Yine mutfak tezgâhının başında gelmişti düşünceler. Eve gireli daha bir saat olmamıştı hâlbuki. Bir cinayetten geliyordu. Bir aşkı katletmişti. Umarsızca öldürmüştü sevdiği kadını şehrin karanlık sokaklarında. Hafif hafif yağan kırmızı yağmurun altında katletmişti onu. Herkes görmüştü ama kimse hiçbir şey dememişti. Kalabalık yalnızlıkların arasından başı dik çıkmıştı. Bağırıyordu ama duyan olmadığından emindi.Eve geldiğinde her zaman yaptığını yaptı. Bir bardağa buz koydu ve yarısına kadar doldurdu. Akşam yemeği yememişti hâlbuki daha. Ama içecekti işte. Her kaybettiği kadının arkasından içtiği gibi. Kilo kaybediyordu ve bunun farkındaydı. Çevresindeki insanlar ona akıl veriyorlardı sürekli. Ama o akıl istemiyordu ki. Herkes depresyona girdiğini ve bu yüzden bunalımlarının olduğunu, sonucunun da kilo kaybı olduğunu söylüyordu.Üniversite de aldığı derslerden zaten biliyordu bunu. Çaresinin de başarı olduğunu. Başarılıydı zaten. Ama çevresindekiler onu sanki kendine zarar verecekmiş gibi kendinden korumaya çalışıyorlardı işte. Hiç umurunda değildi aslında bu. Çevresinin ne düşündüğünü önemsemeyecek kadar yaşamıştı çünkü.İşte yüksekçe açılmış müziğin eşliğinde mutfak tezgâhının başındaydı. Meze niyetine bir şeyler hazırlamayı düşünüyordu. Ama evde sadece meyve niyetine elma kalmıştı işte. Elmanın tamamını yiyemezdi. Başka bir şeyler bulma umuduyla dolapları karıştırdı. Hiç bir şey bulamayınca iyice canı sıkıldı.İçecekti her kaybettiği kadının arkasından içtiği gibi. Tek hamlede elmayı ikiye böldü. Bunu her yapışında canı acıyordu. İstemese de defalarca yapmak zorunda kalmıştı. Bir eliyle elmanın bir parçasını tutuyordu. Diğer yarısı tezgâhın üzerinde kalmıştı.Bu sefer bir fark varmış gibi geldi. Sanki elma biraz değişik gibiydi. Elinde göğüs hizasına kadar kaldırmış olduğu parçaya baktı. Tezgâhın üzerindeki kara kuru şeyden daha çok elmaya benzeyen parçaya. Ne olduğuna anlam veremedi. Daha yeni kesmişti elmayı. Bu kadar kısa zamanda bozulmasına imkân yoktu.Tezgâhın üzerindeki kurumuş parçaya daha dikkatli bakarken, arkasından arkadaşının sesi geldi.“ Niye şaşırmış gibi bakıyorsun. Bana anlamadığını sakın söyleme” Anlamalı mıyım diye düşündü adam.“Anlamalısın tabi. Senin için diğer parçanın bir önemi yok artık. Diğer parça yok artık. Olmayacakta. Sana ne kadar söylesem de anlamazlıktan geleceksin. Artık tek sin. Yarım yok. Bütünsün. Elmaların diğer yarısını ziyan etmekten vazgeç artık.”Kendisine bağırdığı için kızmıştı adam. Hiddetle arkadaşının suratına baktı. Arkadaşı gülüyordu. Adamın elindeki elmayı işaret etti başıyla.Bak dedi senin gibi o da tam. Sanki adam demin elmayı kesmemiş gibi tamdı elinde tuttuğu parça. Tezgâha baktı. Tezgâhın üzerinde sadece elma kabukları duruyordu. Arkadaşı konuşmaya devam etti o şaşkın bakarken.“Elmaları ziyan etme artık. Tam olduğunu kabul et. Sabah daha 3 saat var. Şu saçma müziği kapa ve git yat. Ben de gidiyorum zaten. Bir daha karşılaşır mıyız bilmiyorum. Ama ben karşılaşmak istemiyorum artık. Bana ihtiyacın kalmadı çünkü.”Adam bir şeyler söylemek istedi ama arkadaşı kapıya ulaşmıştı bile. Adamın yüzüne baktı ve ışığı söndürdü.Kendine geldiğinde saat çoktan onu geçiyordu. Günlerden pazartesi olduğunu hatırladı. Ve bu saatte işte olmadığını. Başı zonkluyordu. Yattığı koltuktan doğrulurken kucağında ki bardak ve bir ısırık alınmış elma yere düştü. Yerdeki elmaya bakıyordu ama başının zonklaması ve çalan telefon düşünmesine engel oluyordu. Işıktan göre bilmek için kısık gözlerle arayanın kim olduğuna baktı.