Her hafta coşkusunu mahalleye taşıyan “Cuma Pazarı” her nedense hoşuma giden bir kaos yaratır. Cuma namazı kılmak için pazarın dibindeki camiden taşanlarla, ekmeğini taştan çıkarmak için malının ismini çığıran pazarcılar birbirine karışır. Maddi ve manevi dünyanın telaşı aynı mekanda yaşanırken, pazarlık yapmaya çalışan turistlerle, çekirdekten yetişen minik pazarcılar en asık yüzü bile güldürür.Kaynatılmış süt mısırın kokusu insanı dinden imandan çıkartır. Pişmemiş mısırın kilosu da iki liradır, kaynamış mısırın tanesi de… Gelgelelim o bir koçan mısıra iki lira verilir. Sıra asıl alınması gerekenlere gelir.Bir keresinde sevgilim Emin’le cuma pazarında dolanırken genç bir adam elinde bir kasa dolusu kımıl kımıl balıkla peydah oluverdi. Birdenbire uzun zamandır beklediğimiz birini hiç ummadığımız bir yerde bulmuş gibi olduk. Birkaç balık tutma girişimimiz olmuştu ama hiç başaramamıştık.-Aaa bak,dedim.Aşkım balıklaaar!”Nedense tepkilerim zaman zaman böyledir benim. Çocuk gibi ya da heyecanlı bir turist gibi. İlk kez görüyormuş gibi bağırıp duruyorum. Yanımdakiler de baksın, görsün, benim kadar sevinsin istiyorum.”Sonra balıklar solungaçlarındaki son oksijeni tüketirken,pullarından süzülmemiş son deniz damlalarını sıçrattılar yüzümüze. Emin birazcık tiksinerek yüzünü sildi.-Ne o, huylandın mı?,dedim.-Yani…Biraz.Balık sonuçta,dedi.-“Balıklı su” diye mi huylandın? Balıklı su dediğin nedir ki, deniz işte, dedim.Bildiğin deniz… Bu pazarda deniz dahil ne ararsan var.