“13 Eylül 1991’de bir trafik kazasında kaybettik onu. Tribünlerin önünde insanlık dersi veren futbol Sokrates’ini yitirdik. Bize “Beni benimle bırakın. I Love You” diyerek göçtü gitti dünyamızdan. Sessiz sedasız yaşamanın, içerden yaşamanın, sevdayla yaşamanın tadını damağımıza çalarak. Başlanılmış ve tüketilmemiş sevdalar, transfer bezirganları, formasını paraya değiştiren futbolcular, takımı için tribüne ölmeye giden taraftarlar, bir tiran gibi takımı yöneten idareciler… Yüzünüzü güneşe dönün.

Şimdi sessiz sedasız futbolunu oynayan, ama büyük işler yapıp bunu ben yaptım demeyen, tribünlere insanlık dersi veren futbolculara, futbolcusuna her durumda kol kanat geren idarecilere, bir takıma gönü vermenin karşı takıma gönül verenleri de saymak demek olduğunu anlayacak taraftarlara, mahalleden geçerken şıklığıyla bizi böbürlendirecek bir abiye o kadar ihtiyacımız var ki… Sevgili Yüksel Işık, “o bilerek bıraktı bize başının yastıktaki boşluğunu” diyor, yani en güzel yerinde bıraktı maçı. Şimdi “bütün kaçınılmazlığı, güzelliği ve alev alev hüznüyle bir sonbahar çöküyor ömrümüze…”

Eylül dersem hüzün anla / Eylül dersem hüzün anla…”

Yukardaki satırlar, son dönemlerde üst üste çıkardığı futbol kitaplari ile tanınan Hakan Dilek. “İşte Böyle Bir Şey” isimli son kitabından.

Yarın 13 Eylül. Büyük ihtimal, Türk sporsever cemaatinin büyük bölümü, 13 Eylül’ün Metin Oktay’ın Boğaziçi Köprüsü’nde yaptığı kazanın tarihi olduğunu, ertesi günkü gazetelerin yer doldurma haberleri arasındaki “Metin Oktay mezarı başında anıldı.” başlığını görünce hatırlayacaktı.

Metin Oktay’ı zamanımızda düşünebiliyor musunuz? Futbolcu olarak mesela, Metin Oktay sahaya çıkmış, tribünler “Metin Fener’in anasını bilmemne yap!”. Metin Oktay’ı, hani ona küfür eden Fener tribünün önüne gelen, eğilerek onları selamlayan Metin Oktay’ı. Bu olay üzerine bütün stadın alkışını alan Metin Oktay’ın.

Ya da, Telegol’ün dört atlısının yanında, yorumcu Metin Oktay. O görüntüyü kafamda yan yana oluşturamıyorum, oluşturabilene aşk olsun.

Biraz daha futbolun içinde düşünün, futbolcu simsarı olarak, çoğu eski futbolcu gibi. Şu anekdot yeterli mi, kafanızda canlanmaya başlayan görüntüyü yıkmak için.

“… Eskişehirspor’un gol ayağı Fethi’yi sarı kırmızılı renklere kazandırmak için transfer görüşmesine gidiyor kral. Fethi’ye “Seni Galatasaray’a almaya geldik Fethi” dedi. Fethi’nin “Metin abi, ben Eskişehir’e söz verdim. Onlar benden çok şey bekliyor. Aynı durumda sen Galatasaray’ı bırakır mıydın?” sorusu karşısında usulca “bırakmazdım” diyor ve ayrılıyor yanından. Tek kelime etmeden…”

Alemin “profesyonel” olduğu futbol dünyamızda hem Metin Oktay’ı hem de Fethi’yi giderek daha fazla özlemle anıyoruz. Aslında daha iyi anılmalı tabii, ama maalesef ölüm yıldönümlerinde “Soyunma odasında çıkan kavgada kim kime sinkaf etti?” “Bilmemnespor’dan hakeme büyük isyan” haberlerinden yer kalmıyor. Tabii bunlar daha önemli, yoksa şüpheniz mi vardı?

Yarın akşamki Kocaelispor maçında tüm stad tarafından coşkuyla anılacak, Taçsız Kral. Klişe olacak biraz ama olsun, zararı yok. Anılacak ama anlanılacak mı acaba? Emir kipinde fiili livata çağrıları yapılacak mı bu anmanın ardından.

Büyük yıldızların, mega starların dünyasında son lafı Can Kozanoğlu’na bırakmak gerekiyor belki de.

“Kral olamazsın demedim sana,
Taçsız Kral olamazsın dedim.”