Dilime kilit vuran sen olduktan sonra, kuracağım tüm cümleleri sineye çekmek benden olsun dedikçe yazmak ne garipmiş. Sevmek ne garipmiş; dört yanı savaşlarla dolu bu dünyada bir barış güvercinin kanatlarında ki parıltılarda… Her şeyde çıkar arayan insanlığın inadına sevmek seni, çıkarsızca… Geride kırık bir kalp bıraktın da, arkana bile bakmadın… O kalp ki anahtarları bir uzak diyarda. O kalp ki seni yaşamak için delirme sınırlarında. O kalp ki muhafız korumasında… Şimdi bak! Bu satırlar sana; anlasana… Sen aşka ve aşkıma inanmıyorsun! Seni çok sevdiğimi görmemezlikten geliyorsun değil mi? Kays adlı genç adam, aşkına yandığı Leyla’sı için Mecnun lakabını alıp çöllere düşmemiş mi? Ferhat, Şirin’i için olağanca gürzüyle kayaları delmemiş mi? Kerem, ermeni asıllı olmasına rağmen Aslı’sını sevmemiş mi? Peki aşk yoksa bu efsaneler ne hacet? Aşk şairleri neden kağıt kalem başında sabahlıyorlar? Neden yazılıyor aşk üzerine şarkılar, şiirler, kelimeler? Nefesler tükeniyor, yürekler sızlıyor; en hassas yerlerinden… Hala anlamıyorsun değil mi? Bari şunu hatırla! Sana hep derdim ya! Aşk, senin gözlerine bakarken uçurumlara düşmektir, yanımdayken elini tutmak isteyip kimi zaman sarılmaktır. Öperken bile utanmaktır, saflıktır. Elimden geldiğince duygularımı anlatmaktır. Aşk bir anlık değil bende ömürlüktür. “Sevdim mi adam gibi severim” sloganının gerçeğe yansımasıdır. Duyu organlarımın yavaş yavaş işlevlerini yitirmesine aldırış etmeden seni düşünüyor ve seviyor olmaktır. Sevgiye dair kaç suret varsa; suret başına sevebilmektir. Hala anlamadıysan; bırak aşk, bu işleri bırak! Sana güvenim yok artık. Sen benim, kimselere karşı besleyemediğimin duyguların; gizli öznesi olursun ancak. Bende kendi içinde, yüklemler üreten ilkokul talebesi… Seni, içimden sen bile alamazsın diyecek kadar yürekli olmaya çalışsam da gerçeklere tiryakiliğim var artık… İşte ben buna kader değil; yazık diyorum…Lanet olsun…