O sırada dışarıdan, çok uzaklardan bir çığlık sesi duydu ama bunu önemsemedi, çünkü çok uykusu vardı. Uykusuzluğa daha fazla dayanamayıp, gözlerini kapadı. Kısa bir süre sonra da uyudu. Uyuduktan sonra çığlık sesi bir kez daha yankılandı, şehrin sessiz sokaklarında….İki gün önce… Erkan’ın seyahati…
Erkan o gün, güne berbat bir şekilde başlamıştı… Karısıyla ettiği kavgalar bitmek tükenmek bilmiyordu. Özellikle karısının dırdırından bıkmıştı! Sabahın bu saatinde bile, Leyla’nın onunla kavga edebilecek enerjiyi nereden bulduğuna şaşıyordu. Haksız da sayılmazdı aslında Leyla. Erkan bunun farkındaydı üstelik, ama yine de gururlu biriydi. İçkisinin ona verdiği zevkle, başka hiçbir şeyi kıyaslama gereği duymuyordu Erkan. İçkisi vardı, ve içki alacak parası da. Onun için bu yaşamdı, ve yeterliydi. Yaşamak ne kolay!Bir gece önce eve yine sarhoş gelmişti. Kimseye görünmeden yatağına girmeyi hedefliyordu, evinin kapısını anahtarıyla açarken. Bugün oğlunun doğum günüydü, erken geleceğine söz vermişti oğluna. Üstelik bir hediye almayı da planlıyordu, içmeden önce. Ancak içkinin ona verdiği mutluluk, oğlunun mutluluğunu gölgede bırakmaya yetiyordu.Evinin kapısını açtı. Kapının hemen solundaki odanın kapısı kapalıydı, ailesi muhtemelen içerideydi. Televizyonun sesi yükseliyordu içeriden. Bu onun için büyük bir şanstı. Çünkü Erkan’ın geldiğini duymak onun için çok zordu. Hele hele televizyonda, “çocuktan al haberi” varsa…Erkan kapıyı yavaşça kapadı, ve yere eğilerek emeklemeye başladı. Karısının onu görmemesi için emeklemesi lazımdı çünkü karısının bulunduğu odanın kapısının yarısı tamamen buzlu camdan oluşuyordu… Erkan’ın geldiğini görürse, önümüzdeki 3 saat boyunca karısıyla kavga edecek, ertesi gün erken kalkmak zorunda olduğu için güne bok gibi başlayacak, hatta güne başlaması gerektiği saatte başlayamayacaktı. Emeklemeye başladı Erkan. Bir adımı attı, sonra bir diğerini. Televizyonun sesi birden bire kesildi. Kısa süren sessizlik sırasında Erkan, ayağını yanlışlıkla yere sürtmüştü. Kösele ayakkabısının her zaman ses çıkarmasından hoşlanırdı, ama şu an çok yanlış bir seçimdi, çevresindekilere güven veren yürüyüşünü ispatlayabilmesi için. İçerideki kimse bu ayakkabının çıkardığı sesi fark etmedi. Erkan emeklemeye devam etti. 3, 4, 5 derken odasının kapısına ulaştı. Bu sırada odanın kapısı aralandı. Ve içeriden, köpeği çıktı. Köpeği için Erkan; her şeydi.. Köpeği, daha önce Erkan’ı, böylesine kendisine benzer bir şekilde görmemişti belki. Bir keresinde Leyla’yı görmüştü bu şekilde. Sonrasında hemen odadan çıkarılmıştı zaten…Köpeği gören Erkan, olduğu yerde durdu. Köpekte gözlerini dikmiş, Erkan’a bakıyordu. Aslında Erkan, köpeği gördüğü an her şeyin bittiğini, gizlenmek için harcadığı tüm çabasının yok olduğunu düşünmüştü. Çünkü az sonra Kılkuyruk havlayacaktı. Ama öyle olmadı, Kılkuyruk Erkan’a bakıyordu, Erkansa köpeğin tasmasına. Aslında tasmaya bakmak istemiyordu, ama o kadar sarhoştu ki, gözlerini daha yukarı kaldıramıyordu. Köpek durmaktan vazgeçti, derin bir nefes aldı. “Az sonra havlayacak” diye düşündü Erkan. Ama köpek havlamak yerine hapşırmayı tercih etti. Hemen sonrasında da denizden çıkmış yeni bir köpek edasıyla silkelenmeye başladı. Başını, gövdesini ve kuyruğunu silkeledi. Ama kuyruğunun silkelenmesi, sallanmaya dönüştü. “Cici köpek, güzel köpek” dedi Erkan fısıldayarak. Ama bu yaptığı çok büyük bir hataydı, çünkü köpek, cılız bir şekilde havladı. Erkan gözlerini sıkıca kapadı, az sonra olacakları düşündü. Leyla odadan çıkacak, köpeğe bakmak için… Ancak, yerde emekleyen Erkan’ı görecek. Sonrasında olanlara bir anlam veremeyecek, Erkan durumu açıklamaya çalışacak, ama Leyla yine anlamayacak olanları. Her zaman olduğu gibi. Zaten hiçbir zaman Erkan’ı anlamamıştı Leyla. Erkan’a sorarsanız, kendisi sarhoş olmadığı zaman, melek gibi bir eşi vardı. Ama Erkan şu an, zil zurna sarhoştu ve eşi bir şeytan olmalıydı.Ancak düşündüğü gibi olmadı, Leyla odadan çıkmadı… Köpekse bir süre sonra Erkan’ın yanından uzaklaştı ve mutfağa gitti ve hemen mutfaktan çıktı. Koşturarak, Leyla’nın bulunduğu odaya gitti, odanın hafif aralık kapısının önüne geldi ve havlamaya başladı. Kapının açılmasını istiyordu, Erkan sarhoş olmasına rağmen bunu rahatlıkla anlayabiliyordu. Havladı, havladı… Ancak içeriden kapıyı açmıyorlardı. Erkan ne yapacağını bilemiyordu ve köpeği izlemeyi sürdürüyordu. Sonra kendisine geldi ve hızlıca emekleyerek yatak odasına girdi, üzerindekilere aldırmadan yatağa süzüldü ve hemen uyudu. Köpekse Erkan’ın arkasından yatak odasına girdi, Leyla odadan hiç çıkmadı.Ertesi sabah uyandığında üzerinde pijamaları vardı. Muhtemelen pijamalarını Leyla giydirmiş olmalıydı. Belki o sırada ufak bir tartışma yaşadılar, ama Erkan bunlardan herhangi birini hatırlamıyordu. Üstelik yanında Leyla yatıyordu. Eğer tartışma olmasaydı, Leyla o akşam o odada yatmazdı, kesinlikle yatmazdı. Ama yatmıştı, her ne olduysa mutlu sonla bitmişti…Erkan uyandı ve gelişmelerin huzurunda banyoya girdi. Ilık bir duş aldı, dişlerini fırçaladı. Dişlerini fırçalarken aklına, kahvaltı edip çıkması için yeterli zaman olduğu geldi. Çünkü kalkması gerektiğinden erken bir saatte uyanmıştı. Ancak dişlerini yemekten önce fırçalamaktan nefret ederdi! Çünkü lanet olası diş macunları yüzünden, yediği yemekten hiçbir zevk alamayacaktı!Kahvaltıya oturdu, televizyonu açtı. Haberleri geçti, müzik kanalını geçti, belgeseli geçti, çizgi filmde bıraktı. İğrenç bir Japon çizgi filmiydi televizyondaki. Japon çizgi filmlerinden nefret ederdi Erkan, ama yine de o an ona ilginç gelmişti. Seyredecek başka bir şey bulamamıştı üstelik. Bugünkü mönüsü iki yumurta, biraz peynir, birkaç zeytin ve büyük bir parça da ekmekti. Altın öğün!Yarım saat süren uzun bir kahvaltıdan sonra, televizyonu kapattı, tam o sırada içeri Leyla girdi. Saçları köpek yuvasına benziyordu. Ama bunu söyleyemezdi tabi ki. Leyla içeri girdikten sonra kapıyı kapattı. Erkan “Hayatım ben çıkıyorum” dedi…”Nereye?””Biliyorsun ya hayatım, bugün İzmir’e yolculuğum var…””Neden?””Nasıl neden…””Erkan, seninle konuşmak istediğim şeyler var. Sabahın bu saatinde beni buna zorluyorsun ya…””Ama hayatım, biliyorsun, gitmem gerek..””Neyi bilip neyi bilmediğimi sana sormak istemiyorum… Artık yaptıklarına dayanamıyorum…””Bunları sonra konuşsak.. Gerçekten çok geç kaldım. Eğer dün biletimi almamış olsaydım, seninle mutlaka konuşurdum, hayatım.” Leyla, Erkan’ın bu söylediğinin koca bir yalan olduğunu çok iyi biliyordu.”Bu sefer benden kaçamayacaksın Erkan.””Daha önce senden kaçmadım ki…””Erkan. Neden bize acı çektiriyorsun? Neden çocuğunu hiç önemsemiyorsun. Hadi beni bırak. Ama kızın… Kızımız… Onun duygularına neden hiç saygı göstermiyorsun?””Yapma Leyla. Ona böyle davrandığımı da nereden çıkarıyorsun?””Asıl sen yapma Erkan. Dün Leylak’ın doğum günüydü ve sen onu, doğum gününde yalnız bıraktın.””Yanında biricik annesi vardı ama.””Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sana inanamıyorum.””Tamam meleğim. Bunu sonra konuşalım. Tartışmayı daha çok büyütmek istemiyorum. Gerçekten çok geç kaldım ve İzmir otobüsünü kaçırırsam, kariyerimden olabilirim, geleceğimizden olabiliriz, yaşamımızdan olabiliriz… Bunları seninle daha önce de konuşmuştum.””Ya şimdi, ya da hiçbir zaman. Erkan çok ciddiyim.”Erkan, karısını dinlemekten vazgeçti. Kesinlikle susmayacaktı, bunu çok iyi biliyordu. Ona fırsat verdikçe konuşacak, konuşacak ve hiç susmayacaktı. Bunun sonucunda da Erkan, kariyerinden olacaktı. Karısı, bağırıp çağırmaya devam ediyordu. Erkan, arkasını döndü, onu hiç duymak istemedi. Elinde değildi kesinlikle ama öyle davranıyordu. Mutfağın kapısını sertçe kapattı, kapının hemen yanında duran bavulunu aldı ve ayakkabılarını hızlıca ayağına geçirdi. Tam dışarı çıkacakken, karısı mutfağın kapısını açtı ve Erkan’a doğru koşturdu. Öylesine sinirliydi ki, yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Erkan’ın kolundan sımsıkı tuttu ve söylenmeye başladı…”Bu ne zamana kadar böyle sürecek? Söyle bana. Ne zaman bir evin, ailen olduğunun farkına varacaksın? Ne zaman iltifatların bir yalan olmaktan çıkıp gerçekleri söyleyecek bana? Söyle ne zaman?”Erkan hiç cevap vermedi ve kolunu, karısından kurtardı. Ama karısı tekrar kolunu tuttu. Bu sefer Erkan karısına döndü ve gözlerine baktı. Uzunca baktı. Leyla derin bir nefes aldı. Belli ki yeniden söylenmeye başlayacaktı. Ancak Erkan buna izin vermedi ve onu iteledi. Aslında bunu çok sert yapmak istememişti ama istemsizce biraz sertçe iteledi ve sonucunda Leyla kendini yerde buldu. Erkan evde kaldıkça, gelişen olaylar onun evden çıkmasına izin vermiyordu. Karısını yerden kaldırmayı bile denemeden, kapıyı çarpıp çıktı. Merdivenleri inerken, karısının hıçkırıklarını duydu, hiç istemediği halde.Apartmandan dışarı çıktığında, güneş gözünü almıştı. Gözlerini uzun bir süre, neredeyse önünü göremeyecek kadar kısarak yürüdü. Bir süre sonra saatine baktı, eğer biraz daha oyalanırsa, otobüsü kaçıracaktı. Bir ara zaten otobüsü kaçırmış olabileceğini bile düşündü, ama annesi ona sürekli “zararın neresinden dönersen kârdır” derdi. O da annesine uydu ve koşmaya başladı. Çok hızlı koşuyordu, üstelik elinde iki bavulla, bunu nasıl yaptığına kendisi bile inanamıyordu.Selma Sokağı’nı geçtikten sonra caddeye çıkacaktı. Ama caddeden yüzlerce araba geçiyordu. Sanki cadde, ona “İzmir’e gitme” der gibiydi. Tabi Erkan, bunun farkında değildi ve koşmaya devam etti. Caddeye ulaştığında arabalar geçmeye devam ediyordu. O da bu sebeple dinlenmeye fırsat buldu, ama zaman geçmeye devam ediyordu. Onu durdurmak mümkün değildi. Tıpkı şu an arabaları durdurmanın mümkün olmadığı gibi. Ama bir yolu vardı. Her ne olursa olsun, kendini caddeye atmalıydı. Arabalar onu bir şekilde görecek ve onun karşıya geçmesine izin vereceklerdi. Bu düşündüğü bir delilikti belki de. Erkan’ın şu an farkında olduğu tek şey, bunu kesinlikle yapmak istediğiydi. Yoksa İzmir’e gidemeyecek, böylece toplantıyı kaçıracak, sonra patronu buna çok kızacak ve onu işten atacak, ondan sonra eve gidecek ve Leyla’ya olanları anlatacak ve tüm olanların sorumlusunun o olduğunu söyleyecek, Leyla buna kızacak ve Erkan’ın deyimiyle dırdır etmeye başlayacak ve saatler sürecek olan bir kavganın ilk tahtası dikilmiş olacaktı.Erkan silkelendi ve kafasındaki durmak bilmeyen düşüncelere bir son verdi. Bir ara arabaların yavaşladığını fark etti. Bir süre sonra da durdular. Trafik tıkanmıştı bir şekilde. Cadde, Erkan’ın isteğine karşı koyamamıştı ve geçmesine izin vermişti. Erkan caddeden karşıya geçti. Sağına ve soluna bakmasına gerek yoktu, zaten ölmeyi göze almıştı. Belki de ölecekti.Koşmaya devam ediyordu. Sigara içmek istiyordu ama biliyordu ki, koştuktan sonra içeceği sigaranın hem çok zararı vardı, hem de hiç zevki yoktu. Gerçi 12 yıldır içtiği sigara, artık ona zevk vermiyordu, ama içmeden duramıyordu. O bir bağımlıydı. Sigara yakmadan koşmaya devam etti.Taksi durağına geldiğinde hiç boş taksi yoktu. Bürodaki görevliye “Taksi?” dedi. Görevli, “Görmüyor musun, hiç taksi yok. Hepsi görevde. Ama biraz beklersen yeni biri gelebilir. Onunla gidebilirsin. Bu civarda mı oturuyorsunuz? Eğer bu civarda oturuyorsanız, telefon numaramızı almış olmalısınız. Eğer telefon numaramıza sahipseniz, o zaman bize önceden telefon açıp rezervasyon yaptırabilirdiniz. Böylece şu an çektiğiniz sıkıntıyı çekmezdiniz. Ama görüyorum ki telefonumuz yok. Size bir kartımızı vereyim. Bundan böyle bir taksi istediğinizde, bize önceden telefon açıp, istediğiniz saatte bir taksi yollarız evinize. Böylece elinizdeki bavulları taşımak zorunda kalmazsınız, hatta sucuk gibi terlemezdiniz de. Siz evinizin rahatlığında beklerken, biz size hizmet etmekten gurur duyarız. Buyurun kart…””Neler saçmalıyor” diye düşündü Erkan. Bunları dinlemesinin ne anlamı vardı ki? Sadece “taksi” demişti. Muhtemelen çenesi düşük bir büro görevlisine rastlaşmıştı ve şu an çene çalacak vakti yoktu. Kahretsin, taksiye ihtiyacı vardı. Ama ortalıkta taksi yoktu ve eğer bu görevliye takılırsa, görevli, bir taksi için hiç çabalamayacaktı ve Erkan otobüsü kaçıracaktı.”Bir taksi ayarlayamaz mısınız? İşim çok acil ve eğer hemen bir taksiye binemezsem, o zaman otobüsü kaçıracağım.” Erkan, kurduğu bu cümlenin çok uzun olduğunu ve bu sözleri üzerine çok fazla soruyla karşılaşacağını düşündü. “İşiniz nedir?”, “Nereye gidiyorsunuz?”, “Otobüsünüz kaçta”… Sorular ve soruların soruları… Ama beklediği gibi olmadı, çünkü o sırada uzaktan bir taksi, hızla durağa yaklaşıyordu.Taksi durağa geldi ve Erkan’ı içeri aldı. Büro görevlisi bir daha hiç konuşmadı, soru sormadı, onu uğurlamadı.Taksi şoförü ile arasında geçen tek diyalog, Erkan’ın nereye gitmek istediğini ve biraz hızlı sürmesini istediği olmuştu. Şoför ne bunların nedenini sormuştu, ne de başka bir şey. Şu an için Erkan’ın istediği gibi gelişiyordu her şey. Şoför taksiyi gerçekten hızlı kullandı. Hatta zaman zaman trafik kurallarını bile ihlâl etti. İki kez kırmızı ışıkta geçti, çok kez hatalı sollama yaptı… Tam şoförüne denk gelmişti Erkan.Taksi, onu hızla garaja götürdü. Garaja ulaştığında, 6 numaralı perona doğru koştu, koşarken az kalsın bir çocuğu ezecekti. 6 numaralı perona gittiğinde, peronun boş olduğunu gördü. Saat, otobüsün kalkış saatini iki dakika geçmişti. Zamanı durdurmak mümkün değildi, geri almaksa hiç mümkün değildi. Bulunduğu peronun çevresinde insanlar da yoktu. Artık otobüsü kaçırdığından emindi. Çaresiz, garajı terk etmeye karar verdi ama tam o sırada, aklına, herhangi bir görevliye otobüsün kalkıp kalkmadığını sormak geldi. Bir görevli göremiyordu civarda.. 6. perondan uzaklaştı ve bir bayana rastladı. Erkan daha önce çok yolculuk yapmıştı, ancak daha önce, garajda görevli bir bayana rastladığını pek anımsamıyordu. Böyle yerler bayanlar için pek güvenli değildi çünkü.”Pardon, ben 6. perondan kalkacak olan İzmir otobüsünü so…””Gelecek olan otobüs, yolda kaza yapmış. Dolayısıyla biraz gecikmeli olarak sefer gerçekleştirilecek. Az sonra bir otobüs, 8 numaralı perona gelecek. Ona binebilirsiniz.””Teşekkürler..””…”Görevli bayanın dediği gibi, bir süre sonra 8 numaralı perona otobüs yaklaştı. “İzmir yolcusu kalmasın” diye bağırıyordu, az önce ortada olmayıp, birden bire meydana çıkan görevliler. Otobüs hınca hınç doluydu. Tek bir boş yer yoktu. Erkan’ın en sevdiği şey, yanındaki koltuğun boş olmasıdır. Böylece rahatça uyuyabilirdi. Ama ne yazık ki, gergin gün, gerginliğe sebep olmaya devam ediyordu..Yolculuk başlamıştı…9 saat sonra…
Sıkıcı, rahatsız, uzun bir yolculuk yapmıştı Erkan. 20 kere uyumuş ve uyanmıştı. Otobüsten indiğinde, başı çok fazla ağrıyordu. İlk iş olarak bir aspirin almalıydı. Kendini ancak bu şekilde toplayabilirdi.İzmir’e daha önce de gelmişti, ancak çok uzun zaman önceydi. İzmir değişmişti. Eskiden indiği garajda inmemişti bu sefer. Çok daha büyük bir garajdı indiği yer ve bu garajda kaybolmak çocuk oyuncağıydı. Sora sora önce tuvaleti, sonra marketi, sonra da servislerin kalkacağı yeri buldu ve gideceği otele doğru yola çıktı.Serviste Erkan’ın dışında bir çocuk vardı. O yaşta bir çocuğun şehirlerarası yolculuk yapması pek mümkün değildi, dolayısıyla servis şoförünün oğlu diye düşündü…Otele vardığında, yarın sabahki toplantıya hazırlık yapmayı planlıyordu. Ama onun öncesinde bir iki bira iyi gider diye düşündü. Aslında kendisi de biliyordu, bu biranın bir veya iki taneyle kalmayacağını. Ama karısını sevmediğini, köpeğini öldürmek istediğini, çocuklardan nefret ettiğini itiraf edemediği gibi, bunu da itiraf edemiyordu kendine.. “Bir iki bira içer, sonra hemen çalışmalarıma başlarım, bir iki bira, daha iyi düşünmeme sebep olur hem” diye düşünerek, otelin barına girdi.Bar gürültülü ve kalabalıktı. Çok kalabalık. Işıklar yanıp sönüyordu. Çok büyük bir salonu vardı ve duvarların çevresine dizilmiş masalarda yüzlerce insan oturuyordu. Genci, yaşlısı, homosu. Her tip insanı bulmak mümkündür, böyle lüks otellerde.”Bir bira alabilir miyim?””Tabi ki.”Erkan birasını yudumlarken, etrafı süzmeye devam ediyordu. Çok zaman geçmedi, yanına iki kişi geldi ve konuşmaya başladılar..”Bir bira daha alabilir miyim?””Peki, efendim.”Konuşma o kadar hızlı ilerliyordu ki, zamanı unutmuştu Erkan. Bir bira, bir bira, bir bira daha.. Viski? Madem ısmarlıyorsunuz, neden olmasın..Yarın toplantısı vardı, sabahın 8’inde. Yani 6 saat sonra.. Ve Erkan, ne bir hazırlık yapmış, ne eşini aramış, ne de az içki içmişti.Gün bitmiş, yeni bir gün başlamıştı. Sabaha karşı 2 sularında Erkan ve 3 arkadaşı barı terk etmişlerdi. Tanıştığı bu yeni insanlar, önce bara içmeye gelmişler, ardından da sabaha dek 4 fahişeyle birlikte eğlenmeyi planlamışlardı. Yanlarına Erkan’ı da almaya karar verdiler ve üstü açık bir Mercedes ile yola çıktılar.Bir ara, Murat, sahil kenarında arabayı durdurdu.”Biraz denizin kokusunu almaya ne dersiniz, çocuklar?” dedi ve arabadan indi… Önce çevreyi inceledi, ardından üzerindekileri çıkarmaya başladı. Tüm kıyafetlerini çıkardıktan sonra, denize doğru koşmaya başladı. Kısa bir süre sonra yerde buldu kendini. O kadar sarhoş kafayla yaptığı tam bir delilikti. Erkan bunun farkındaydı. Ama, herkes bir bir denize doğru koşmaya başlayınca, Erkan da onlara katıldı.Ortada hiçbir şey yokken, herkes birbirine bakıp gülüyordu. Bir an Erkan, gülerken karnının yırtılacağını düşündü. Nefesi sürekli kesiliyordu. Sabahın bu kör saatinde, buz gibi suda, eğlenen 4 kişi vardı. Çevrede kimsenin olmaması, onları cesaretlendiriyordu. Bir ara Erkan, kendini suyun üzerinde bıraktı ve gözlerini kapadı. Gözlerini kapadığında başının gerçekten çok fazla döndüğünü fark etti ve hemen gözlerini açtı. Kendisine hakim olması gerekiyordu, ne de olsa denizdeydi ve bu insanlarla o an tanışmıştı. Suda tekrar ayağa kalktı. Ama ayağa kalktığında çevresinde kimse yoktu. Ne tanıştığı insanlar, ne de sahilin kenarında duran araba.Erkan’ın aklına birden, gözlerini kapadığında uyumuş olabileceği geldi. Ama bu imkansızdı. Eğer böyle bir şey olsaydı, suda sürüklenirdi. Halbuki aynı yerde duruyordu…”Murat? Hey çocuklar neredesiniz? Berkant?? Hey! Hadi çocuklar, kesin dalga geçmeyi, daha gece yeni başlıyor. Neredesiniz?”Hiç ses gelmiyordu. Erkan’ın çağrılarına cevap veren kimse yoktu, dalgaların çıkardığı sesten başka. Denizden çıktı Erkan. Denizin kıyısında, çırılçıplak duruyordu ve titriyordu. Bir ara yoldan bir araba geçti, Erkan çıplak olduğunu unutarak arabaya doğru seslendi, ama araba durmadan yoluna devam etti.Etrafta kıyafetlerini arıyordu, ama bulamıyordu. Ayakları hala suyun içindeydi, bir ara ayağına bir şeyin değdiğini hissetti. Ama bakmadı. “Ufak bir balık olsa gerek…” diye düşündü… Tekrar ayağına bir şey değdi. Ayağını ince ince iplerin sardığını hissediyordu. Sanki bir anda ayağının çevresini yosunlar sarmış gibi hissediyordu Erkan. Ne olduğuna hala bakmadan ayağını birkaç kez salladı. Sert bir cisme çarptı ayağı. Ama taş değildi bu çarptığı şey. Kesinlikle bir taş değildi… Çünkü çarptığında yerinden oynamıştı. Kafasını çevirip ayağının dibinden ayrılmayan şeye baktığında, nefesi kesildi. Ayağının dibinde duran şey, uzun saçlı bir erkeğin kesik kafasıydı. Berkant’ın başı şu an ayaklarının dibinde yüzüyordu. Hızlıca koşmaya başladı Erkan. Koşarken, cam kırıklarının üzerinden geçti, ama acısına aldırmadı. Cam kırıklarının hemen ilerisinde pantolonunu gördü ve onu alıp koşmaya devam etti.Kısa bir süreliğine durup pantolonunu ayağına geçirdi ve koşmaya devam etti. Çevrede kimse yoktu. Sarhoşluğu, ne yapması gerektiğine karar verememesini sağlıyordu. Caddede koşarken bir sokağa saptı, çünkü sokağın ilerisinde bir bayan yavaşça yürüyordu. Belki Erkan’a yardım edebilirdi.”Hey… Hey Bayan! Bayan, bakar mısınız?”Kadın onu duymamışçasına yürümeye devam ediyordu, Erkan’sa koşmaya. Kadına gittikçe yaklaşmıştı. Yeniden seslendi, bu sefer kadın onu duydu ve Erkan’a döndü. Erkan’ın kalbi patlayacakmışçasına atıyordu. Kadının yanına gelip durduğunda, sanki tüm vücudu kalp atışlarıyla beraber şişip iniyordu. Kadının yanına geldi, ama konuşamıyordu… Zorla “biraz bekler misiniz” dedi. Dinlenmek için bir süreydi Erkan’ın istediği.. Nefesi biraz daha düzelince, konuşmaya başladılar..”Eee… Şey.. Merhaba. Adım Erkan. Az önce arkadaşlarla denizde yüzüyorduk. Arabayla gelmiştik sahile. Birden hem onlar, hem de araba ortadan kayboldu. Sonra arkadaşlarımdan birinin başını, denizde gördüm. Kesilmişti. Ne olur yardım edin bana…”Kadın, sanki masal dinliyormuşçasına dinlemeye devam ediyordu Erkan’ı. Olanları biliyormuşçasına…”… İzmir’de yeniyim. Dün akşam geldim ve buraları pek bilmiyorum. Civarda bir karakol var mı bildiğiniz? Beni oraya götürün, lütfen bayan.”Kadın, Erkan geldiğinden beri elini siliyordu bir mendille. Erkan da bu mendile dikkat etmişti, ama sorgulayacak hali yoktu o sırada.. Kadın, hafif kırmızılaşmış mendili cebine koydu..”Hava serin. Üşüyeceksiniz. Neden üzerinizde kıyafet yok?””… bayan anlattım ya, denizden çıkınca kıyafetlerimi bulamadım.””Gecenin bu saatinde dışarıda olmamalısınız. İsterseniz benim evime gidelim. Sıcak bir kahve iyi gider… Kahve zararlı gerçi, içmesek iyi olur. Ama kendimize neyin faydası var ki?””Bayan.. Neler saçmalıyorsunuz siz? Polis arıyorum ben…”Kadın, “Bakın size ne göstereceğim” dedi ve cebinden, mendili çıkardı… Kanlı mendili… “Bu mendilin üzerindeki lekeler kan lekesi. Az önce arkadaşınızın boğazını, içtiğiniz içkilerin şişesiyle kestim. Tabi kan yerinde durmadı ve üstümü başımı berbat etti. Ama ben ona iyilik ettim. İçkinin ne faydası olabilir ki, zararları önlemekten başka.. Ben de eve gidiyordum, bu halde eve nasıl giderim. Bir arkadaşım var Mert. İsterseniz sizi onunla tanıştırayım. Beraber televizyon izleriz. Tabi eğer isterseniz… Eğer eve gitmeyi istemiyorsanız, o zaman buradaki bir arkadaşımın evine gidebiliriz. Kendisini çok uzun süredir görmüyorum. Beni özlediğinden eminim….”Kadın konuşmaya devam ediyordu ve yavaşça Erkan’a yaklaşıyordu. Erkan sarhoşluğundan kurtulmuştu ama kadının çekiciliği, vahşeti karşısında ve anlattıklarının etkisinde bir şey yapamıyordu. Kadın ona yaklaştı… yaklaştı… yaklaştı… ve elindeki iğneyi Erkan’a sapladı. Tam kalbinin üzerine…İğnenin acısıyla büyük bir çığlık attı Erkan, istemsizce. Ve yere düştü… Kalbinin üzerinde iğne duruyodu, ama içerisindeki sıvı henüz kalbine akmamıştı…Kadın Erkan’ın üzerine çıktı…”Evet.. Şimdi, size anlatmam gereken önemli bir şey var.. Az önce arkadaşınızı öldürdüm. Anlatmamıştım değil mi bunu? Tabi canım, neden anlatayım ki ben bunu size.. Aslında beni kim biliyor… Ben yokum ki siz buradasınız ve gece aydınlanmaya devam ediyor… Gizem benim adım, umurunuzda olsa ne yazar?” dedi ve Erkan’ın kalbine saplanmış olan iğnedeki sıvıyı, Erkan’ın kalbine boşalttı… Erkan yine bir çığlık attı, ama kadın, Erkan’ın çıkardığı gürültüyü önemsemiyordu… Hatta çığlığını dinliyordu Erkan’ın, çaresizliği karşısında, mutlu oluyordu… Çığlık, şehrin sessiz sokaklarında yankılandı… Sabahın üçünde, Gizem, tek hedefine doğru ilerlemeye devam ediyordu… Her zamanki gibi…DEVAM EDECEK…