–zaman aşımı–yok efendim bu kadar az kelimeyle blog olmazmış, yok efendim yazacak en az 50 kemileye ihtiyaç duyuyormuşuz. yahu ben nerden bulayım 50 tane kelime. dile kolay, 50 kelime! allahtan korkun be! ah ben nerden bulayım ha 50 kelimeyi? nerden?! nerden?! nerden… (lan denedim hala olmamış bunları da koyayım madem öyle)–zaman aşımı–
yorumlar
İnsanları önemsiyorsun ve duygusalsın haliyle bu da çok normal,keşke herkes senin gb olabilse…
adam olucak gibisin bence. ilk olarak şunu söyleyeyim; bütün bunlardan gerçekten rahatsız oluyorsan [değişimden] zamanla eskisi gibi olursun zaten, yok gerçekten bunun bu şekilde olması doğru gibi geliyorsa sana, “tabağımda lokma bırakmıyorum”, “yemek yiyemiyorum” şeklinde çift taraflı yalanlardan uzaklaşırsın bir süre sonra. eğer gerçekten adam olacaksan -öyleyse alt yapın- ve geçmediyse henüz senden -ihtimaller- adam olma şansın yok değil aslında. adam olmak, insan olmak ile aynı anlamda, bunu bilesin, ama sokakta martıya çektirilen eziyeti, gördüğün içinse rahatsızlığın, şansın yok, eğer tüm canlıların eziyetleri içinde yer ediyor, içini eritiyorsa olabilirsin -adam/insan. ama bu hale gelince, zevk alamassın, maçtan, sexten, sigara veya alkolden yada diğer promosyon ürünlerinden, zevkin, aslında hiçte öyle kudurtan birşey olmadığını bilirsin çünkü. zaman ilacıdır yaraların dedikleri zaman, içinden koca bir siktir çekip, “ha ha öyle, ne kadar da zekisin” der çekilirsin. ve bunları anlatmak için, doğal olmamanın gerekmediğini anlayıverirsin. işte o saniyeler içerisinde, “ne yapmışım ben” der kalırsın. korkma oda geçer yada hiç gelmez.
değiştiğini düşünüyorsun ama değişmedin sadece görmeye ve farketmeye başladın.
aslında zamanla azalacak bunlar, ilk hissettiğinde midene yediğin yumruk gibi olmayacak git gide. yemek de yiyeceksin maç da seyredeceksin belki kimi zaman. acısı azalacak ama yeri duracak hep sızlayarak. o adam için üzülmek ve onun için bir şeyler yapmak çok güzel ama aslında her hareketin bir bütünlüğe bağlanmalı. yaptıklarını geniş etkisini hiç bir zaman unutma. her harketinin, her sözünün bir olmasını sağla ki üzüntün seni bir şeyler yapmaya zorlasın. kafanı karıştırmalarına izin verme!!!!
bunları farketmen güzel, ama birden bire farketmeye başlaman textbook depresyon belirtisi. söyleyeyim de.
hafif uyku, o ne ? textbook depresyon ? texbox olsa, bir iğneleme diyeceğim – ki ilk olarak öyle algıladım. ama değil, sanırım ?
textbook definition demeye çalışıyorum,.. yani tam kitabına uygun,.
belki de maçı falan bırakıp veletleri kovalamaktır. sonra yemeği bırakıp, gidip polislerle ve komşularla kavga edip adama biraz etsuyu vermek olabilir.
sanırım sen pencereden bakarak ve çok üzülerek yaşıyorsun. biraz sokağa çıkman gerek. “narcoticizing dysfunction” diye bişey var. yani bu tarz şeyler hakkında yeterince konuşunca, bilgi edinince ve fazlasıyla kafa yorunca, üstüne düşeni yaptığını sanıyorsun ve rahatlıyorsun. ama aslında parmağını bile kıpırdatmıyorsun. -yok buraya yazmışın, kıpırdattın sayılır- ama bunların hiçbiri gerçek görünmüyor bana.
woody allen’ın bi filminde vardı, adam newyork entellektüel kesiminin bulunduğu bi partide birilerini bulup şöyle bişeyler diyor, “bilmemnerde nazi partisinin gösterisi varmış, bikaç sopa ve tuğla alıp ziyarete gidelim” diğerleri de “şiddet şiddeti doğurur” “sorunlar düşüncenin gücüyle çözülmelidir” gibi birşeyler söylüyorlar. o da tekrar, tuğlaların ve sopaların etkileme gücünden bahsetse de, diğerleri kokteyllerini yudumlamaya devam ediyorlar. (bunlar liberal demokrat oluyor galiba)
bence her türlü hareket gereklidir. elini korkak alıştırma, vur gözüne gözüne. töhmete seyirci kalmayın, töhmet altında kalmayın…
bu arada, bu ne be! günlük olsaymış bu…
Acımak duygusu. Bana da o kadar çok oluyor ki. Her şeye, herkese acımak. Üzülmek ve onları düşünmekten hiçbir şey yapamamak. Biliyorum bu duyguyu. Zaman zaman anneme bile acıyorum. Neden? Anlamadığı, çağı anlayamadığı için. Bu onun suçu değil, bunu da biliyorum. Bilmediği şeylerden korkmamayı öğrenmiş sadece. Bu bile büyük bir adım. Destek oluyor. Ancak zaman zaman bilmediğinden en ufak bir üzüntü duyduğunu gördüğüm zaman dünya başıma yıkılıyor. Bilgisizlikten kastım, klasik olan bilgisizlik değil. Dedim ya.. Çağı anlayamamak. Babama, ablama, kendime, kuzenim futur‘a…. liste uzuyor.
bu yoğun düşünceler zaman zaman beynimi patlatacak gibi olur. Çevremdeki saydam zar’ı yırtmak bile mümkün olmuyor. Çünkü soyut olanı görünmeyenden geçiremiyorum…
Yazı için teşekkür ederim. Düşündürttü biraz..
burada bende biraz kendimden söz etmiştim. Artık tv’de gördüğüm zaman kanalı değiştirmek zorunda kalıyorum çünkü bir şey yapamıyorum. bu insanı çileden çıkartıyor.
Zamanla sende uzulmemeyi ogreniceksin belkide artik butur seylere uzelemedigin icin uzulmeye basliyacaksin sistem senide bencillige iticek o zaman evinin onunde yatan o evsiz insanin ac oldugun bilerek balkonunda gonul rahatligiyla mangal yapmayi ogreneceksin giderek
sende diger mutlu azinligin arasina girmek icin cabaliyacak
bu ugurda onune gelenleri dost dusman demeden sistemin sana asiladigi anlamsiz rekabet duygusunun yenik dusup cigneyeceksin belki sende digerleri gibi zamanla yozlasacaksin…
belkide birdaha bunlari hic hissedemeyeceksin 🙂
Sendekinin adı, küçükburjuva duyarlılığı. Zola’nın Germinal
kitabında çok yaşlı bir madenci hiç bir neden yokken maden ocağının zenginlerinden birinin genç kızını boğarak öldürür. Kızın ailesi “hep madencilere yemek verirdi, fakirler için üzülürdü” diye ağlaşır. Senin halin işte onlara benziyor. Kişisel alma, ama olay bu.
hormonal anarşiden kaynaklanan geçiçi bir duygu depreşimi olduğu çok açık. düşüncelerimizin çoğu yediklerimizin niteliğine ve zamanlamasına bağlı olarak gelişir, ortaya çıkar. örneğin şiir, bağırsak tembelliğinin sanatsal dışavurumudur. hamile kadınların nasıl inceldiklerini, şefkatle dolduklarını herkes bilir. son olarak, hamilelikte demir alımındaki fazlalık rahimdeki misafirde gelecekte eşcinsel eğilimler oluşmasına yol açabilir. ebeveynlerimizin yediklerine, içtiklerine bağlı olarak ileride tükettiklerimiz, maddi manevi tüketim ve tükeniş biçimlerimizi büyük oranda tayin eder. sendromun tahlili için pos bıyıklı almanın fransız düşüncesinin sığlığını ve alman düşüncesinin kofluğunu beslenme bozukluklarına bağladığı şahane esere başvurulur. marifetname de iş görür.
zırhın lime lime olur, gençken akıtmadığın gözyaşların ortaya çıkar, artık ağlarsın her olup bitene, yaşlılık ve çocukluk birbirine benzer.. ama geçlikte kendi ördüğün zırhın vardır seni koruyan, herşeye başkaldırtan. (yoo bunları ben söylemiyorum, seneler önce okuduğum bir kitaptan kalmış aklımda ki kitabın ismini hatırlamıyorum. zaten cümlelerin tam olarak böyle olması da imkansız) artık herşeye doluşum, gözyaşlarımı engelleyemeyişim ve “içim acıyor” kelimesinin anlamını kavrayışım 24 yaşıma denk geldi, ve son iki senedir, evet artık anlıyorum çünkü büyüdüm diyorum. yazarın yaşlanmaktan kasdettiği şey büyümekti bence.. ve belki sende büyüyorsundur oky. yada yaşlanıyor.. her ne haltsa!
insan yaşantısında pek az işe yarayan bir “şey”dir, ilk fırsatta kurtulmak gerektir ve dahi insanın mezara duygularıyla gitmesi pek muhterem bir “şey” değildir. thomas bernhard’a dönersek “çocukluk karanlık bir çukurdur”, gençlik daha da karanlık bir çukurdur bu çukurdan da en az bir çıkış yolu vardır.
“psikopisişikposporilasyon” şeklinde bir tabir olsaydı keşke, bende onu kullansaydım “türkçe olmayan alfabelerde”. neden anlatmak istediklerimizi “bildiğimiz” -görecelide olsa- dilde anlatmıyoruz. bir geçiş dönemi işte, bir “şaşırma” doğal olarak. daha çok şey var önünde şaşırtacak oky’i. bu cümleleri kuran “ben”im de şaşıracak yeterince “garip an”ım olacak. inciraltı’nda oturuyor, içiyorduk biralarımız, “niye geldin lan buraya” diyen bir erkek sesi duydum, dönüp baktım, ayakta durabilmek için, tüm benliğini koysada ortaya, yediği tokat, tekme ve yumruklarla kendi başarısızlığına -bir kez daha- boyun eğen yere düşen ve kalkamayan bir genç gördüm. vuruyorlar erife “niye geldin orospu çocuğu!”, “ismail, vurma olum erife, bırak”… ismail’in umrundamı ? yahu bırak ismail’i, demeçler veren şu “ben”im umrumdamı tüm olan biten, demiş ya, gözyaşlarına dayanamam, manzaramı bozdu inekler, kalktım ordan. olmaz güzelim, insan’ı bencilliğe iten sistem değil, kendisi insan’ın, öyleyse, ne sistem’e ne bize “yaşadıklarımızı, yaşatanlar”a nede yaşayamadıklarımız’a suç atmayalım. hiç bir şey olacağı yok. bir toplu intahar, “duygusuz olmak istiyorum” “duygu gereksiz”, boşversene. ne anlar duyguyu bilmeyen, duygudan.
geçen bir filmde şöyle bir diyalog vardı…
‘-ŞEYTANDAN KÖTÜ NE OLABİLİR HAYATTA?
-İYİ BİR İNSANIN UMURSAMAZLIĞI.
insanların şeytanla kıyaslanması çok eskilerden gelen bir usuldür, ancak yine de bazı problemler vardır şöyle ki: hangi parametreleri esas alarak kıyas yapacağız?
öte yandan şeytanın ikiyüzlülüğü ile ilgili hiçbirşeye rastladığımı hatırlamıyorum oysa insanın ikiyüzlülüğü bütün kutsal kitaplarda geçer hatta çoğumuz kendi varlığında da tanık olmuştur buna, ve de rasyonelleştirmeye bunu vekabüllenmeye eğilimliyizdir “aşkta ve savaşta herşey mübahtır” örneğinde olduğu gibi.