Yataktan kalkmak için erken bir zamandı. Kalması için sebep yoktu. Rüyalarını hatırlamıyor, kendine gelmek için en az iki saat geçmesi gerekiyordu. Başka bir durumda olsa, geç sayılabilirdi.Yeni, harika siyah eşofmanlarını giyerken sabırsız davranmasına anlam veremiyordu. Bütün eşofman takımları siyah ve hepsi harikaydı. İçine, eskiden dar, şimdi ise eskiye nazaran genişlemiş omuzlarını açıkta bırakan yeşil tişörtünü giymişti. Natürelliği yakalayabilmeyi umuyordu.Yeşil; ceviz yeşili, cennet yeşil,vernik yeşili, zümrüt yeşili….arasında yürürken onlardan biri olmak istiyordu. Bu yeşillerin, çok ağaçta değil de bir ağaçta çok yeşil olmasına yeniden hayran kalacaktı. ‘Ağaç olmak ne güzel’ diyordu.Gece ve ağaçlı bir yolda, gece ve ağaç bütün halinde ilerliyordu.Yalnızlığın ekşi limon tadını duyumsadı, hafif acımsı tadına alışmıştı. Bu ekşimsi tat, yüreğinin bayatlamış ekmek gibi hissetmesini sağlıyordu. Küf yeşili işte o anda manzaraya katılıyordu.Bir başınalığın huzur huzursuzluk arasında gidip gelen kokusu, su kokusuna benziyordu. Kokuyu alabilmeniz için çok iyi eğittiğiniz burnunuzun olması şarttı. Manzaraya baktığınızda yansıması buradan gözüküyordu.Düşünceler sükuneti bozmamak için çaba gösteriyordu. Ve resmin dinginliği beyninizi kaplıyor oluyordu. Kelebekler geçmiş, kuşlar ötmüş, kediler gezinmiş, karıncalar yemeklerini taşımış.. olmalıydı yürüyüş boyunca. Belki..