Bugün 24 Kasım, Öğretmenler Günü.Biraz önce ilkokul öğretmenimi aradım.-Abdullah Öğretmenim,—Efendim, buyrun-Ben herackles, nasılsınız?—Danimarkalı herackles, sesin hiç değişmemiş.Sen nasılsın?-İyiyim öğretmenim.Ellerinizden öperim, öğretmenler gününüz kutlu olsun.—Sağol evladım, gözlerinden öperim…
Bir anda o günler aklıma geldi.Üzerinde kareli ceketi, lacivert paltosu, okuduğumuz kitaplar, çarpım tablosu yarışmalarımız, ünite dergilerimiz…Yıllar sonra yanına gitmiştim.Beni görünce çok şaşırdı;-Senden ümidim yoktu pek, şehirden de ayrıldığın için.
Öyle ya, kimseler aramamıştı bizim dönemden.Yanına gelip oturdum dizinin dibine.O gün öğretmenler odası kalabalıktı; ingilizce öğretmenleri, müzik öğretmenleri, beden eğitimi öğretmenleri vardı.Okul çok değişmişti, giriş katında onlarca bilgisayar olan odası ile çağı(!) yakalamıştı.Abdullah Öğretmen sevinçle bir şeyler anlatmaya, bizim dönemden örnekler vermeye çalışıyordu genç ingilizce öğretmenine, o ise dinlemiyordu! Dudağındaki rujunu yalayarak, sınav kağıtlarına bakıyordu.Abdullah öğretmen cebinden poğaçasını çıkardı ve bir bardak çayıyla;-“Müsaade et, şunu yiyeyim” dedi.
O anda, münasebetsizliği her halinden belli olan müdür geldi ve nutuğunu atmaya başladı;-Böyle öğrencilerimizin ziyareti bizi çok mutlu eder.Abdullah Hoca, bir çay ısmarlasana öğrencine!
Bir an kalbime bir hançer saplandı! 11 yıl önce bıraktığımda üzerinde olan ceketiyle beni karşılayan Abdullah öğretmene, çay ısmarlamasını söylemişti.Bir an ne diyeceğimi şaşırdım, geçiştirerek konuyu kapattım.Elinde nesi vardı ki hocamın?Sonra sordum;-Nasıllar öğretmenim şimdi?—Hiç iyi değiller herackles, hiç iyi değiller.Bir ödev veriyoruz, uğraşmadan “yapamadım” diyerek geri getiriyorlar.Beşinci sınıfa gelmiş çocuklar çarpım tablosunu bilmiyor, okumayı bilmiyor.-Bizim zamanımızda…—Sizin zamanınızda bir konuyu konuşunca tartışması 1 ay sürerdi.Siz yarışırdınız kendi aranızda…
Hiç unutmam, çarpım tablosu yarışması vardı.Sınıftaki en büyük rakibim, Ali Sercan Korkusuz’du.IQ’su yüksek olduğu için 1’den 3’e atlayacaktı ama ailesi istememişti.Hep birlikte tahtaya kalktık, herkese sırayla sorular soruldu.Benden önce Sercan vardı.Bir soruyu yanlış bildi ve elendi.Sıra bana gelmişti.Son kişiydim sıradaki.Sorular gelmeye başladı ve ben gittikçe daha da heyecanlanıyordum.En son, yanlış hatırlamıyorsam 6 kere 7’yi sormuştu.Cevaplamıştım ve sonra başka sorular sorup 7 kere 6’yı sormuştu.Bir an duraksadım, öğretmenim uyardı.Sonunda ben kazandım.Ödül, 12’li pastel boya idi. (markası moami gibi bir şeydi, ambleminde kral kafası gibi bir figür vardı)Yarışmadan sonra Sercan’ın ağladığını görmüştüm.Gidip sarılmıştım ona, teselli etmek için.Bu pastel boyaları da sınıfta cezalı öğrencilerin verdiği 50 Liraları biriktirerek almıştık.Ara ara böyle yarışmalarımız olurdu.İşte böyle bir öğretmendi Abdullah Öğretmen.Yıllar sonra ziyaretine gittiğimde, beraber fotoğraflar çektirdik.-Bana da gönder
demişti.Çok meşguldük ya(!), gönderememiştik.Neyse ki bu sefer gittiğimde okul müdürünü yakaldım.Yeni birisiydi, çok beyefendi birisine benziyordu.Bana cep telefonunu verdi.Ameliyat olmuş, emekli olacağı söyleniyordu.Bugün öğrendim ki 4. sınıflara giriyormuş.Sen çok yaşa öğretmenim, ellerinden öpüyorum!…