Pencerenin önündeki saksıda bir tutam yeşillik… Bu havasız, toz dolu odaya bir tutam gökyüzü getirebilir mi? Camın ardında kalan tüm yeşilleri ve mavileri; camdan yapılma, gerçek dışı şeyler olmaktan çıkarıp; onlardan bir iz, küçücük bir dokunuş ya da koku ulaştırabilir mi bize?Kimbilir; bu büroda, bu dört duvar arasında, yerinden bir an için kalkmadan ne kadar oturulabileceğini birbirine kanıtlama yarışına girişmiş görünen bu insanlara, koca bir ayna tutabilir belki de, bu bir saksı dolusu yeşillik. Onlara neleri gözden kaçırdıklarını gösterebilir.Ama bu odadakiler, O’nu görmemek için bir an olsun bakmıyorlar pencereye. Arasıra gözleri kaysa da, bu irade dışı hatalarına hemen son veriyor ve anında geri çeviriyorlar gözlerini önlerindeki masaya. Bilgisayarlarından açılan pencerelere yöneliyorlar yeni baştan. İlk dakikalarda, o bir tutam yeşillik ve onunla birlikte çağrışan tüm şeylerin etkisinden sıyrılabilmek için epey bir mücadele vermeleri gerekiyor gerçi. Ta ki, önlerindeki pencerede aramaktan vazgeçinceye kadar… saksının gerisindeki pencerede gördüklerini…

Bir bilgisayarın ekranından açılıyor olsa da, bir pencere ne de olsa O da sonuçta. Hiç değilse, bu odadan onları uzaklaştıran; saatler boyu bu odadan ibaret kalacak bir dünyayı onlara unutturan bir kaçış noktası bu pencere.Ama ben yine de ısrarla diğerine yöneltiyorum tekrar tekrar gözlerimi. O’nun gerisindekileri de; burada, bir sandalyeye mıhlanmış kalmış bedenimi de unutamıyorun birtürlü.Oysa dosyalar beklemekte… Diğer masalarda oturanlar, çoktan yarılamışlar önlerindekileri. Ne pencereyi görüyorlar… Ne de saatin tiktaklarını duyuyorlar. Çünkü işleri dışındaki şeyleri görürler ya da duyarlarsa, hiç istemedikleri şeyleri hatırlarlar yeniden. Başta kendilerini, bu odadaki bedenlerini… Tutulmakta olan sırtlarını, yorulan gözlerini hatırlarlar.Sonra pencerenin önündeki saksıya yönelir gözleri. Bu o kadar basit ve kendiliğinden gerçekleşen birşeydir ki! Bedenini hatırlayan biri için; bir dört duvarın arasında, gözlerinin yöneleceği ilk şeyin; bu odayı çağrıştıran en son şey olması son derece sıradandır çünkü!Ama bu maalesef, masada yığılan işlerin bitmesi açısından çok da önerilecek birşey değildir. Hatta daha gerçekçi olursak, en son önerilecek şeydir de diyebiliriz. Çünkü, önündeki bilgisayarınki yerine odanın penceresini tercih eden birinin, değil 8 saat, yarım saat için bile tüm dünyasını bir odanın dört duvarıyla sınırlaması en olmayacak şeydir.Bu yüzden, ben de öğrenmeliyim bir an önce bu işin sırrını. Onlardan birine sormalıyım: ”Başarılı olmak için ne yapmam gerek burada? Şu pencereyi ortadan kaldıralım mı mesela? Özellikle şu yeşillik dolu saksıyı yok edelim mi? Çünkü, ben onlar varken beceremiyorum birtürlü. Unutmayı… Ne kendimi, ne de pencereden gördüklerimi… Eğer onlar olmazsa, belki ben de sizin baktığınız yere bakabilirim gün boyu… Ve oraya, yani bilgisayarıma baktıkça, ben de kendimi unuturum… Ve belki ben de sizin gibi, baktıkça O’na benzer ve sonunda da ‘O’ olurum.”