bildirgec.org

kendinde değil hakkında tüm yazılar

GECEDE KOŞTURAN BİR KAÇIK

| 11 December 2007 01:45

garip bir gün, kulağımda Buddha Bar’ ın arap tarzına göre yeniden düzenlemiş olduğu bir mozart senfonisi, ankaranın yağmurlu günlerinden biri. gecenin bilmem kaçı yazmak istememe rağmen insanı çıldırtan bir kafayı toparlayamama. sanki kelimeler kayıp ve de ziyanda.
bir sevgili hikayesi dinlemiş gibi üzülerek bakıyorum camdan dışarıya. her şey kendi halinde ve kimsesiz gibi duruyor gecenin içinde. bir yerlere gitmek isterde gidemezmiş gibi elleri ayakları bağlı köleler gibi ağaçlar, sokakalar rıhtıma bağlanmış gemiler gibi… saat gecenin bilmem kaçı ama çekiyor beni sokaklar.
çekiyorum paltoyu sırtıma geceye doğru yol almaya hazırlanıyorum. önce müziği kapatmak gerekti ama böyle yapmadım inadına açtım sesini ertesi gün komşunun şikayete geleceğini bile bile. mozart darbuka tınılarında biraz daha yankılanmaya başladı evimin duvarlarında. saat gecenin bilmem kaçı, gürültüyle kapadım dış kapıyı yıkarcasına, ve eminim bunuda eklemeyi unutmayacaktır komşu, yüksek sesten şikayetçi olurken.
merdivenleri koşarak indim, demirkapıdan dışarı çıktığım dakikada soğuk hava ciğerlerime doldu ve o an koşmak istedim. gece karanlık ve sokaklar kimsesiz, “benimsiniz” deyi verdim fısıltıyla, sanki sevgilinin kulağına eğilip fısıldar gibi. deli gibi koşuyordum sokalarda. yönü ben tayin etmiyordum, bakıyordum bir sokak bitti bir diğerine. sonunda ciğerlerimin ihanetiyle olduğum yerde kalakaldım. bir yandan zorlada olsa nefes alıp vermeye çalışırken bir yandan gülüyordum halime, saat gecenin bilmem kaçı, bense bir kaçık sokak sokak koşturuyorum. ve ciddi anlamda aklımdan zorum var bu bir gerçek. yarın erkenden gitmem gereken bir iş var ve ben burda bir sokak arasında koşmaktan tıkanmış bir şekilde nefes almaya çalışıyorum. uffff
şu kaçık olma durumu, cidden yorucu….

KAYBOLMANIN EN GÜZELİ

| 11 December 2007 00:56

Namlusundan fırlamış kurşun gibiydi. Ama nafile her zamanki gibi çelişkiden başka bir şey yoktu ruhunun sınırlarında; ne geçmişin götürdükleri ne geleceğin getirdikleri. Geçmiş ve gelecek bir birinden apayrı gibi duran lakin birbiriyle iç içe olan iki varlık. Hiç biri şu durumda onun umurunda bile değildi. Zaman kavramını yitirmiş bir insandı o. Ki daha farklı olması da mümkün değildi. “Yazık bana” dedi kendi kendine. Gecenin koyup giden aydınlığında kayboldu bakışları. Her şeyi nasılda muammalar içinde teslim olmuştu, nasılda zavallı kalmıştı kendisinin terk etmişliğinde. Ve şimdi her şey gibi kendisini de terk etmek istiyordu, ve kaybolmak kimselerin bulamayacağı bir yalnızlık içinde. Nerede, nasıl, ne için kaybolmalıydı. Bilmiyordu. Bilmek istemiyordu hayatında ilk defa korku bu kadar işlemişti yüreğine. Bilmesi hiç mümkün değilmiş gibi geliyordu ona her zaman. Bilse dahi bir işe yaramaz. “Zavallının tekiyim ve bu durum sadece benim nedenim. Kendimden nefret ediyorum her şeyden sonra kendimden nefret ediyorum” yumruklarını o kadar çok sıkmıştı ki tırnakları avucunu parçalamıştı.Hırsla soluk alıp verdi. Eskiden sinirini bozan bir şey aklına gelmişti. Aklına gelen sinir bozucu düşünce hayatındaki yaşadığı diğer şeylerden farksız değildi. Yumruklarını gevşetti.. Boşlukta öylece koşmaya başladı. Rüzgarla yarışıyordu adeta. Kaldırım ıslak, yolla beraber uzanan karanlık hiç bitmeyecek gibiydi. Karanlığın bağrına doğru koşmaya başladı.
Hızla koşarken bir an durdu. Adeta frenlenmiş gibiydi. “Neden. Neden her şey benim başıma geldi ki” dedi. “Bu kadar kötü ne yapmış olabilirim ki.”Yere diz çöküp gözlerini kapadı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Gece karanlık, geçmiş karanlık, düşünceler hepsinden daha karanlıktı. Bir ışık o karanlığa tükenmez bir ışık lazımdı. Kim ne zaman nasıl ulaşabilirdi şu an ona. Kim ne zaman nasıl yardım edebilirdi şu an ona. Her yerde olabilen, her şeye hükmü geçen olmalıydı. Arınmalıydı bu karanlıkta. Nasıl olmalıydı bu nasıl olacaktı.
Sonra beyninde yankılanan bir ses. Bu annesıydi “Dua Allah’ la konuşulan andır. İste ondan isteyebildiğin kadar. Dertliysen derdini anlat, sıkıntıdaysan ferahlık dile, hastaysan şifa daha neler neler. Yeter ki onun huzurundan dile bir güzellik. Geri çevrilmez onun kapısında hiçbir istek. Bir şekilde isteğin yerine getirilir. Dua et. Nasıl ki su ağaca hayat verirse duada insana hayat verir. Dua et.”
O zamanlar küçüktü. Bir kış günü gece babasının dönüşünü beklerken annesi öğütlemişti bunu.
Dua etmeliydi. İçindeki karanlığından ancak o zaman arınabilirdi. Ancak o zaman geçmişini aydınlatabilirdi. Bir yerlere gitmeliyim diye düşündü önce dua etmek için. Lakin yaratıcı her yerdeydi. Her hangi bir mabedin duvarları arasında sıkışıp kalmış değildi. Ya da sesini duyurması için her hangi bir mabede gitmesi gereksizdi. “Şimdi, buradayken, karanlıktan aydınlığa yol almak için O’ nda kaybolmalıyım” dedi.
Olduğu yerde ellerini gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzüne ilk defa görüyormuşçasına baktı.. Ay bütün çıplaklığıyla salınıyordu. Yıldızlar alabildiğine parlak ve aya yoldaştı. Şu an öncekinden daha fazla ağlıyordu ve bu sefer rahatlatıyordu ağlamak onu. Özgürlüğüne kavuşan köleler gibi. Kelimeler bir bir dudaklarından dökülmeye başladı. Pişmanlık, üzüntü, korku ve de bir şeylere sığınma isteğinin en yoğun olduğu andı, o an. O an yaratıcıda kaybolup kendini bulma anıydı. Fırtınalı bir yüreğin, sessiz gecede huzurunu bulma anıydı.