1830 dan sonra, harp tazminatı meselesini görüşmek üzere Rusya’ya gönderilen Halil Rıfat Paşa İstanbul’a döner dönmez “ Devlet-i Aliye’nin yaşaması için , Garb-ı taklit etmekten başka çaremiz yok “ demişti… Rıfat Paşanın , o dönemin koşullarında böyle bir telkinde bulunması olağan sayılabilirdi elbette…Cumhuriyetle birlikte yeni Türk Devleti , Batıyla olan ilişkilerini geliştirme yoluna giderek çeşitli ittifakların içine girdi. Zaman içinde , bugünkü adıyla Avrupa Birliği Projesi de Türkiye’nin gündeminde en önemli yerini aldı…ll.Dünya savaşı sonrasında A.B.D de , General Mc Carthey tarafından ortaya atılan görüş ise iki süper gücün ( A.B.D ve SSCB ) kendi varlıklarını sürdürebilme çabalarının bir yansımasıydı. General Mc Carthey’nin sloganı şuydu… “ Düşmanın yoksa oluştur “Soğuk savaş yıllarında , XX.yy da modern ittifakların temelini oluşturan yeni argüman ise “ Ortak düşmana ortak hareket “ felsefesi idi… Bu deklarasyonlar toplumlara öylesine lanse edildi ki, eğitimden,medyaya kadar tüm güçler kullanıldı…Temel düşünce “Belirli düşmana dayanan;halklarda korku,kin,nefret “ duygularını harekete geçirmekdi… Süper güçler kendi ekonomilerinin gelişmesi ve ülkelerinin refahı için bu yolu yıllarca kullandılar…O kadar inandırıcı masallar anlatıldı ki , dünyada düşman bulunamayınca “ uzayda” aranmaya başlandı…“ uzay” inandırıcı gelmeyince yeni düşman bulundu “ terör”… Bir müddet kızıl tugaylar,İRA, ve Gladyo örgütlenmeleri ile oyalanma yoluna gidildi…Nihayet 11 Eylül komedisi ile uzun soluklu bir düşman bulunarak , önce Afganistan’ın sonra da Irak’ın hakkından gelindi… Türkiye’nin başına da PKK belası sarıldı…Sıranın kime geldiği bilinmez, belki İran,belki Suriye belki uzaklarda bir yerlerden “ dayılanan” Venezuella …Efendilerinin yeni faturayı kime kesecekleri belli olur mu?…Rıfat Paşa, Osmanlıya telkinlerinde haklımıydı dersiniz?… Belki de “Garb-ı ” gerçekten taklit edebilseydik onca bela başımıza gelmiyebilirdi…