Yaşamımda tek başıma yaptığım yolculuklarım oldu…. Yolculuklarımda karşılaştığım kişiler sayesinde birçok açıdan bilinçlendim. Bu açılardan belli bir düzeye ulaştığımda da, teyzemin deyimiyle kendimi ‘mücadeleyi kaybedeceklerle’ özleşteştirmeye başladım. Bunu teyzeme açtığımda da, bana bunun çoğunluğun kaderi olduğunu söylemişti. Ne kadar haklıymış. Açlığı, nefreti ve yoksulluğu insan ancak kendi gözleriyle gördükten sonra anlayabiliyor. On yedi yaşımdan beri kendi hayatımı yaşıyorum, seyahat ediyorum, görüyorum….. Ve bu güne dek gördüklerim beni genelde düş kırıklığına uğrattı. Çünkü hiç bir şey iyiye yönelik değil. Ve kanımca gerçek bir demokrasi artık mümkün değil hayatta. Ne yazık ki! Demokratik hayatın parçası olan insanlar bile kendi gereksinmeleriyle daha fazla ilgilenip, yalnızca kendilerini düşünüp hayat standartlarını bencilce yükseltmeye çalıştıklarından, demokraside sabun köpüğü gibi erimekte… Ahlaki kavramlarla ilgilenenlerin sayısı her geçen gün azalmakta. Yeryüzündeki politik kavram ya da düşünce artık yerini güçlü olanın kazanacağı materyalist ekonomiye bırakmakta. Sanayileşme programları, insan sağlığını ve mutluluğunu hiçe saymakta.Ne yazık ki artık, her an gezegenimizin bir yerinde mutlaka savaş, açlık, şiddet, cinayet, diktatörlük ve işkence var. Bu dehşet veren manzara doğal olarakta insanları umutsuzuğa ve bezginliğe itmekte. Bu arada siyasi liderlerde sorunların kökenine inmeden olaylara yalnızca yüzeysel olarak yaklaşarak dünyaya barış getireceklerini sanmaktalar. Oysa yapılması gereken şey, olaya insancıl açıdan yaklaşıp dünyamızı huzura ve barışa kavuşturacak olguları bularak o yönde çalışmaktır. Ancak bunlar artık kangrenleşmiş sorunlara geçici çözümlerle çare aramaktalar! Yada yaptıkları, yine teyzemin deyimiyle ‘kanseri yara bandıyla kapatmak’ tır.Yani… Dünya güçleri, insanların aynı çatı altında birleşmesi gerektiğine inanmakla birlikte, bireyi çelişkiye, görüş ayrılığına ve savaşlara itebilecek serbest ekonomi politikasını savunmaktan geri kalmıyorlar. Bence gözden kaçan en büyük şeyde bu olsa gerek.Ama şölede bir durum var… Şimdi biliyorum ki dünyanın neresine gidersem gideyim kendimi, insanların bencilliklerinin, sadece kendilerini, kendi gereksinmelerini düşünmelerinin nedenlerinin tartışıldığı ortamları görmem mümkün. Amaaaa… Ne kadar farkındalar ve nekadar farkındalıklarını hayata geçirebiliyorlar? Bana göre, bu bencillik ve rekabet duygusu, kişinin kendi mutluluğunun yanı sıra başarılarını da olumsuz yönde etkilemekte. Tabiki hiçbirşey bu kadar karamsar değil… İnsanlar artık o gözden kaçan noktalar hakkında düşünmeye başlıyorlar. Ne mutlu ki birtakım şeylerin değişmekte olduğunu görebiliyoruz da aynı zamanda. Adına azınlık ta dense bir topluluk var ortada. Ama bunu çoğunluk yapmak yine bu azınlığın elinde… Şimdi ben diyorum ki kendini bu azınlığın içinde hissedenler fikir alış verişine başlasınlar rahatsız oldukları her konuda. Emin olun, fikir alış verişinde belli bir düzeye ulaşınca karamsarlığımızdan ve umutsuzluğumuzdan bi nebze de olsa kurtulabileceğimizin, yanıtların içimizde yattığının, insan oğlunun kendi yarattığı bu kötü duruma sadece hayatın içindeki ekonomik çözümlerle çare bulunamayacağının bilincine dahada varacağız…Önce sevgi, şefkat, hoşgörü diyebilmeliyiz. Sora gerisi geliyor zaten bir şekilde. Kısacası insan kavramının ne olduğunu düşünmeye başlamalıyız. Sırf kendimiz için yaşamamalıyız. Mücadeleyi bırakmadan, mücadeleyi kaybedeceklere el uzatmalıyız. Ve şu soruları sormalıyız kendimize. Hayata niçin geldik? Belli bir amacımız varmı? Yoksa bir raslantı sonucumu buradayız? Şahsen bu soruları kendime sormaya başladığımda ve aynı görüşleri paylaştığım kişilerle tartıştığımda hayatımın ve bakış açımın değiştiğini fark ettim. Ve bu düşünceler varlığımın amacını bir kez daha değerlendirmeme yardımcı oldu. Öldükten sora herşeyin bittiğine inanarak yaşamımızı sürdüren bizler, bence hep süregelen bir hayatın parçalarıyız… Bu süregelenlikte attğımız adımların iyi yada kötü izleri…