” Şu tepedeki kutuda ne vardı , indir bakalım bi ” , cümlesinin bizi geçmişin en tatlı hatıralarına dalıp götüre ceğini kim tahmin ederdi ki … Yıl 2003 davullu zurnalı bir köy düğünü … Bende jilet gibi damat lıklar – şimdi lerde içine sığamadığımı belirtmeliyim , ahh kör olmayasıca yıllar – eşimde de yazımın konusu olan tarihi filimlerden fırlamış kıyafetleri andıran inanılmaz gösterişli ipekli tüllü gelinliği…

Kendim rezil olmamak için en gizli yerlere saklamak isterdim damat lıklarımı , şu kilom alıp başını gittiği için.. Ama iyiki bakmışız o kutuya ve çıkarmışız eşimin o kar beyazı güzeller güzeli gelinliğini… Onu en mutlu eden şeyde göbekte biraz zorlansada hala içine rahatça girebiliyor olması..

Sanki sadece giydiği bir gelinlik değil , ilk gençliğinin o taptaze ruhu da üzerinde şimdi… İlk görüşte aşkın pırıltılarını gözlerinden okuya biliyorum … Hala göz alıcı tazeliği ve güzelliği ile gülümsüyor o sapa sağlam duran gelinliğin içinde… Belki de sağlam olan gelinlik değil.. Yılların eskitemediği aşk dolu ruhu ve tutkulu ama bir o kadarda şirin gülümsemesi…

Şöööyle bir düşündüm… ” Yaş 35 yolun yarısı , dante gibi ortasındayız ömrün ” şiirini geçeli 3 yıl olmuş bende… Ama hala kendimi üniversite çağlarındaki bir gencin yaşama arzusunu hissettiği gibi hissediyorum…

Sevgili eşimde de aynı enerjiyi gördüm… O gelinliğin içinde çocuklar gibi neşeli ve tutkulu öyle bir dans edişi vardı ki , insanın bir kere değil bin kere daha evlenesi geliyor hayat katığımla… İyi ki varsın ve yanımdasın diyorum ve fotoğraflarla ölümsüzleştiriyorum sevgili yavrumu…