Mary Shelly’nin romanında Doktor Frankenstein ceset parçalarını bir araya getirerek ortaya çıkarttığı yaratığa can vermeyi başarır. Ama ardından yaratık kontrolden çıkar ve önce yaratıcısını yok eder.Hepimizin bildiği bu tema teknolojik gelişmenin hız kazandığı 20 yüzyılda özellikle de kurgu-bilim yazınında onlarca farklı kitaba konu oldu. Sorulan soru hep aynıydı:İnsan bir gün, kendi yarattıklarının kurbanı olabilir mi?Bu sorunun sorulmasını haksız bulmak mümkün değil elbette. 20. yüzyıl teknolojik gelişme anlamında öylesine başdöndürücü bir yüzyıl oldu ki, insanoğlu diğer tüm gelişmelerin yanısıra bir zamanlar hayal bile edemeyeceği hedeflere ulaşmayı başardı. Bir zamanlar tanrı sandığı ve altında korkuyla titrediği, öfkesini dindirmek için kurbanlar sunduğu yıldızlara ulaştı. Bugünlerde Mars üzerinde dolaşıyor ve 10 yıl içinde Ay’da bir üs kurmayı hedefliyor. Bununla da kalmadı, kendi genetik şifresini çözdü. İlk kez bir canlıyı klonlamayı başardı. Bugün artık, dünya üzerinde bilinmeyen bir yerde “insan” klonlandığı kamuoyuna yapılan ifşaatlarla herkesin malumu.Durum böyle olunca “soruların ve soranların” sayısı da arttı ister istemez.1800’lerin sonlarında, Manchester’da, işçiler dokuma tezgahlarını kırdığında, Jacques Ellul henüz dünyaya gelmemişti. Ama 1960 yılında “Teknolojik Toplum” isimli eseriyle kamuoyunun karşısına çıkan Fransız ilahiyatçı ve filozof, yankısı yeni binyıla, hatta daha ötelere ulaşacak bir tartışmayı da teorize etti:“İnsan, verimliliği artırmaya yönelik yeni teknikler yüzünden, özgürlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır.”Ellul, teknolojiyi eleştiren bu karşı duruşunun kendisinden 40 yıl kadar sonra, üstelik teknolojinin en önemli isimlerinden birinin ağzından neredeyse aynı kelimelerle döküldüğünü duysa neler düşünürdü acaba?Sun Microsystems’in en kıdemli bilimadamı, Java ve Jini teknolojilerinin yaratıcısı Bill Joy, 2000 yılının Nisan ayında Wired dergisine yazdığı “Geleceğin bize ihtiyacı yok” başlıklı makalesinde, içerden biri olarak, adeta Ellul’un reenkarnasyonu gibi çıktı karşımıza.Şöyle diyordu Joy:“Günümüzdeki yeni teknolojiler, insan yaşamına 20. yüzyıldaki nükleer, biyolojik ya da kimyasal silahlardan daha büyük bir tehdit oluşturuyor. Teknolojiyi, bizden çok daha üstün robot zekalar yaratacak biçimde kullanırsak, bu robotlar bizi fazlalık olarak görebilir.”Eğer bu sözleri bugüne kadar onlarca örneğini gördüğümüz kurgu-bilim yazarlarından birinin kitabında okumuş olsaydık, ya da Matrix benzeri bir filmdeki diyaloglardan alıntılamış olsaydık bu kadar ciddiye almamız gerekmeyecekti. Ama bunlar bilim kurgu yazarlarının değil, bir bilim adamının sözleri.Diyelim ki Joy’un bahsettiği tehlike, insan varlığını toptan yok etmeye yönelik dışsal bir tehlike, hatta bir olasılık. Yani bir nükleer patlama, ya da engellenemez bir salgın, insan türünün tamamını yeryüzünden silebilecek bir afet. Peki ya GENOM projesini nereye oturtacağız. İnsanın özünü, varoluşunu, yani “insan kavramını” temelden değiştirebilecek bir yeni teknoloji var artık karşımızda. “Gattaca” isimli filmde olduğu gibi “seçilmişlerden” oluşan “steril” yeni bir toplum mu bekliyor bizi ilerde?Bu tartışmayı yapanlar Ellul ya da Joy gibi isimler değil sadece. 90’ların sounda dünyada hemen hemen herkesin adını duyduğu “Unabomber” Ted Kaczynski de benzer bir itkiyle hareket etmedi mi? Kaczynski sağa sola bombalar yağdırıp, “makinelere gittikçe daha fazla bağımlı olmaya başladığımızı ve bizim onları denetim altına almamız gerekirken onların bizi denetim altına almaya başladığını” iddia ederken inanılmaz bir biçimde Bill Joy’un tezine yaklaşmadı mı?Ama her madalyonun olduğu gibi bu madalyonunu da bir “öteki” yüzü var.Şu örneği hatırlamaya ne dersiniz? Ünlü bilgin, dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için yargılandı. Yargılayanları bugün kimse hatırlamıyor. Engizisyon tarihin derinliklerine gömüldü ve bilim, akıl, teknoloji binlerce kere olduğu gibi bir kere daha galip geldi.Ya biz teknolojik gelişmeyi, atom çekirdeğinin parçalanmasını, yapay zeka araştırmalarını, insanın gen haritasının çıkarılmasını sorgularken kürsünün hangi tarafında yer alıyoruz? Tarihin unutulmaya mahkum ettiği Engizisyon yargıçlarının hatalarına düşüyor olmayalım sakın.Tarih boyunca milyonlarca insanın yaşamına mal olan, çiçek hastalığı, veba salgınları, (dünyanın önemli bir kısmı hala açlık sınırının altında olsa bile) tüm dünyayı kavuran küresel kıtlık gibi sorunlarımız yok artık. Bir zamanlar ötesinde deniz canavarlarının olduğu düşünülen Atlantik Okyanusu’nu 4 saatte geçmemizi sağlayacak yeni bir su altı tüneli için çalışmalar devam ediyor. Dünyanın her yeriyle istediğimiz an gerçek zamanlı iletişim kurabiliyoruz.Çıkmazımız da bu noktada başlıyor. Madalyonun her iki tarafı için de sayılamayacak kadar çok örneği ard arda sıralayabiliriz. Ama bu çaba bizi sonuca ulaştırmaktan, maalesef, çok uzak görünüyor.Bu sorulara tek bir tartışmada yanıt bulmak mümkün değil. Hatta yakın gelecekte de bulunacağını düşünmek biraz fazla iyimserlik. Ama emin olduğumuz bir şey var. İnsanoğlu durmak bilmeyen ve her adımda biraz daha hızlanan bir koşunun içine girmiş durumda. Ama bugün işimiz biraz daha kolay gibi. Frankenstein örneğinde doruğa çıkan ve son yüzyılda sıkça sormaya başladığımız sorunun yanıtı için ihtimalleri “iki”ye indirmeyi başardık:Bu koşu bugün olduğu gibi teknolojinin ya da yaratılmış olanın insana hizmet ettiği bir süreç olarak devam edebilir. Ya da insan kendi yarattığına, (yapay zeka, genetik olarak düzeltilmiş nesil, nanoteknoloji sayesinde kendini üreten makineler, bir damlası ile koca bir kenti yokeden biyolojik silahlar) yenilerek evrim teorisinin buyurduğu gibi “güçsüz tür” olarak dünya sahnesinden çekilebilir.Ama ben karamsar değilim.Çünkü hala şansımız var.Çünkü bunların olabileceğini biliyoruz.Çünkü insan milyonlarca yıldır doğanın tek şampiyonu olmayı başardı. Kendi yarattığına yenilmemeyi de başarabilir.
yorumlar
ne şam pi yon mu? virüsüz be virüs
Birde şöyle bir şey vardı. (önceki ahkamda da varmış benzer bir link. Aceleciliğin kurbanı yada kefali olduk galiba)
makinelerin bizi yöneteceği günün geleceğini hiç sanmıyorum. sanan adam da olsa olsa java’nın mucidi bilgisayar manyağı öyle bir adam olur. teknoloji konusunda süper zeki adamların sosyoloji ve felsefe konusunda da her dediklerinin ciddiye alınması gerektiğini düşünmüyorum. bence bu adam ekran karşısında fazla kalmış ve ekmekle peynirin de printer’dan çıktığını zannediyor. mutfak robotları dünyayı ele geçirse de eline bi odun alıp kovalamayı akıl edemez bu.yapay zekanın vardığı ileri noktalar olan bilgisayar oyunları beni bir milyon farklı şekilde sıkıyor sadece. makinelerin kontrolüne girmiş değiliz. yalnızca yaşamımızda büyük yer kaplamalarına izin veriyoruz, bunun da hiçbir zararı yok. (radyasyon saçan şeyler hariç) içten patlamalı motor ve çimento ve iki taraflı muhasebe defteri de çeşitli teknik-teknolojik gelişmelerdir. hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırmış, benim görebildiğim hiçbir şekilde de ele geçirmemişlerdir.unabomber’ın dediklerinin de bir temele oturmuşluğu yoktur. dikkat çektiği bir uç nokta olsa da, manifestosunun asıl yeri çöptür.teknolojiyi bir yana bırakamayız. insanın bir parçasıdır bu. atın sabanını boğazına bağlarlardı önceleri. sonra böğrüne indiren bir teknik geliştirildi ve herkes bunu kullanmaya başladı. tarla sürmek çok daha kolaylaştı. daha sonra traktör icad edildi biraz daha kolaylaştı işler. haa, sabanı adam evde yapıyordu, traktörün nasıl işlediğini bile bilmiyor, fabrikadan geliyor alet. yabancılaşma! çiftçi traktörün işleyişini anlamıyor, fakat bunun ne zararı var? bu işbölümü yüzünden toplum halinde yaşıyoruz.teknoloji hiçbir zaman insanlığa zararlı olmamıştır. atom bombasından önce tüfekle ondan önce de başka şeylerle insanlar birbirlerinin gözlerini çıkarıyorlardı. kimyasal silah değil, kimyasal silah üreten zihniyet tehlikelidir.bir de teknolojinin bize sağladığı zaman var. tarlayı sürmenin ne kadar kolaylaştığını söyledik. sonra genetik bilimi de aynı ağaçtan 3 kat meyve aynı inekten 2 kat et ve süt çıkmasını sağlıyor. işler böyle giderken de dünyanın yarısı hala aç. 10 kişinin sağdığı sütü 1 makine sağlıyor, tarla için de aynı şey… bu işsiz adamlar ne yapıyorlar bu arada? onlar için yapacak birşey kalmamış olabilir mi? bir kısmı medeniyette, büyük şehirde yerlerini buluyor, bir kısmı da suç dünyasında.billy joy’un derdiyle unabomber’ınkinin hiç alakası yoktur aslında. yapay zeka bizim memlekete biraz zor gelir. robotların dünyayı ele geçirdiği filmler de neden ele geçirdikleri konusunda pek bir fikir beyan etmezler. ancak programlama hatası olabilir.robot, hayatta kalması emredilmezse asla hayatta kalmayı düşünmez. o yaratığın dünyayı insan ırkından kurtarmak istemesi de çocuk masalından başka birşey olamaz. dünyanın değeri yoktur çünkü. değer katan insandır ve insandan başkasının değeri de yoktur. hayatın anlamı da buralarda biryerlerde olabilir. bu yüzden bilgisayar dahileri ve eylem adamlarından önce filozofların dinlenmesi daha uygundur diyorum.
İddia üstüne iddia, itham üstüne itham. Bir dakika dur düşün, adam ne demeye çalışmış, bize bir şey anlatmaya çalışıyor galiba. Yok olmaz! Madem klavye elimin altında yazayım ve azayım. “Mesele insanları makinelerin yönetmesi ya da insanların makineleri yönetmesi meselesi değildir” desem sizin için açıklayıcı olacak mı bilemiyorum. Yapay zeka diye bir şey var artık hayatımızda.En azından kavram olarak. Gerçekleşti mi, gerçekleşmedi mi, orası ayrı. Yok Amerikalılar bulmuş bunu da Pentagon gizliyormuş, uzaylılara şeyedecekmiş, efendim hangar 18 olayı, afşin de tafşin. Ee, nooldu şimdi? Bir yere varabildik mi? Biz meseleyi tartışalım dedikçe birileri çıkıp “Olmaz öyle şey, ne yapay zekası ne makinesi. Ben öyle şey anlamam. Robotiks, bilgisayar oyunu v.s.” derse bir yerlere varmamız, yüce sitenin hemen girişinde gördüğümüz “Beyninizi çalıştırın” emrini yerine getirmemiz mümkün olabilir mi? Olamaz. O halde neymiş. Düşüneceğiz. Saksıyı çalıştıracağız. Klişeden, hiç hazzetmem, uzak duracağız. Yoksa maazallah klavye gevezesi oluveririz de haberimiz olmaz.Bakınız bazı klişeleri ve aşağıda örnekliyorum:“Makinelerin bizi yöneteceği günün geleceğini hiç sanmıyorum.”- Ve fakat bir sürü insan, ki bunların önemli bir kısmı bu işi bizden bir kaç milyon kat kere daha iyi bilen adamlar, “Hüop alo şimdiden uyandırıyim, sonra yanlış olmasın” diyor. Şimdi kime kulak verelim biz?“Teknoloji konusunda süper zeki adamların sosyoloji ve felsefe konusunda da her dediklerinin ciddiye alınması gerektiğini düşünmüyorum.”- Ve fekat bugün bizim felsefe alanında sevip saydığımız, gerektiğinde abi dediğimiz adamların bir çoğunun kendi dönemlerinin teknoloji dahileri olduğunu bilmez miyiz?“makinelerin kontrolüne girmiş değiliz. yalnızca yaşamımızda büyük yer kaplamalarına izin veriyoruz, bunun da hiçbir zararı yok. (radyasyon saçan şeyler hariç)”- Ohhh, valla yüreğime su serpildi. Bak ben boşu boşuna paranoya yapıyormuşum evdeki şu fritözden. Bir de o radyasyon saçan minik şeyler var ya. Hani böyle küçücük oluyo. Onları kalbimizin mi üstünde taşımıyorduk“unabomber’ın dediklerinin de bir temele oturmuşluğu yoktur. dikkat çektiği bir uç nokta olsa da, manifestosunun asıl yeri çöptür.”- Ben Ereköy’de oturuyorum. Acaba benim yerim neresi. Sizin bu seçimlerde Bağcılar viyadüklüğüne adaylığınızı koymanızı istiyorum. Altyapı ve konumlama konularındaki üstün başarınız gözlerimi yaşarttı.“teknolojiyi bir yana bırakamayız”-Hayır bırakırız-Bırakamayız-Bırakırız…“çiftçi traktörün işleyişini anlamıyor, fakat bunun ne zararı var? bu işbölümü yüzünden toplum halinde yaşıyoruz”- Ama bir sürü felsefeci, özellikle de anarşizme yakın olanlar bahsettiğiniz bu işbölümünün tamamiyle emeğin ürüne yabancılaşması sonucunu doğurduğunu, bunun da toplumsal ve sosyal yapı üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu savlıyor. Verdikleri en bilinen örnek ise ‘arabanın sağ arka lastik bujisini sıkmaktan sorumlu işçi” örneği…Vs, vs, vs…Yapay zeka tartışmasının bir de İnsanın kendisinden başka bir “zeki” varlıkla iletişim kurma çabasıyla ilgisi olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Başka zeki varlıklarla iletişim kurma meselesinin iki açılımı var. Birileri uzaya bakıyor diğerleri ise, kendi kendini üreten, verileri depolayıp anlamlı ve önceden kestirilemeyen bir biçimde kullanabilen yapay zeka meselesine odaklanıyor. Bu nedenle de “yapay zeka filan olmaz. olsa da dünyayı ele geçirmezler, döverim ben onları, pantograf katatere değerken üzerlerine su atarım, fişini çekerim, regülatörünü bozar, çipini ısırırım” yaklaşımı pek işe yaramaz.Dünyanın değeri var mı? Bunu bilemem. Dünyaya değer katanın insan olduğu tezinize ne desem bilemedim. Bizsiz bu dünya daha yaşanılır bir yer gibi gelmiyor mu size de? Neyse bu fikir tamamen benim karamsarlığımla ilgili ama “robot” dünyayı ne yapacak sorusunu Fritöze bir sorun isterseniz. Belki yanıt verir.
olur olmaz şeyler izletme çocuklara diye. bak yine neler saçmalıyorlar.. fritözüde bi süre kaldır dolaba. neme lazım…
Asimov’un okunmasi tavsiye edilen I, Robot (Ben Robot) diye bir hikayesi vardir. Asimov robotlarin ihlal edemeyecegi uc ana kuraldan bahseder.Suradan tercume ediyorum:1. Robot hareket ederek veya etmeyerek bir insana zarar veremez.2. Robot insanlarin emirlerine uymak zorundadir, eger birinci kural ihlal edimiyorsa.3. Robot kendi varligini devam ettirir, eger birinci ve ikinci kural ihlal edilmiyorsa.Hikayede Robot’un duygusallasmasi ve bir cocugu sahiplenmesi anlatiliyordu sanirim. Spielberg’in AI filminde de cok benzer bir tema isleniyordu. Bu sefer insanlar makinelesiyorlardi.HH’in cok yerinde sordugu gibi robotlarin dunyayi veya insanlari ele gecirmek icin ne gibi bir motivasyonlari olabilir. Insanlarin varliklarini anlamlandirabilmek icin cikarttigi nice felsefe, inanc falan filan varken robotlarin yaraticilarina karsi ayaklanmalarinin motivasyonu bulmakta zorlaniyorum. Asimov’un son kurali intihari robotlar icindir diye dusunmusumdur.Bir de teknolojiden anlamakla java programlama dilini kurmak arasinda biraz fark oldugunu dusunuyorum. Programlama dilini kuran adam tabi ki akillidir, caliskandir, yeteneklidir fakat vizyoner bir goruse sahip midir ? Gelecegi tahmin edebilmek icin gerekli alt yapiya sahip midir acaba ?Yapay Zeka calismalari olasiliklarin sistematik sekilde denenmesinden ibaret cogunlukla. Ornegin satranc bilgisayarlari tum olasiliklari en kisa surede denemek icin programlanirken, Kasparov en fazla uc dort ama en iyi olasiliklari dusunurum der. Insanlarin tanima, yani pozisyon okuma yetenegi, inanilmaz derecede ustun. Ote yandan hesap yapma ve hatirlama yetenigimiz yetersiz. Insan beyninin nasil calistigini, yaraticiligin yani guzel fikirlerin kaynagini anlamadan gercek anlamiyla yapay zeka uretmenin imkansiz oldugunu dusunuyorum.Gelecek icin en olasi sey, robotlarin insanlasmasi degil, insanlarin robotlasmasi bence. Yani insanin yetersiz oldugu alanlari desteklemek. Kisaca insana chip takacaz. Hesap makineleri beynimizde olacak, databank’leri cepte degil kulak arkasinda tasiyacaz. Ama yine de bir koku bizi kompiturlerin taklit edemedigi sekilde uzak diyarlara goturmeye devam edecek. Asil sorun o zaman gelince etrafta nasil kokularin olacagi :)Bir de konuyla ilgili mutlak seyredilmesi gereken Blade Runner filmi var. Film muthis. Kitabi da oyleymis.
bilimlerde çığır açan sorular felsefi sorulardır, evet. teknoloji dahisi filozoflar? hayır. einstein atom bombası yapmamıştır.laf ebeliğinde üstünüze yok, yerin dibine geçtim gerçekten.öncelikle bir ayrım yapmaya çalıştım. teknolojinin hayatımızda kapladığı yeri, bağımlılığımız yüzünden üzerimizde kurduğu egemenliği, bunun faydasını zararını konuşacaksak buyrun. (unabomber burada giriyor işe, işaret ettiği noktanın gidebileceği biryerler var)ikinci nokta yapay zeka(billy burada birşeyler yumurtluyor) teknolojinin bizi esir etmesinin bununla bir alakası yok. insanın kendinden başka zeki bu kadar milyar adamla anlaşamazken, makinayla ya da uzaylıyla iletişime geçmesinin amacını açıklamamışsınız. iki açılım var diyip sonra benim ağzımdan konuşarak espriyle noktalamışsınız. benim yaklaşımım olduğunu söylediğiniz şeyin neden işe yaramadığını işaret etmesi gereken cümleyle arasındaki baplantıyı netleştirirseniz memnun olurum.yapay zeka konusunda bunu bizden milyon kere iyi bilen insanların görüşlerini de doğru düzgün kaynak göstererek yansıtırsanız konuyu daha ciddiye alarak konuşabiliriz.”bu dünya bizsiz daha yaşanacak biryer gibi gelmiyor mu size?” mantıkta tutarsızlık diye birşey duydunuz mu? yaşama anlam katan şey değerlerdir. değerleri insan yaratır. yaşamdan kastettiğimiz insan yaşamıdır. kuşun böceğin ve ağaçların güzelliği insandan başka kimseyi ilgilendirmez. hayvanlar ve bitkiler bunlara değer vermezler. “değer” insanın bir kavramıdır ve insana özgüdür.insan yapısı makinenin düşünmesi şu yüzden mümkün değildir, çünkü “düşünürken ne yapıyorum” sorusu kesin olarak cevaplandırılmamıştır. ancak “akıl yürütürken ne yapıyorum?” sorusu bir parça cevaplanıp, makineler yapılmıştır. bilgisayarlar akıl yürütür, düşünmez. ve sağlam kaynaklardan yapay zeka hakkında bilgi vermeyecekseniz, billy joy’un fazla film izlediğinde ısrarımı sürdüreceğim.
Hayır. Benim tartışmaya açmaya çalıştığım şey teknolojinin hayatımızda kapladığı yer ve teknolojinin yanlış kullanımı değil. Enistein’e kadar gitmeye gerek yok. Mutfağa gidin yeter (Hayır hayır, endişelenmeyin bu kez fritözden bahsetmiyorum). İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün yaptığı bir araştırmanın sonuçlarına gore Türkiye’de işlenen cinayetlerin çok önemli bir kısmında suç aleti “ekmek bıçağı”. Burada ne bıçak, ne ekmek ne de maktül suçlu elbette. Yani nihai olarak teknolojinin kullanımı ve hayatımızdaki yeri ile igili tartışmalarda sizinle bir çok ortak noktamız olduğunu kabul ediyorum. Ama “Fritöz değil yapay zeka” başlıklı ‘ahkam’da da vurgulamaya çalıştığım bambaşka bir şey. O yüzden, müsadenizle teknolojinin kullanım biçimi meselesine başka bir tartışmada “buyurayım”.İnsanın, makineyle ya da uzaylıyla iletişime geçme ihtiyacının nedenini açıkçası sizi tatmin edecek biçimde yanıtlayabilir miyim bilmiyorum. Fakat insanın sosyal-sosyalleşme eğilimi içinde olan bir varlık olduğu tezinden yola çıkarak meseleye anlamlı bir açılım bulabileceğimiz kanısındayım. Bu arada meselenin “anlaşmak” ya da barış içinde yaşamak gibi bir düzlemede ele alınması bu tartışmada bizi kısıtlayan bir unsur olacaktır. Sorun iletişim kurmak; barışçı ya da değil… Üstelik bu sorunu tek tek bireyler bazında değil, doğada var olan milyonlarca türden birinin, Homo Sapiens’in, içgüdüsel, karakteristik bir davranış biçimi olarak ele almamız gerekir.İnsanın, dünya dışı varlıklar ya da yapay zeka ile, iletişim kurma itkisinin nedenlerini sorguladığınız cümlenin altmetninden, böyle bir ilginin aslında var olmadığı tezini işlediğiniz sonucuna vardım. Yanlış bir çıkarım yapmış olabilirim. Öyleyse lütfen düzeltin. Fakat bu hata payını da dikkate alarak, diyorum ki, kabul edin ya da etmeyin insan iletişim kurmak isiyor. Kendi türü değil sadece, kendisi dışındaki zeki varlıklarla da. Evrene bir de onların gözüyle bakmak istiyor. İnsanoğlu deliler gibi, evet gerçekten deliler gibi kendisi dışında zeki varlıkları görmek istiyor. Yaradılışın-varoluşun mucizesini tanımlamak buna bu kez de dışardan kendi gözleriyle tanık olmak istiyor.Son yüzyılda uzaya gönderdiğimiz onlarca mesaj kapsülünü hatırlayın, içinde insanın tanımlandığı, mesajların, dünya ve insan kültüründen örneklerin yer aldığı kapsülleri… Dünya üzerine diktiğimiz, son olarak da uzaya saldığımız devasa gözlerimizi hatırlayın. Hubble mesela… Her ne kadar iletişim kurma itkisinin hastalıklı, bozulmuş bir biçimi bile olsa UFO’larla ilgili kulüpleri ve kent efsanelerini hatırlayın. Tüm bunları masanın üzerine koyduğunuzda “insanın kendinden başka zeki bu kadar milyar adamla anlaşamazken, makinayla ya da uzaylıyla iletişime geçmesinin amacını” sorgulayan cümlenize yer kalacağını sanmıyorum.Yapay zeka konusunda bizden daha çok şey bilen insanların görüşlerini yansıtmak yerine onların kimler olduğunu ve hangi yayınlarda, hangi kitaplarda bu konuyle ilgili tartışmalara ulaşabileceğinizi aktarsam daha iyi olmaz mı? Hani “beynimizi çalıştırıyorduk”. Öyle hazıra konmak yok, siz de çalışacak, ter dökecek, yorulacak ve sandalyenizde gecenin bir vakti arkanıza yaslandığınızda sırtınızdaki o meşum ağırıya rağmen kendinizi memnun hissedeceksiniz! Şaka bir yana iktibasları aktarmak yerine iktibas ettiğimiz kaynak ve kişileri aktarırsak bu tartışmayı izleyenler için de daha faydalı olur. En kısa zamanda size bu konuda bir bibliyografya göndereceğim azizim.Yaşama anlam katan değerler değildir. İnsan yaşamına anlam katan şey değerlerdir. Oysa yaşam herhangi bir anlama ihtiyaç duymaz. Yaşama anlam katan yaşamın kendisidir.En baştan başlayalım sormaya; değer nedir? Etikten (meslek etiği gibi ayrışmalardan değil, bir kavram olarak) mi bahsedeceğiz. Oysa etik kavramını evrensel bir tabana oturtma çabası binyıllardır bizi belirli bir noktaya getirmedi. Toplumdan topluma, zamandan zamana, ülkeden ülkeye ve hatta insandan insana değişen bir şey oldu, tarihin çok ender zamanlarında büyük kalabalıklar tarafından ortaklaşıldı ama yine de…Ursula LeGuin’in Yerdeniz Büyücüsü isimli kitabında büyücü çırağı Çevik Atmaca’nın ustasına sorduğu bir soru ve ustanın verdiği bir yanıt aklımdan çıkmıyor bir türlü. Son okuyuşumdan bu yana bir hayli zaman geçtiği için aynen değil mealen aktaracağım. Çırak bir çiçeği tanımaya çalışırken onun ne işe yaradığını sorar ustasına, usta “Hiç” der ve ekler, “Sen ne işe yarıyorsun?”. Bu dünya bizsiz daha yaşanacak bir yer derken kastettiğim insanın icadettiği tüm ideolojilerde kendisini dünyanını efendisi olarak görme eğiliminin yanlışlığıydı. Bu yanlışa, “Frankenstein’ın sorduğu soru” başlıklı makalede benim de düştüğümü inkar edemem. Bakınız son dört cümle… Oysa doğa, kucağında barındırdığı milyonlarca türden biri olan insanın eksilmesinden hemen hemen hiç bir rahatsızlık duymaz. Hatta bunun tam tersinin geçerli olabileceğini bile rahatlıkla söyleyebiliriz. “Aslolan hayattır”.Güzellik sadece kuşun böceğin ağacın güzelliği olabilir mi. Bu kadar bencil bu kadar pragmatist yaklaşabilir miyiz bu soruna. Yaşamın değerini güzellik ve anlam katan insanla tanımlamanın sonu korkarım ki bizi faşizme kadar götürür. Birden kendimizi sakatları ve akıl hastalarını keserken bulabiliriz.Ahkam’ınızın son paragrafında nihayet tartışmaya açtığım noktaya parmak basmışsınız. İnsan yapısı makinenin düşünmesi şu yüzden mümkün değildir diyerek… Bu kez, teşekkür ederim, meseleye nihayet bir temel kazandırarak tartışma platformuna katkıda bulunuyorsunuz. Düşünürken ne yapıyorum sorusunun yanıtlanmadığı doğru. Aslında düşünmenin ya da sizin deyiminizle akıl yürütmenin bile mekaniği hala çözülebilmiş değil. Ve fakat bu çozülemeyeceği anlamına gelmiyor.“Sağlam kaynaklardan yapay zeka hakkında bilgi vermeyecekseniz…” Yukarda da söylemiştim ya; iktibas yaparak bir yerlere varmak, özgün fikirler oluşturmak imkansız, faydalı kaynakları bilahare iletirim, diye. Vazgeçtim. Klavye elinizin altında. Hemen Tübitak’ın ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Yapay Zeka Laboratuvarı’nın ağ sayfalarına bir göz atın. Bilkent ve ODTÜ’de de benzer çalışmalar sürdürülüyor. Buradaki dökümanlar mrakınızı bir nebze de olsa tatmin edecektir. İşin teknik ve bilimsel kısmı hakkında çok fazla şey bilmiyor olmamı anlayışla karşılarsınız umarım.Gelelim meramımıza. Hollywood’un film makarası ve dijital efekt çöplüğü içinde sinema dünyasına yaptığı güzel katkılardan biri olan “Blade Runner” filmini izlemişsinizdir sanırım. Bu filmin senaryosuna esas teşkil eden kitap “Androidler otomatik koyun düşleyebilir mi” ismiyle Türkçeye çevrildi. Bu noktada, bir fikir uçuşu yapalım dilerseniz. Bugün genetik olarak modifiye edilmiş olan bir çok türün doğada hayatını sürdürebildiğini ve doğal habitatlarından çok daha farklı alanlarda hayatlarını idame ettirebildiğini biliyoruz. Kök hücre araştırmalarıyla ya da bir bütün olarak GENOM projesi ile insanoğlunun da, yani bir tür olarak Homo Sapiens’in de, yakın bir gelecekte genetik değişime uğrayacağını biliyoruz. Bu değişim sadece biyolojik bazda değil fiziksel bazda da gelişmeye devam ediyor. Yani çeşitli “dışsal” protezler eskisine kıyasla daha efektif biçimde insan vücudunda kullanılmaya başladı.İşte bu noktadan sormaya çalışıyorum soruyu bir kere daha. Gelecekteki biz nasıl bir “biz” olacak. Geleceğin bize ihtiyacı olacak mı? Saygılarımla…
Bahsi geçen çoğu sey bence olabilrliği fazla şeyler. Çünki insan zamanın akışında meydana gelen olaylara baktğında aklının alamayacağı çoğu seyle karşılaşıyo.Bunun en iyi örneklerini eminim ki bugüne kadar aldıgınız tarih derslerinde görmüşsünüzdür.
Bahsi geçen çoğu sey bence olabilrliği fazla şeyler. Çünki insan zamanın akışında meydana gelen olaylara baktğında aklının alamayacağı çoğu seyle karşılaşıyo.Bunun en iyi örneklerini eminim ki bugüne kadar aldıgınız tarih derslerinde rastlamışsınızdır. Ama kendimi biraz daha gerçek ve günümüzdeki sorunlara dalmış bi şeilde göüyorum yani bu konu bana biraz fantastik geldi.Eminim insanlar günü gelince bir yolunu bulup bütün zorluklardan kurtulurlar ama işleri çok zor olucak.Tanrı nın düşünme gücü olmayan dinozorlar için bile koca bir meteor gönderdiğini düsünürsek…
Tartışmanın ateşli felsefi tarafına değilde teknoloji tarafına bi kaç kelam edeyim bende. Yapay zeka diyince herkesin aklına çipler, bilgisayarlar geliyor ama genetiğinde işin içine girme ihtimali pek düşünülmüyor. Ben yapay zeka meselesinin buradan daha kolay bir şekilde çözüleceğini düşünüyorum. Yani insan kendisinden türeteceği çeşitli canlılarla bu işe soyunabilir. Yani Frankenstein bir metafor olmaktan çıkıp DNA boyutunda da olsa kesilip biçilip birleştirilmiş insan DNA’ları olarak yakın gelecekte karşımıza dikilebilir.Çip deniyor ama 50 yıl sonra çip ya da elektronik kullanacağımızı bile sanmıyorum. Biyo işlemciler üzerine çalışmalar var. Bu çalışmalar olgunlaştırıldığında çok daha yetenekli biyomakineler olacak. Bunlar ortaya çıktığında insanla yarattıkları arasındaki ilişkiler çok daha ilginç bir hal alacaktır