Kadınlar, içki, at yarışları yani Charles Bukowski.Evet, bazıları “gerçekten” yaşar, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan. Kurallar ve kelimeler, kurallar ve o kuralların kulu olan insanlar. Büyük savaşların kazananları ve kaybedenleri, paraya, aşka, güce sahip olmak için her gün biraz daha uzaklaşarak yaşamdan / yaşamın o en tanımsız halinden salt bedenin gereksinimlerinden, yaşamı denklemlere dönüştürerek, yaşamı çözülebilir şifrelere dönüştürerek / sorular ve sorgulamalara dönüştürerek bir iş, bşr öğreti, bir kargaşa, bir cinnet halinde yaşamaktan uzak… Ve şimdi daha uzak olan…Bir yazara dair yazmak, bir yazarı yazmak üstelik çokbilmişler tarafından kabul görmeyen, kabul görebildiği yerde de basit aşk fısıltılarından öteye geçmeyen bir yazara dair yazmak. Önce parmak uçlarımı tedirgin ediyor, sonra da düşlerimi… Her an kendimi bir öyküsünde bulabilirim / terli bir günde sevgilisinin ona yaptığı heykeli evinin kapısına bırakırken / yoldan geçen biri olabilirim. Birbirlerine bağrışlarını duyabilir ve Charles’ ın arabasının ileri vitesi çalışmadığı için bütün yolu geri geri gittiğini görebilirim. Her an hipodromda oynadığı atın geride kalışına küfredişini duyabilir ve ben de küfredebilirim. Kazanmak iyi marka içki demek, güzel vücutlu bir kadın, akşam yemeğinde doymak demek, kazanmak asla fazlası değil; sadece bu kadar. Üstelik bu kadarken bir kaç kelime kurmak, dağınık odasında, üst kattaki ev sahiplerinin onu oğlu gibi görmelerini düşünmesine ve pazar günleri beraber içilen içkilere ve “Tanrı seni korusun,” sözüne tanık olup, bu sözleri duyan adamın neden uyuyamadığını ve bir anda yerinden kalkıp yazı masasına oturup bir dipnot düştüğünü görebilirim. “Dünya bana göre değildi, ben dünyaya göre değildim!”Kimi daha fazla sevdiğini düşünebilirim ve bir anda konuyu ona kaydırıp aşklarından bahsedebilirim. Hiç birini sevmemiş olabilirdi, bunu görebilirim, bir sandviç büfesinde tek başına oturur ve gazetesini okurken, şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçi ile evli olan eski sevgilisine efkarlanışını görebilirim. “Kadınlarım” deyişine tanık olabilirim ve neden aitlik eki verecek kadar şefkat duyarken hep bir sex machine sanıldığını düşünmek isterim. Ona dair bir şey söyleyeceksem şayet, bunun yine ona ait olmasını isterim, dilini, yeteneğini, kalemini, becerisini, geçmiş birikimini, çocukluk sendromlarını, baba azarlamaları ve anne söküklerini, böyle tarif etmeyi istemişse, tarifimiz de en az onun kadar tuzlu onun kadar tatlı olmalıdır.Bir insanı anlayabilir yahut aşağılayabilirsiniz, üçüncü bir yola ihtiyaç yoktur. Şayet Bukowski’ yi aşağılamak isterseniz bu çok kolaydır, kendisi vermiştir ipuçlarını. Ancak anlamak isterseniz; edebiyat editörlüğü yapmadan, etik kaygılara bulaştırmadan, bireyin sadece kendisi için varolduğunu unutmadan anlamak isterseniz yazılarına bakmalısınız; yazdıklarının hepsi kendini tarif edişidir.Bir soru babama sormak istiyorum şimdi…-Baba halen okuyorsun, halen okuyorsun ben okurken kızdığın adamı… Söylesene ellerin hüzün kokuyor mu?Bir soru da Bukowski’ ye:-Şiir delilik midir?-Şiir olmayan her şey deliliktir.