Blog olayı çıktı çıkalı haberi ondan popüler oldu. Blogging’in insanoğluna katkısı ve zararı nedir diye herkesi bir tartışma sardı; firmalar bloglarda kendileri hakkında yapılan olumsuz görüşlerden ve bu görüşlerin herkesce okunabilir olmasından şikayetçi. Blogçu cephesinde ise takımın aslarla sahaya çıkması ve özgür basınım bunu da yazarım mantığını elinden bırakmaması ise firmaların başını ağrıtan diğer önemli sebep. Bu yüzden firmalar da blogçulara daha fazla önem veriyorlar, yeni çıkan ürünler bu “yorumculara” şahsiyetlere bizzat verilerek onların “nesnel” eleştirilerini bloglarında görmek istiyorlar. Web sitesi tasarlamak için gereken temel bir HTML dili bilgisi gerekir ancak blog hazırlamak için böyle bir derdiniz yok. Önceliğinizi tamamiyle içeriğe önem veren bir blog hazırlarsınız daha sonra da şablonu yavaş yavaş değiştirerek kendi adreslerinizi eklersiniz, bu kadar basit.Az önce bir grup depresif arkadaşla konuşurken hepsinin içindeki bir şeyler yazma duygusunu fark edince “niye bir blog yapmıyorsunuz?” dedim, nedir, nasıl yapılır, kimler görür vs (5N 1K hesabı) açıkladım blogging’i. Hatta tavsiye edilecek adres olarak da Blogger’ı verdim. Yazıların herkes tarafından görülebilecek olmasını hem iyi hem de kötü yönde aldılar haklı olarak, diyelim ki bir edebi eser yazdınız hatta gidip bir kafede hatunun biri gibi her gün 1 kahve içerek yazsanız Hayri Pıtır serisi bile olacak kadar iyi ancak cinin biri bütün yazıyı kendi üstüne alıp arkadaşlarına “Ben yazdım olm” diye forward ettiği takdirde kendisi bütün parseli toplayacaktır, siz de onu ben yazmıştım diye sadece avunacaksınız.Elbette benim gibi çaylak blogçuların yanında bu işe gönül veren, hayat tarzı olarak gören ve bununla tanışan, yuva kuran gönüller varken (kıçımdan atıyorum affedersiniz) hazırlanan bloglar da kendini ispatlıyor netekim. Blogun içeriği, sürekliliği ve çektiği ilgi elbette blogu ve onu hazırlayan blogçuyu RSS feed’lerde önemli bir noktaya koyuyor, Türkçesiyle daha fazla takip edilir oluyor. Bu takip edilme zaten bütün sivrisinek ve zurna meselesine neden olan olgu, durum, atraksiyon, ne derseniz. Firmalar ve gazeteler ve devletlerin şikayetleri var.Firmalar dertli çünkü yeni bir ürün çıkardıklarında ya sitelerine koydukları özellikler dedikleri kadar işe yaramıyor ya da bahsettikleri kadar iyi bir ürün ortaya çıkmıyor. Peki böyle bir durumda terbiyesiz blogçu ne yapıyor? Gidiyor aldığı ürünün ne kadar kötü olduğundan ve verdiği paranın boşa gittiğinden bahsediyor (fiyat/performans oranı) ve bu da firmanın bütün pazarlama dışına çıkan ve önleyemeyecekleri bir kötüleme oluyor. Elbette bir blogda illa kötüleme olur diye bir kaide yok, aldığınız bir üründen/hizmetten çok memnun da kalabilirsiniz, bu kullanıcıya ve onun görüşlerine ve yaşadığı deneyime bağlıdır. Firmalar da artık yeni çıkaracakları ürünleri popüler blog sitelerine gönderiyor, onların görüşlerini bloglarında belirtmesini istiyor ve bu sayede son kullanıcıya daha yakın bir reklam yapıyor. Firmaların artık blogları daha fazla takip etmesinin diğer bir nedeni de kullanıcıların kendisine iletmediği şikayetleri (genelde sallamadıklarından) izleyebiliyor olması tabii ki buna göre ürün geliştiriliyor (yamalar veya geliştirilmiş sürümler) veya piyasadan çekiliyor.Diyelim Taksim’de yürüyorsunuz, bir olay meydana geldi ve bunu ilk siz blogunuzda bahsettiniz hatta bir de üstüne gidip bir iki tane resim koydunuz. Bu bir yazı olmasının dışında önemli bir haberdir ve siz gidip Doğan Medya Grubundan bir basın organının yapamadığını yapıp haberi herkesten önce yayınladınız. İşte gazetelerin rahatsız olduğu konu bu, blogların sunduğu esneklik sayesinde (editör izni yok, tasarım veya haberin nasıl duracağı derdi yok) oluyor bunların hepsi de. Olay anında eğer gerekli donanımınız varsa (dizüstü ve palm artı kablosuz bağlantı) haberi güncellemeniz sadece elinizin ve bağlantınızın hızına bağlıdır. Artık İnternet’e bağlı bütün bilgisayar kullanıcılarının elinde gazeteci olmak gibi bir imkan var, bunu iade etmek olmaz. Özgür basın diye yanıp tutuştuğumuz şu yıllarda İnternet’in bize sunduğu en büyük özgürlüklerden biri blogging.Düşündüğümüz kadar özgür müyüz? Yani blog çıktı e-demokrasi yükseldi mi? Yok öyle bir şey. Çin hala bloglara sansür koyma peşinde ki Microsoft’un da desteğiyle bunu MSN Spaces’ta başardı (Çin’in ulusal uluslararası politikasına aykırı [özgürlük, insan hakları, Tibet, Tiananmen vd] bir yazı sayesinde sunucudan “Bu konu yasaklanmış kelimeler içeriyor. Lütfen silin.” uyarısı alabilirsiniz) peşinden İran da blogları bir türlü sansürleyemenin sorunları ile uğraşmakta. Aynı dertten mustarip ülkeler var, ya gidip blog hizmetini sunan firmayla gizli bir anlaşma yapacaklar (Çin – Microsoft ortaklığı gibi) ya da kullanıcıları “hat çıkışında” bir kere daha denetleyecekler. İmkansız diye bir şey yoktur, yapılır. Neymiş? Demokrası engellenmez değilmiş. İran’da Sigarchi adlı bir gazeteci blogunda yazdıkları nedeniyle 14 yıl hapis cezası aldı, bu basına yansıyan kısım. Dünyada milyarlarca insan varken siz de duyamadıklarınızı hesaba katın.İnternet’in devletler ve firmalar tarafından istedikleri gibi denetlendiğini düşünürseniz ful aksesuar demokrasi getireceğine inanmak saflıktı. İşin daha da garip yani insanlar bu izlenebilirlikten şikayetçi değil, insanlar kağıda ve kumandalara yansıyan basının özgür olmasını isterken klavyelerindekine dokunulmasından rahatsızlık duymuyor. Milyonlarca sunucu üzerinde milyonlarca web sitesi varken, bir sürü mesajlaşma programı ve irc sunucusu varken elbette denetlemek neredeyse imkansız ancak belirli siteler ve irc sunucuları hala izlenebiliyor ve devletinin politikaları hakkında atıp tutan veya eleştiren kullanıcılar bulanabiliyor. Bu kullandığınız bütün telekomünikasyon oyuncağı için geçerlidir özellikle de cep telefonları.Liberal görüşlü biri olarak önümüzdeki 10 yıl içinde bu durumun olumlu yönde gelişmesinin imkansız olarak düşünüyorum. İstihbarat örgütlerinin sürekli hazırladıkları enerji ve su kaynakları hakkındaki olumsuz raporlar, devletlerin bu kaynaklara talebinin her geçen gün artması ve oluşabilecek büyük bir ekonomik krizde devletlerin bütünlüğü korumak amacıyla içeride daha muhafazakar ve diğer ülkelere karşı daha kapalı olacağını hesaba katarsanız size tavsiyem şu anki özgürlüğün sonuna kadar tadını çıkarmanız. Bu kısıtlamalarda kullanabilecek en büyük araç ise tabii ki basın ve iletişim araçları, daha ulusalcı yayınlar ve daha fazla sansür. 20 yıl sonra çocuklarınıza (torunlarınıza) “bizim zamanımızda özgürlük vardı” diye bir hikaye anlatacaksınız ve bu günleri çok özleyeceksiniz.PS : Liberal görüşlü bile olsam benim teorimde yer alan “sansürü” desteklemediğim sanılmasın, şu an her türlü özgürlüğe ne kadar ihtiyacımız varsa bundan 20 yıl sonra da sansüre ihtiyacımız olacak.Radikal-çevrimiçi / Sanal Alem / 14 yıllık blog hapsi
Sigarchi’nin Blogu (Farsça)Çin’in MSN Spaces’taki sansürü