Neden, bu karda, sırtlarında 5 kiloluk giysi ve bir o kadar da çantayla sabah 7de evden çıkıyorlar? Birileri onlardan nefret ediyor olmalı. Dünyaya gelmekle çok kötü bir suç işlemiş de olabilirler.
Neden aynı soğukta, tek sıraya geçip, neden bahsettiğini bile anlamadıkları ve asla tutamayacakları şeylere yemin ettiriyorlar?
Neden kimse bunu yadırgamıyor? Neden kimse bunları yaşamadan büyüyemiyor?

Neden diye bir soru yok! Bunu ancak aptallar sorar. Akıllı olanlar, ‘Kim, nasıl, ne zaman, nerde, kiminle ne yapıyordu? Kimse gördü mü? Bişey dedi mi?’ diye sorarlar. Küçükken; daha anlamlıydı sorular, en küçükken en anlamlıydı. İstenilen yeterli cevapları alamayınca, neyin ne olduğunu derinden gelen saçmalık yüzünden anlayamayınca, soruları büyüklerin anlayabileceği şekilde sormaya başladık. O sırada kendimiz de yavaş yavaş anlamaya ve kabullenmeye başlamıştık. Hepimiz değil tabii, bir süre sonra işler iyice karıştı. Alın size şairden birkaç vecize:

“Hayatın amacı, yaşamı ve ölümü kontrol etmektir”(NE?)

“Aşk gururdur,
Zorlanmaz, olursa olur”(HA? kafiyeyi tutturalım da)

Hayatın amacı?

Aşkın anlamı?

Anarşi nedir? ve ya Allah(c.c) var mı?

Böyle sorularla uğraşan insanlar her zaman saçlarımın dökülmesine sebep oluyorlar. Bi sor niye? Çünkü gittikçe daha fazla insan bunlara inanıyor. Peki, bana ne bundan? Çünkü eninde sonunda benim de ciddiye almam gerektiği düşünülüyor. Dönüp dolaşıp bana çarpıyor. Sonra, karşımda oturan adam, konuşmanın en önemli yerinde, ‘peki hayatının amacı nedir?’ diyor. E, sonuçta, hayatının amacı olmayan kişinin dedikleri de çok rahat umursanmayabilir. Daha da kötüsü, gerçekten sevdiğin ve bunu elinden gelen şekilde yaşamaya ve göstermeye çalıştığın karşı cins kişisinin, aşkının meziyetlerini sorması…
Hayatın amacı; açtığın yolda gösterdiğin hedefe kayıtsız şartsız hizmet etmek ve geri kalanına kayıtsız kalmaktır.
Aşkın anlamı; Allahın Oğlunu(Jesus Christ) tanımak ve onu gözünden çok sevmektir.(A, öbürünün nuru olmaz!!)
Bir ben vardır bende…

Çocuklar, ne de olsa sonunda, kafede garson, belediyede çöpçü, evlere hizmetçi, nakliyeye sevkiyatçı olup, açtığın yolda gösterdiğin hedefe, tam vardiya, fazla mesai hiçdurmadan sürünecekler. Kendilerine kalan vakit günün dörtte birinden az olacak. Bari ilk 12-13 yıllarını oynayarak geçirsinler. İşin kötüsü, kimse 7 yaşındayken kavrayamıyor bunun saçmalığını, 17 yaşına geldiğinde ise çocukluğunu ve hatta hayatını kurtarmak için çok geç kalmış oluyorsun. İşin sırrı burda yatıyor.

Hey! Bu eğitim onların, çalışkan olanlarının daha iyi yerlere gelmelerini sağlamak için. Demek bazı yerler diğerlerinden daha iyi. Peki, kılını bile kıpırdatmadan, anaparanın faiziyle ayda binlerce dolar kazanan çocuk hakkında ne biliyoruz? Türk ve doğru olduğu ve babasının açtığı yolda, uzmanların gösterdiği hedefe, hiçdurmadan yatırım yaptığı ve Ne mutlu Kürk aldığına.

Şimdi sosyal-psikolojik açıdan yaklaşıyoruz tekrar; allah belasını versin tüm sosyalskolokokların. Master tezlerini yazmaya bakıyorlar hepsi, sonra doktora tezleri, sonra da Profesör olmanın prosedürleri. ‘Aşkın amacı’, ‘hayatın turşusu’nun yanına bunu da ekliyorum; Bilimin Kaymağı. Arada bir de derslere girip, araştırma tekniklerini belletiyorlar. Merak gidermek baş merakımız olsun. Araştırma-gözlem tekniklerimiz yanımıza kar kalsın.

Efenim, şimdi şöyle oluyor; toplum yapısında bir mobilite kavramı söz konusu. Türkçesi hareketlilik ama biz sosyoloklar, Avrupa standartlarında Windows XP’yle öyle yazmıyoruz.. Kuşaklar arasında ve bireyin hayatı içerisinde sınıf değiştirme ihtimali, mobilite sabitini veriyor bize. İşçi babanın mühendis oğluna, hamal babanın moron kızına, namuslu ailenin kumarbaz olan yüzkarasına, kumarhane işletip fakir ailesine salanat yaşatana, işçi doğup banker olana, borsadan voliyi vurana, sıpa gidip eşek gelene, yaslı gidip şen gelene, trilyoner babanın serseri oğluna, banka soyup tropik bölgeye kaçana, milleti hortumlayana, halkın ekmeğiyle oynayana, yetimlerin sadakasını yiyene, seçimden önce öyleydi seçimden sonra böyle olana, bu milletin servetini gavura peşkeş çekene, zalimlere kötülere, kula kulluk edene DUR! diyorum… ehem, nerde kalmıştık; evet bunlara ne kadar sık rastlıyorsak, mobilite o kadar yüksektir.

Tabii bu konu böyle kolay kapatılamaz, çok sayıda faktörleriyle incelenmelidir. En önemlisi “dayı” faktörüdür. Geri kalanlar önemli faktörler; talihkuşu, kanundışı ve çalışkankişi’dır. Övün ve Güven yan etkenlerdir. Beslenme de zihinsel gelişimimizde mühim bir rolü vardır. Bulgur ve Tarhana, kapıcı çocuklarının yaşıtlarından ufak tefek kalmasına yolaçar. İşini bilen kapıcılar bu sınıflamayı aşar. Aşan kapıcılar yine de, çocuklarına köfte yedirmektense, evlerini son model VCD, DVD, JVC, AEG’lerle doldurup, apartmanın geri kalan sakinlerinden geri kalır yanları olmadığına inanmayı seçerler. Apartman hizmet bekler, görev beklemez, Muharrem Bey nerede kaldı bizim ekmekler? Sonuçta, kapıcı çocuklarına bulgur koymaz, onlar da ufak tefekliklerinden gocunmadan, voliyi vurma faktörlerini uzaktan inceleyerek vakit geçirirler. Tabii, kapıcı çocukları üniversiteye giremezler, mobilite gerekli görülürse kanundışı şeması onlar için daha açıktır. Beslenmenin etkisi eğitim kurumlarında da gözle görülür. Eğer kapıcı çocukları üniversiteye girebilselerdi, biftekle beslenmiş üniversite kalabalığı içinde, boy ortalamasının oldukça altında kalacaklar ve dolmuşlarda, ‘hocam şunu uzatırmısınız’ esnasında uğrayacakları horgörülmeden sonra, aşağı doğru bir mobilite göstermeleri bile mümkün olacaktı. (1993 tarihli TİKML’nin araştırmasına göre, üniversitelerde öğrenci nüfusunun boy ve kilo ortalaması okullar arasında karşılaştırıldığında, bu ortalamalarla, okulun ÖSS giriş puanı arasında paralellik görülmektedir. En uzun boy ortalamasında ilk sırada 1,81’le Boğaziçi ve ardından 1,79’la ODTÜ gelmektedir. Diğer anadolu şehirlerindeki üniversitelerde vaziyet daha da küçümsenecek(yukarıdan bakılacak) biçimdedir. Örneğin Konya Üniversitesi 1,63’lük ortalamasıyla oldukça gerilerde yer almaktadır. Araşırmaya özel üniversiteler dahil edilmemiştir.)
Yani neymiş? Ne kadar köfte o kadar biftekmiş. Bulgurla Tarhanayla kafa çalışmaz. Fazla biftek de düşünce sağlığı açısından zararlıdır tabii. Bunu da özel üniversitelerin ÖSS puanlarıyla, kilo ortalamasının ters orantılı olmasından çıkarabiliriz.

Buradan çıkarılması gereken sonuç, talihkuşu, kanundışı ve çalışkankişi’lerin bile, ancak bir “dayı” eşliğinde etkilerini tam olarak gösterebilecekleridir. Piyangodan büyük ikramiyeyi almaya gittiğinizde bile, uygun bir “dayı” sahibi olmadığınızda, talihkuşunun elinizde dışkılarını bırakarak uçmasını izlersiniz.

Derdin ne ki?
Ben sadece biraz uyumla geçinip gitmek istiyorum. Aslında kendim uysam, kibar olsam hiçbir sorun kalmayacak. Ben de gösterdiğin hedefe atış yaparak zengin olabilirim. Annem zaten anaparayı Doğru ve Çalışkan olarak uluslarlarası para fonundan çekmiş durumda. Ben de ne kadar övünsem ona ne kadar güvensem azdır. Olmuyor işte, bütün “dayı” değişkenlerinin lehime olmasına rağmen çıkamıyorum izbeden, pantolonumun altına bir kat da eşofman giymek lazım okula yürümek için her gün. Kesinlikle dangalağın biriyim ben. 5×180 okul günü ettiğim yeminden hiçbirşey anlamamışım. Bence biraz daha kapsamlı olarak, yükseköğretim kurumlarının sonuna kadar sürdürülmeli bu şarkı, hatta her master tezi sunumunda yeni bir besteyle seslendirilmeli, göz yaşartmalı, dinleyenleri bayıltmalı. İşte başlıyor;

Türküm (ana tarafından avustralyalıyım aslında, ilk fırsatta kaçacam)
Doğruyum (ne desem az, ne desem yalan olur şimdi)
Çalışkanım (bi de çok kurnazım)
Yasam (ne fark eder ki, dünyanın her yerinde böyle bu yaşam)
Küçüklerimi korumak (başkalarının küçüklerinden mi?)
Büyüklerimi saymak (sağlıklı oluyor böylesi)
Yurdumu (hey dostum burası özgür bir ülke)
Milletimi (onun için dayımı biraz daha fazla)
Özümden çok sevmektir (seviyorum. Gözünün çapağını yiyim dayı)
İlkem (bunu ülküm’den çevirmişler)
Yükselmek (ulan bulgurla, tarhanayla boy uzar mı)
İleri gitmektir (-melodik okunacak burası- arabam 60 model, yokuşlarda zorlanıyor)
Ey ulu …(herkes kendi dayısının ismini söyleyecek burda)
Açtığın yolda (dayı, gamze ablamı da işe alcan mı yanına)
Gösterdiğin hedefe (abi o senin dediğin kağıtlara oynadım, iyi getirdi)
Hiç durmadan yürüyeceğime (ben size dinlenmeden yiyeceksiniz mi dedim, doymak bilmez
(serseriler sizi)
And içerim (ağzımı silerim)
Varlığım (yokluğum bir)
Türk varlığına armağan olsun (ben kullanmıyorum zaten, ne yapacaksanız(!))

Ne Mutlu Türküm Diyene (ne mutlu kürk giyene)

Bizim zamanımızda, hoşbeş vardı, Üner Ünite Dergisi vardı. Ben şahsen, 5 yıllık ilkokul hayatımda her sene abone oldum o dergiye, tek sayısını kaçırmadım. Sonra da ciltlettim rafa koydum. Duyduğuma gore, sonradan çok bozmuşlar ama çizgilerini. Hayat bilgisi bölümünde ipe sapa gelmez yazılar yayınlanmaya başlamış. Fen bilgisii, “Evrim teorisi neden yanlıştır” makaleleriyle dolmuş. Matematik kısmında 2 kere 2’nin 4’lüğünü inkara kadar vardırmışlar. Arka sayfadaki Ton-Ton ‘da da erotik karikatürler çıkmaya başlamış. Sanırım yayın işlerini Muhtar bey eline geçirmiş. E tabii, amacına uygun olarak da, derginin tirajı ve okuyucuların yaş aralığı oldukça genişlemiş. Nerde o eski ünite dergileri.