yıllardır çeşitli filmleri izliyoruz. gerek star wars olsun gerek star trek olsun, çeşitli uzay filmlerini görüyoruz. hayatımızda yer eden bilgisayar olgusunu bu filmlerde de görüyoruz. ama bir eksiklik de hissetmiyo değiliz hani. [en azından ben ediyorum] nedir bu bilgisayarların sırrı?

başlıyalım star trek’den. koca bir gemi, çeşitli insanlar, ve bir amaç var filmler ve diziler boyu. bu amaca hizmet eden araç ise sevgili enterprise uzaygemimiz. kendisi ökeleb şekliyle, boynuyla, motorlarıyla, ışınlama ünitesiyle yıllarca beğenimizi kazanmış bir gemidir. gerek kaptanı körk, gerek tayfası vulcan gezegeni sakini mr. spack, doktor bey [neydi ki adı? zaman geçmiş üstlerinden…], ohara, [adını unuttuğum] derisi beyaz olan adam ve [gene adını unuttuğum] gözleri görmeyen ama aparatla gören adam olsun hepsinin az çok elinin altında kontrolü sağlayan bilgisayarları var elbet. hepsinin yıllarca ön kalkanlara güç ver olsun, silahları yükle olsun çeşitli komut ve istekleri başarı ile ve bu bilgisayarlar aracılığıyla yerine getirdiğini görmedik mi? görmez olur muyuz….

ama hiç merak ettik mi? bu bilgisayarlar nedir? nerede duruyo? sadece bir bilgisayar mı var? network mü var? işletim sistemleri ne? hiç çökmez mi bu işlerim sistemleri? kişisel şeyleri yok mu? mp3 dinliyolar mı? winamp kaç var o zaman o bilgisayarlarda? sevgili enterprise bakıma gittiğinde motorlar güçlendiriliyo, kalkanlar tamir ediliyo, peki işletim sistemi [entrepreneur?] upgrade ediliyo mu? acaba internet uzaya yayıldı mı? internet yok mu? artık ne var? o bilgisayarların üzerindeki işlemcinin hızı kaç? içeriği ne? elektrikle çalışmıyo mu acep? geminin sağı solu patlayınca acaba network kabloları koparsa naapıyolar? [tamam buraya kadarmış?] bu gibi sorular hiç sorulmaz mı?

luke skywalker ilk filmdedir. gemisi vardır. jedilığın dikenli yollarında ilerlemektedir. force onunladır. obi van kenobi ise devamlı rüyalarındadır. hatta arada kafasında konuşmakta, kıl etmekte, ama sussun diye istediği yapılmaktadır. luke gitmektedir, death star‘ın böğrüne [çöp bilmemnesi?] later toplarını sokuşturma sistemi ile insanlık için bir tehlike oluşturmasını engellemeyi dilemektedir.. yanında ona yardım edicek kim vardır? bilgisayarı!!! ama obi van kenobi ne der? “bizim zamanımızda öyle bilgisayar falan yoktu, biz her işimizi forcela hallederdik… artık bi jedi olarak sende forceu kullan!!!” diye gaza getirir luke’u ve luke ne yapar? kapar o bilgisayarı. ve herkez bilgisayarını kapadığını görür luke’un. [neden bir gemi savaş bilgisayarının statüsünü merkeze bildirme gereği duysun ki?] hatta prensen laia bile “aman allaam luke nasıl böyle bir salaklık yaparsın?” diye atılır bir anda. ama force onunladır. başarır bu görevi alnının akıyla. patlamıştır death star!! boru mu? galaksiyi kurtardı!!!

ama bir detay gene atlanmıştır. o gemideki bilgisayar lönk diye çalışmıyo öyle, o programın bir de programcısı var. nasıl hissetmiştir acaba kendisini, bu duygulara neden yer verilmiyo? acaba bir sonraki bölümde death star bomber for tie fighters waste dump edition v1.0‘ı geliştirip, buglarından arındırmış mıdır? yoksa onu 1 kişinin ölümünden sorumlu tutup öldürmüşler midir? [hani luke’dan önce birisi atıyodu da tutturamıyodu ya…]

iyice gaza gelelim. o programcı acaba death star da içerde, boşluklarda dolaşırkenki “geçtiği yerleri kareli olarak gösterme” olgusunu nası başarmıştır? acaba modellemiş midir koca death star‘ı? yoksa bir real time terrain modeler mı vardır içinde? eğer öyle real time bir sistem kurduysa o kişi, sadece death star’a özgü “tanınmayan gemilere ateş etme” toplarını nasıl tanıtmıştır ki cihaza? ki cihaz otomatikman o tehlikeyi tespit edebiliyor… nedir sırrı?

yanlız galiba fazla uzak değiliz o teknolojiye. nitekim visa reklamında oynayan japon sporsever de aynı şekilde şehirde kayboluyor ve bir ayakkabı alıyor. ayakkabı üzerinde gene “city modeler for strangers” mevcut. ve reklamda da çok uzak tarihlerde geçtiği hissi verilmiyor. [yoksa şehir şehir modellediler mi bütün dünyayı?]

son bahsetmek istedğim konu ise 1995 mahsülü sandra bullock’un oynadığı, irwin winkler’ın yönettiği the net filmi hakkında. [filmi hatırlamamanız normal kanımca dandik bi filmdi ve sadece o dönemde popularitesi artmakta olan interneti kullanmayı dileyen ama ilgili ve bilgili olmayan bir senarist hatası…] filmin konusu angela bennett [sandra bullock] bir software engineer who works from homedur ve chat alemlerinde ikonlarla geyiklere vermektedir kendisini. birisi buna ilginç etkileri olan [o kadar alakasız bi ekranlar bütünü çıkıyodu ki unuttum. yani bakınca anlaşılabilinecek bişey değil] ama gizli bilgiler içeren bi program yollar ve ondan sonra da adam ölür. devlet sandra ablamızın peşindedir… filmde bizi uçuran ve aklımıza başından alan, “net net dedikleri buymuş meğer…” dedirten müthiş sahne şudur ki sandra bullock karakola götürülür ve kötü adam tipindeki kişi arabada elindeki laptopdan sandra bullock’un tam sabıka kaydına bakılıcakken oraya alakasız suçlar [arson, murder, prostutition!!] ekler.. ama nası yapar? yok!!! adam neyle bağlanır internete? cep telefonu? yok elinde! araç telefonu? belki… o bir wireless laptop mudur acep? [daha yeni yeni çıkıyo. panasonic toughbook falan…] açıklama yok.. hadi bağlandı.. nası ekliyo o suçları saniyeler içinde? hangi bağlantı hızıyla? böyle gizlice emniyetin içine girip database’lere ulaşması bağlanması, sql komutları girmesi, datalar eklemesi falan gerekmiyo mu? hazır program mı var? “criminator v1.0 for fbi agents”?

işte sevgili hafif okuyucuları. aranızda senaryo yazmayı düşünen, tiyatro yazarlığı okuyan[dramatoloji?] varsa çağrıma kulak versin!! olmasın bunlar. biraz da biz anlayalım!! bizi de tatmin etsin. vay be diyelim.

daha gitmedim ama swordfish de aynı dert için bir örnek teşkil ediyormuş.