Diğer yandan, Maximilian’ın eşi Elenora’nın mahkemeye gelmeyişi Anderson’ın gözünden kaçmamıştı. Burnuna pis kokular geliyordu. Maximilian’ın mahkeme salonundan alelacele çıkıp yargıcın odasına doğru gittiğini görünce derhal asistanı Rose’u aradı. Çok geçmeden Maximilian’ın ev adresi elindeydi. DeSoto’su ile hızla 82 Batı Yolu üzerinden adrese doğru giderken, “Pis iş” diye düşündü. Gözünün ucuyla yolcu koltuğunda duran evrak çantasına baktı. Nasıl bir olaya bulaşmış olduğunun farkındaydı. Çok dikkatli hareket etmeliydi. Nereye basacağını ve nerede hareketsiz durması gerektiğini bilirse, bu bataklıktan çıkabilirdi. Twin Park Caddesi’ndeki adrese geldiğinde karşısında verandası, kavisli çatı pencereleri ve lambrili ön kapısı ile iki katlı tipik Amerikan tarzı bir ev duruyordu. Kapıyı 30’lu yaşlarının sonunda, zarif bir siyahi kadın açtı.- Bayan Dolavare?- Benim, buyrun?- Ben Avukat Anderson J. Karabıyık. Sizinle eşiniz hakkında konuşmak istiyorum..Elenora kısa bir tereddütten sonra misafirini içeri aldı. Televizyondan Jimmy Neutron’ın sesi duyuluyordu. Elenora çay koymak için mutfağa gittiğinde, Anderson ön taraftaki camdan dışarıya baktı. Etraf sakin görünüyordu, şüphe uyandıracak birşey yoktu. Çaylarını içerlerken yaşanan son olaylardan, davadan ve nihayet Maximilian’ın kendisinden bahsettiler. Elenora oldukça tutuktu, bitkin görünüyordu. Anderson işine yarayabilecek birşey öğrenebilmek için yılların getirdiği tecrübe ile tüm içtenliğini takındı:- Elenora.. Aslında bakarsanız durum bildiğinizden ve tahmin edebileceğinizden çok daha ciddi. Eşiniz pek çok başarıya imza atmış, son derece saygın bir komutan. Ben kendisini bu dava esnasında tanıdım, ancak hakkında duyduklarım ile tanıdığım adam birbirinden çok farklı.Elenora bir iç çekişten sonra kelebek gözlüklerini çıkartıp Anderson’a döndü:- Oh, Bay Karabıyık.. Siz ikiniz aslında hiç tanışmadınız..- Ne demek istiyorsunuz?- Demek istediğim.. Kocam.. Eskisi gibi değil.. Onu tanıyamıyorum artık..Anderson cebinden çıkardığı mendili uzatırken, Elenora gözyaşlarına boğulmuştu.- Çok kabalaştı. Dün gece en sevdiği yemek olan Hünkar Beğendi yapmıştım. Bana bu yemekten nefret ettiğini söyledi, dokunmadı bile. Zaten sofraya oturduğunda yine sağ gözü seyirmeye başlamıştı. Son zamanlarda gerildiğinde olan birşey bu ve ona bir doktora en azından bir göz doktoruna görünmesini söylediğimde, sol gözü de seyirmeye başladı. Masadakileri itip yere devirdi ve odasına gidip Browning’ini silmeye başladı..- Bayan Dolavare, bunu bir yetkiliye bildirmeniz gerekebilir..- Hayır, olmaz. Bakın Bay Karabıyık, kocam çok zor bir dönemden geçiyor. Herşey düzelecek, henüz bir yardım almak için çok erken. Bunu dün sabah buraya gelen Ajan John’a da söyledim. O da benimle aynı fikirde.Anderson’ın göğsü sıkıştı. Sezgileri tam kulağına Elenora’nın hayatının tehlikede olduğunu fısıldarken, sesi hafif kısılmış televizyonda verilen son dakika haberleri dikkatini dağıttı. Bugün saat 11 sularında Askeri Mahkeme’den ayrılıp Ma-Mac Cezaevi’ne doğru gitmekte olan ve sanık Gregory Sanders’ı taşıyan Cezaevi aracı, Eddings Kavşağı’nda saldırıya uğramıştı. Gregory Sanders kaçırılmış, aracın şoförü dahil 4 polis olay yerinde can vermişti. Polislerden biri ölmeden önce; siyah bir Bentley’in yollarını kestiğini, ağır silahlı 3 kişinin arabadan inip ateş açtıklarını söylemişti. Ekipler olay yerinde bir de not bulmuşlardı. Notta; Cream Brulee yazıyordu..Sonradan çevre binaların güvenlik kameralarından izlenilen görüntülerde siyah Bentley’i diğerlerinden ayıracak bir özellik fark edildi. Arabanın arkasında Verdana ile yazılmış “Doğuştan VIP” yapışkanı vardı.

Gregory kaçırılmış, 4 polis ölmüştü. Ortada cevaplanması gereken sorular vardı ve en önemli kaynak zırhlı bir araç içerisinden yarım saat içinde kaçırılmıştı.Elenora tüm bunlara neden olan şeyin 5 ay önce başlayan şiddetli baş ağrıları olduğunu bilmeden sessizce televizyona bakıp Anderson’ın nasıl da heyecanlı olduğunu düşündü. Gittiği nörolog ondan MR istemiş ancak hastane MR için 6 ay sonrasına gün vermişti. Maximillian Elenora için o kadar üzülüyordu ki üssün doktorlarından bir randevu aldı. Uzun süredir bu fırsatı bekleyen Albay Andreas Blinkman duyumu alır almaz gerekli talimatları vererek MR raporunun değiştirilmesini istedi. Küçük bir fırsat bekliyordu ancak o fırsatın ayağına kadar hem de bu kadar çabuk gelmesine o bile şaşırmıştı. Maximillian Lihtenştayn’daki merkeze gidip kendilerine mükemmel suikastçiyi yaratmayı sağlayacak ilacın yapımında kullanılacak izotop sahasına rahatlıkla girip çıkan az sayıdaki yetkiliden biriydi. Bu ilaç sayesinde ordunun seçme suikastçilerinin hafızaları tamamen silinip oluşturulacak yeni hafızalar ile yakalandıklarında konuşmaları imkansız hale gelecekti. Hiçbir konuşturma yöntemi bu duvarı aşamazdı. Ordu için dilediğini dilediği zaman öldürerek A.B.D. için üstün hizmet sağlamak için yepyeni bir alan açılmış olacaktı.Radyolog Penny Perkins aslında hiçbir sorun olmayan beyin görüntüleri için çok ciddi bir operasyonu ivedilikle gerektiren bir beyin tümörü mevcuttur şeklinde bir rapor yazdı. Maximillian’ın dünyası başına yıkılmıştı. Albay o noktada devreye girip Maximillian’a başarı garantisi vererek ameliyatın yapılmasını sağlayabileceğini ancak karşılığında proje için gerekli izotopların üsden çıkarılması için onlar adına çalışmasını önerdi. Maximillian hayatı boyunca onurlu bir asker olarak ülkesine hizmet etmişti ve bu teklif karşısında hayatına mal olacak şekilde şoke olup kesinlikle hayır yanıtını verdi. Kime ya da neye güveneceğini bilmiyordu ve çok sevdiği dostu Gregory’den Wisconsin Tıp Fakültesi’nde beyin cerrahı olarak görev yapan kardeşine test sonuçlarını gösterip göstermeyeceğini sordu. Gregory kardeşiyle konuşup Maximillian’dan sadece raporları değil MR görüntülerini de istedi. Maximillian tıbbi kayıtların bulunduğu arşive inip dosyayı çaldı.Gaz saldırısının yapıldığı gün ikisi arabada oturmuş bu konu üzerinde konuşuyorlardı. Test sonuçları gelmiş ve Elenora’nın tüm tetkilerinin gayet normal olduğu ancak migren testi sonuçlarının pozitif olduğu bildirilmişti.
Maximillian Albay ile olan konuşmayı hiç açmamış ancak ciddi bir şekilde panik olmuştu. Sonraki günlerde konunun açılmaması Gregory’yi şaşırtmış ama Maximillian’ın işine burnunu sokmak istememişti. Her iki dosyada Gregory’de idi ve onun öldürülmesini engelleyen de bu tesadüfi ve dostça yardım olmuştu. Albay Blinkman o dosyaların gün ışığına çıkmasına asla izin veremezdi.Anderson Gregory’nin ona anlattıklarıyla televizyonda gördüklerini saliseler içinde zihninde birleştirdi ve Elenoraya en kısa zamanda tekrar geleceğini söyleyerek hışımla kapıya yöneldi.“Bay Karabıyık çantanız..” diye seslendi Elenora. Anderson hızla arkasını dönünce Elenora ile burun buruna geldiler.“Elenora, en kısa sürede yine geleceğim ve işte..kartımı al..arkasında özel numaram da yazılı. Benden başka kimseyle konuşmanı istemiyorum ve eğer kendini tehlikede hissedersen..”“Bay Karabıyık, ne tehl..”“Elenora, kendini tehlikede hissedersen hemen beni arayacaksın. Ya da polisi..Anladın mı?”“Anladım ama..”“Şimdi gitmeliyim..Arkamdan kapıyı kilitle ve evin içinde mümkün olduğunca az dolaş.” Dedi ve arabasına yöneldi. Çok dikkatli hareket etmeliydi. Şu an izleniyor olabilirdi ve bu iyi değildi. Elenora ile görüştükleri bu işin arkasındakilerin kulağına muhakkak gidecekti. Dikiz aynasından caddeyi kontrol etti ama herhangi şüpheli bir arabaya rastlayamadı. Bir türlü kontağı çevirip gidemiyordu. Arabanın içi sıcacık olmuştu ama Anderson iliklerine kadar ürperdiğini hissetti. Elleriyle saçlarını karıştırdı ve biraz düşündükten sonra Jenny’nin numarasını çevirdi.Kahretsin!! Kapalı..Sabit durması iyi değildi, hemen kontağı çevirip gazı kökledi.. Nereye gittiğini bilmiyordu ama hareket halinde olmasının iyi olacağını hissediyordu. Gregory ile konuşmalarını, her ayrıntısını hatırlamaya zorladı kendini. Bir kelime, bir ima, kaçırdığı herhangi bir işaret?? Belgelerin bir kopyası kendisindeydi ama Gregory asıllarını nerede sakladığını söylememişti. Peki tam olarak ne demişti?“Eğer askersen ve her gün kendine ben ne oldum sorusunu ispatlamaya çalışıyorsan, her şeyi mükemmel şekilde hesaplamalısın. Aldığın cevaplar tatmin edici olmalı.. Eğer olmazsa işte o zaman sadece öldürürsün. Arkanı dönüp de bakmazsın. Ölecek miyim bilmiyorum.. Ama o belgelere asla ulaşamayacaklar.. Belgeler çok güvenli bir yerde Anderson. Bir şiirde saklı.”“Ne şiiri?”“Gün bitti. Ağaçta neş’e söndü.Yaprak âteş oldu. Kuş da yâkut.Yaprakla kuşun parıltısındanHavzın suyu erguvâna döndü.”
Gregory her türlü işkence yöntemlerine karşı sıkı eğitim almıştı, kimse ona istemediği bir şey söyletemezdi ama bu sefer farklı diye düşündü Anderson. Bu adamlar 18. yy’dan kalma metodlar kullanmıyorlardı. Ellerinde ağır kimyasallar vardı ve bunları insanlar üzerinde denemekten hiç çekinmiyorlardı.Asıllar neredeyse Gregory de oradaydı ve anahtar şiirdeydi. Ne yazık ki Anderson pek zamanının kalmadığını hissediyordu.“Hadi Jenny, aç şu telefonu lanet olası kadın!!” diye bağırarak direksiyonu yumrukladı.Dördüncü çalışta Jenny telaşlı bir sesle telefonu açtı;“Alo?”“Jenny, hangi cehennemdesin? 2 saattir sana ulaşmaya çalışıyorum.”“Ee, evet..Ne vardı?”“Ne mi vardı? Sana ne olduğunu söyleyeyim..”“Söyleme. Beeence sen bennni unut Anderson. Seninle hhhoş bir gece geçirdik ve hepppsi bu. Daha fazlasını istttediğimi de nereden çıkardın? Beni arayıp rahatsız etmekten vazgeçmezsen seni polllise şikayet ederim, ddduydun mu?”“Sen..neden..bahsed..” cümlesini tamamlamadan olayı anladı Anderson. Telefonlar dinleniyordu ya da Jenny yalnız değildi. Ama verdiği mesajı çok açık almıştı. Üzerine bastığım harfleri sayıya çevir karşına bir numara çıkacak. Zordaysam orayı ara.”“Pekala, yalnız şunu söylememe izin ver, ağzını şapırdatttıyorsun” dedi ve telefonu kapadı.Jenny mesajı aldığını biliyordu artık. Arabayı sağa çekti ve hesap etmeye başladı. E, n, h, p, t, l ve d. 5-15-8-17-20-4 Evet..(515) 817 204; numara buydu. Hemen numarayı çevirdi.“Alo?”“Anderson sen misin?”“Kimsiniz?”“Bay Karabıyık siz misiniz?”“Evet”“10 dakika içinde Svenson Caddesinin köşesindeki süpermarkete gidin. İçecek reyonuna ilerleyin ve bekleyin.”Telefon kapanmıştı.

13 dakika sonra Anderson ve adının Küçük Joe olduğunu söyleyen ufak tefek adam 86 model bir Buick içinde ilerliyorlardı. Adam lise öğrencisine benziyordu ve ağzının kenarında bir kürdan çevirip duruyordu.- Oak strett 17 numara dedi Anderson.- Emir alındı adamım dedi Küçük Joe.Anderson’a dönüp bir sansara benzeyen suratını ve belli ki küçük yaşta tetrasiklin kullanımından çürümüş dişlerini ortaya çıkaracak şekilde sırıttı;- Jenny bugün burada eğleneceğimizi söyledi adamım. O kara kıçlı koca hatuna dikkat et dostum sıkı hatundur ha!Anderson ne tür bir işin içindeyim deyip bağırdı;- İşte geldik! Beni koru.Arabadan fırladı ve bir tazı gibi peşinden koşan Küçük Joe’yu unutarak içinde giderek büyüyen bir sıkıntı ve geç kalmışlık hissi ile son şansına doğru ilerledi. Gregory içeri alındığında Jenny Gregory’nin odasındaki tek özel eşya diyerek bir fotoğraf getirmişti. Anderson müvekkillerinin sadece sözüne güvenmemesi gerektiğini çoktan öğrenmişti. Fotoğrafta Gregory henüz genç bir adamdı. Jenn’nin dediğine göre büyüdüğü evin bahçesindeki çok sevdiği ağaç evde çekilmişti resim. Gün batmak üzereydi ve arkada üzerine bol bol yaprak dökülmüş havuzun suyunun rengi dönmüştü. Greg ayaklarını bir dala takmış baş aşağı sarkıyor ve sırıtıyordu.“Gün bitti. Ağaçta neş’e söndü.Yaprak âteş oldu. Kuş da yâkut.Yaprakla kuşun parıltısındanHavzın suyu erguvâna döndü.”
Anderson ip merdiveni tırmanıp içeriye göz attığında çökmüştü. Dosya yoktu. Her yer dağılmıştı. Odanın ortasına eprimiş bir kaşmir hırka atılmıştı. Anderson kusmuğunu zor tuttu. Kanlı bir dil ve bir not vardı;

Cream brulee! Jenny’e veda et.Gregory cehennemden bildiriyor…