Bu hikaye çok acıklı. Kendine ve aklına, mantığına güveni tam olan bir gencin (bendeniz) güveninin nasıl sıfıra indiğini gördüğü, pişmanlık duygusunun ne kadar ağır olabileceğini keşfettiği, hayatta en berbat şeyin pişmanlık ve zamanı geri döndürememek olduğunu idrak ettiği komik ve utanç verici bir hikaye. Günlükçülerle paylaşmak istedim.Hikayemiz üyesi olduğum meslek odasının düzenlediği bi kursta başlıyor. O sırada üniversitede öğrenciyim, yaz tatili… İlk ders günü gittim sınıfa, ders çoktan başlamış, girdim içeri, en arka bilgisayarda bir kişilik yer var, iki kişiye bir bilgisayar. Gittim oturdum, aa ne şans, sınıfın en güzel kızının yanına denk geldim. Derken tanıştık. Ben bir şeyler yaparken öyle aptal aptal bakıyordu ekrana, çok şirindi. Hoşlanmama rağmen neredeyse bir ay boyunca bir şey söylemedim. Başka bir şehirde üniversitede okuyordu, arkadaşı vardır diye düşünmüştüm. E düşündün, ama emin olabilir misin? Hadi arkadaşı var, açık konuşarak kaybedeceğin bir şey var mı? Neden pasif kaldığımı şu anda anlayamıyorum. Kurs süresince resim çizme yeteneğim olduğunu fark etti. Ondan bir fotoğraf istedim, isterse portresini çizebileceğimi söyledim. Bunu aslında ondan çok ben istiyordum tabi. Fotoğraf getirdi, ben de çizdim, bir kopyasını verdim. Son ders gününden önceki akşam aradım telefonla. O gün neden gelmediğini sordum. Yarın gelmesini söyledim. “Son kez görüşsek iyi olmaz mı” gibisinden saçmaladım. Kim bilir, ertesi gün gelse, belki patlatacağım müjdeyi. Şimdi düşünüyorum, o anda arkadaşı da yokmuş, yaz bitene kadar orada, ailesinin yanında kalacak, ben de oradayım yaz bitene kadar, daha görüşürdük her halde… Yanımdaki sandalye boşken dersi hiç dinlemedim, kimseyle konuşmadım. Ciddi ciddi beni heyecanlandırmıştı çünkü, nefret ettiğim halde her kurs günü sinekkaydı tıraş oluyor, en iyi giysilerimi giyiyordum. Hatta okuduğum şehirde beni bekleyen kız arkadaşımı bir çırpıda gözden çıkarmıştım. Bu onunla kıyaslanmazdı, daha olgun, daha uzun boylu, daha akıllıydı.Görüşmedik, ben döndüm, kız arkadaşımla beraber olmaya devam ettim, ama eskimiş, yıpranmış bir otomobil gibi görünüyordu gözüme. Başka birine hayrandım. Arkadaşıma zaten hayran değildim, sadece hoşlanıyorum. Aklıma takıldı kaldı, üzüldüm. Çok hayal kurdum. Allah’la konuşuyordum hep, gösterip hemen aldın onu, gördüğüm en harika kızdı, görmesem, tanımasam olmaz mıydı diye söyleniyordum.Üniversitenin son senesinde arkadaşımla aramız iyice limoni olmuştu. İtiraf etmediğimiz halde birbirimizi gözden çıkarmıştık sanırım. Ama o üstüne basa basa beni sevdiğini söylüyordu. Yazın diplomamı almak için habersizce o şehre gittiğimde bunu başkasıyla yakaladım. Elimdeki telefonda daha önceki akşam attığı sevgi mesajları duruyordu. Söylenecek fazla bir şey yok…Derken ertesi yılın dönem arasında tekrar o şehre, bu kez yüksek lisans için gittim. Mülakat günü anfide yalnız oturmuş bekliyordum, etraftakilere bakınıyordum. Ne, bu o mu, galiba o, yüzünü dönmesiyle seslenmem bir oldu. Adını, soyadını 1.5 yılda unutmam mümkün değil. Yanıma gülerek yaklaşırken benim adımı hatırlamaz diye korktum, ama hatırladı. Sevindi o da beni gördüğüne, konuştuk. Sınavı ikimiz de geçtik, aynı bölümde yüksek lisansa başladık. Ben bu arada kardeşimde kalıyor iş arıyordum. Ders günleri çoğunlukla görüştük. Çok vakit geçirdik beraber, samimiyeti ilerlettik. Bu arada ben yine iyi giyiniyor, tıraş oluyor, Allah’a da şükrediyor ve özür diliyordum sitem ettiğim için. Hakikaten beni sıkı deniyormuş, onu tekrar karşıma çıkararak. En çok da ders öncesi ve sonrası koridorda, kafeteryada oturup uzun uzun muhabbet edişimiz hoşuma gidiyordu. Bir keresinde hiç yapmayacağım şeyi yapmış, yağmurda meydana, otobüs duraklarına kadar yürümüştüm onunla birlikte. Halbuki beni otobüsüm hemen fakültenin önünden geçiyordu, ama o varken hiç oradan binmemiştim! Uzun, düz, siyah, kınalı saçları ıslanınca muhteşem görünüyordu. Unutmam o halini. Daha sonraları araba sahibi olunca çok sevdiğim arabamla ilgili en güzel hayalim de onunla birlikte gezmek olmuştur hep. Öyle bir şey olmadı, asla olmayacak, bu kadar sürede sadece bir iki kere yemeğe gittik iki kere de onu evine bıraktım, hepsi bu. Zamanımın çoğunda hayal kuruyorum, yalnız değilken bile. Ne kötü, hayalimdeki mükemmel görüntü hep müstakil evimin önünde duran o hayalimdeki nefis araba ve içinde oturan sevgilim olmuştur.Çok şey konuştuk, arkadaşımdan nasıl ayrıldığımı anlattım. O da eski arkadaşlarını anlattı, arkadaşı olmadığı kuvvetle muhtemeldi. Ama eşeklik, salaklık, bütün ürkütücülüğü ve haşmetiyle beynimin üzerine çöreklenmişti bir kere, neredeyse sekiz, on ayı çıkma teklifi etsem mi etmesem mi diye geçirdim. Açıklanamaz bir aptallık! Neyi bekliyorsun, neden çekiniyorsun be adam? Dostluğunu kaybetme korkusu mu bu? Çok saçma… Tanrın senden öylece beklemeni mi istiyor ki onu tekrar yoluna çıkardı? İnanamıyorum bunu nasıl yaptığıma, artık rüyama girmeye başlamıştı, en küçük bir yakınlık ona aşık olmamla sonuçlanabilirdi. Ama zaman geçti, ve ben onu arayan kişiyle konuşmalarına kulak kabartmış, o samimiyeti sezmiştim. Korktuğum şey miydi bu? Defalarca daha dikkatli dinlemeye çalıştım. Telefonunu kurcalayıp numarayı öğrenmek için fırsat kolladım. Konuştuğu zaman benden hafifçe uzaklaşması dikkatimden kaçmıyordu. İki ay sonra akşam yemeği ısmarlıyordum, konuyu bir şekilde getirdim, sordum. O saniye belki kendimi en rezil, işe yaramaz, geri zekalı hissettiğim andır. Üniversitedeki bir arkadaşı ile “üç aydır filan çıktıklarını” söyledi. Kafamdan aşağı şehrin bütün kanalizasyonu boşaldı. Ter bastı, belli etmedim. Hemen oracıkta ölüvermek istedim. Bile bile ladesi bu kadar kararlı, planlı ve düşünerek gerçekleştiren biri daha olmamıştır. O akşam evi kırıp döktüm. Çok uzun ağladığımı hatırlıyorum. Depresyonumun kötüleşmesinin sebebi bu durumdu. Çok kötü olmuştum o zamanlar. İnsanları acı içinde seyrediyordum. Hep melankoli halindeydim. Ama ümidimi nasıl olduysa kaybetmemiştim. Arkadaşlık etmeye devam ettim. İkimiz de işe başladık. İlerleyen zamanda arada bir İstanbul’a gidip arkadaşıyla görüşüyordu. Samimiyeti ilerlettiler.Bir akşam telefonunu bende unuttu, bütün menüleri karıştırdım, mesajlar sandığımdan da sıcak ve samimiydi. Ertesi sabah sordu bana mesajları okuyup okumadığımı. Tabi ki okuduğumu söyledim. Böyle şeyleri gizlemiyordum. Dalga geçiyordum bunun arkadaşıyla. Çünkü adam anormal derecede kıskanç birisiydi. Bir keresinde birlikteyken telefonu ben açtığım için deli olmuş, soru yağmuruna tutmuş kızı. Çok fazla vakit geçirmemiz onu huzursuz ediyordu, bu belliydi, kız bu gerçeği reddetse de. Beni bir dost olarak sevdiğini inkar etmedi hiç. Kötü bir şey olunca merak edip soruyordu, uzun süre aramadığım zaman sitem ediyordu. Bir gün babası gizli gizli sigara içtiğini görmüş, evden kovmuş. Sabahın sekiz buçuğunda işyerinde telefon çaldı, ağlayan bir ses… Onun ağlayan sesi beni farkında olmadan heyecanlandırdı. Yani kaybetmeye tahammül edemeyeceğim üç şeyi sorsalar ailemden sonra onu sayardım herhalde. Hemen gittim onun işyerine; ben buradayım, evim de orada, ihtiyacın olursa çekinme, dedim. Tavsiyeler verdim, şöyle yaparsan senden özür dilerler, şeklinde. Daha sonra anlaşıldı ki o gün benden öyle bir davranış beklemiyormuş, çok hoşuna gitmiş, minnet duymuş.Sonra askere gitti bu herif. Ama ne şans, acemi birliği çok yakındı, her hafta görüşüyorlardı. Hatta bir keresinde çok uzaktaki usta birliğinde de onu ziyaret etmişti. Ben bir yıl ayrı kalmalarının olumsuzluk yaratacağını aptalca umuyordum ki, bunlar evlenmeyi düşünüyorlarmış… En hırsla ve ısrarla istediğim şey ölümdü. Zaten yatkındım böyle ruh haline, içine kapanık, kendini doğru ifade edemeyen, sosyallikte başarısız, karamsar kişilik işte…Ayrı kalmak bağlılığı güçlendirir çoğu kez bu örnekte olduğu gibi. Dönünce evlilik planları yaptılar, bir- bir buçuk sene sonra evlendiler. Nikah tarihi belli oldu. O sırada ben son uzmanlık – müfettişlik sınavlarına giriyor, son olduğunu tahmin ettiğim şanslarımı kullanıyordum. Çok beklediğim, kazanma olasılığımın da çok yüksek olduğu iyi bir kurumun sınavından da eli boş dönünce artık iyi giden bir şeyin olmadığını düşündüm, askere gitmeye karar verdim. Başvuru yapmam için bir haftam vardı. İki hafta sonra da teslim olacaktım. Biraz düşündüm, bir sonraki dönem ile önümdeki dönem arasında kararsız kaldım. Belki biraz komik ama, iki ay sonraki nikaha gitmemek için o dönemde teslim olmaya karar verdim. Orada, nikahta yada düğünde nasıl hissederim, tebrik ederken eline dokunmayı kaldırabilir miyim, ağlaya ağlaya kaçar mıyım, yoksa bayılır mıyım, gözümde canlandıramıyordum. Ama “izin alıp nikahıma gelir misin” diye bana sorduğuna inanamıyorum. Nasıl yani? Benim hiç bir çekincem olmadığını varsaysak bile normal şartlar altında askerde izin alıp senin nikahına gelmemi gerektirecek kadar yakın dost muyuz? Bunun cevabını bilmiyorum. Sanırım değiliz. Çünkü uzunca bir süredir, yani adam askerden döndüğünden beri çok nadir görüşüyoruz. Telefonla bile sadece aklına gelince beni arıyor, o da hal hatır sormaya. Sosyallik yok.Bugün o beş aylık evli, ben hala yalnızım. Bir kızla çıkmaya başlasam sanırım bilincimin bir köşesinde o kalacak. İstemeden de olsa bu yeni arkadaşı sürekli onunla kıyaslayacakmışım gibi geliyor.Beraber olduğumuz zamanlar bana hep soruyordu, şu hoşlandığın kız ne oldu diye. Çünkü öyle bir kız yoktu, kendisiydi o. Bunu ona söylemek aklıma gelmedi değil, ama bu her şeyi mahvederdi. Duygularımı bile bile benimle görüşmeye devam edemezdi. Zaten ben de devam edemezdim diye tahmin ediyorum. Hiç mi belli etmedim, bu soruya kesin hayır cevabı veremiyorum, anlamış olabilir. Ama kimi zaman hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi sorular soruyordu. Bir arkadaşım “kesinlikle biliyor, bunu kafana koy, bakışlarından bile anlar” demişti. Muamma. Biliyorsa bunu neden belli etmiyor? Hayran olduğumu söylediğim X’le hep tanıştırılmak istiyordu. O işin bittiğini, X’in erkek arkadaşı olduğunu söylüyorum sürekli.Onun için “Yarı Tanrıça” diyorum, bilmiyorum günah işliyor muyum, ama abarttığımı biliyorum. Kesinlikle eşsiz biri değil, kişilik olarak da, güzellik olarak da… Ama kendime bu kadar yakın hissettiğim, bu kadar beni çeken birine daha rastlamam olanaksız. Hayatımdaki her şeyi yavaş yavaş mahvettiğim gibi Tanrının bu koca lütufunu da teptim. Ne desem boş, benim tedavim ölmek sanırım…16:19 10.02.2004