Bir Nihavend Şarkı: Batsın Bu Dünya!“Türkiye Türkiye olalı böyle zulüm görmedi”….buna benzer bir cümle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sivas’ta yapılan bir klasik müzik konserinden sonra vatandaşın birinin Sivas Sivas olalı… diye başladığı cümledir ve de konumuzla yakinen alakalıdır: Kapsam, ister Sivas olsun, ister Türkiye, mevzu aynı: devlet Kat’ında müstahkem mevkileri işgal edenler her konuda olduğu gibi musiki konusunda da kendilerine derin otorite vehmetmekte, vehimle kalsa gene iyi, bizatihi bu otoriteyi, eskaza ‘yanlış’ musikiler dinleme eğilimindeki biz fanileri yola getirmek için de kullanmaktalar. Peki Sivas’ın gördüğü zulümden bu yana köprülerin altından çok su akmamış mıydı? Demek akmamış ki, zulmün katmerlisiyle karşı karşıyayız: 7 dakikada (nota yazımı dahil) bestelenmiş bir nihavend şarkı bu : “Batsın Bu Dünya”.Şirket-i Hayriye vapurlarında Vivaldi çaldığı günleri geride bırakmamışız demek ki; ya da radyolarımızda Türk Musikisinin yasaklandığı ya da Dar Ül Elhan”ın kapısına kilit vurulduğu kara günler mazide kalmamış. Devletimizin uzun yıllar bir yılbaşı hediyesi zarfında bizlere sunduğu arabesk üzerindeki yasak da cari’ymiş henüz. Ama bu kez incelikli bir tavırla karşı karşıyayız. Bu kez arabesk için kabaca “Yoh hemşerim yassah” diyen bir otorite yok; bu seferlik otorite şefkatli, entelektüel ve “alternatif” üretebilen bir ‘otorite’. O kadar ki, “otorite”, şimdiye dek arabeskin en çok eleştirilen yanını, yani onun karamsar, isyankar güftesini sorunsuz bir biçimde “Türkleştirip”, devlet memuru radyo sanatçılarına bakan talimatıyla çaldırılıp söyletiyor ve belki de Türkiye’nin en ince adamı Orhan Gencebay’ a telefonda dinletebiliyor. Bülbülü dem-beste etti nâle vü feryâd-ı dil.Batsın Bu Dünya, eğer modern Türkiye tarihinin en önemli şarkısı değilse, en önemli on şarkısından biri. 1970’ler toplumsal projesinin en isyankar, en radikal temsili belki de. Kula kulluk etmek istemeyen bir toplumun meseleyi en dokunaklı koyuşu. Daha güzel, daha mutlu bir dünya için yazılmış bir düyek destan. Daha bir çok Orhan Gencebay şarkısı gibi, “Dertler Benim Olsun”, “Kır Gönlünün Zincirini” yahut “Bitecek Dertlerimiz” gibi.“Arabesk” konusu memleketin önem arzeden bir konusu olagelmiştir hep. “Bu kriz ortamında insanlar sokağa dökülmüyorsa, bunun sebepi bizim yaptığımız müziktir” diyen Ferdi Tayfur’un, yaptığı müziğe yüklediği misyon bir kenara, ‘arabesk’ üzerinde kültür çatışmaları yaşanan bir tema olmanın ötesinde, Türkiye’nin en çok dinlenen müziği olduğu için de önemlidir. Aydın Uğur isabetli saptamasıyla “Cumhuriyet’in ilk özgün kitle kültürü” olarak tarif eder arabeski. Ama özellikle sağıyla soluyla Türkiye entelijansı arabeski lanetlemekte kıyasıya rekabet etmiş durmuştur. “Günde beş vakit ezan-ı Muhammedi’ye kulak veren bu toplum, onbeş vakit de arabeske kulak veriyor” demiştir örneğin İlhan Selçuk. Sağ cenahta adet olduğu üzere işin endazesi epeyce kaçırılmış, 1989’da Türkiye Günlüğü’nde kendisiyle yapılan bir söyleşide Yılmaz Öztuna “arabeskin arkasında ASALA, bölücü güçler ve bunların destekleyicisi yabancı mihrakların” olduğunu iddia etmiştir. Görece ‘bilimsel’ mahfillerde kabul gören görüşe göre, kırdan kente göç eden gecekondulu kitlenin ne kırsal, ne de kentsel müziği olarak görülmüştür. Başka bir ifadeyle çarpık kentleşmenin ürünü, çarpık kentlilerin müziği. Kırdan kente göçenler, gecekondularda Mahler falan dinlemeye başlasalardı bunun daha ‘çarpık’ sonuçları olacağı ihtimali biraz gözardı edilmiştir yani.Bu entelijansın dışında kalan ama onun mevcut hegemonyasına karşı yeterince palazlanmamış bizim gibi fanilerse, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Suat Sayın, Selahattin Cesur, Esengül ve daha nicelerinin (Örneğin Gülden Karaböcek, Tülay, Mine Koşan) şarkıları eşliğinde aşık olmuş, yıkılmış, yıkılmış ve yeniden dinelmiş ancak kat’iyen bu durumu kamusal düzlemde itiraf edememişlerdir. Bu itiraf ancak zaman içinde biraz daha palazlanıp, aslında en doğru ‘estetik tercihin’, insanın çok derinden hissettiği, kolay dile getirilemez kelimelerde olduğunu fark edecek kadar da hayat gailesi görmüş olmaklığımızı gerektirmiştir. Tam da bu dönemlerde sevgili Meral Özbek “Orhan Gencebay Arabeski” üzerine çalışmasını gerçekleştirmiş ve nicelerimizin hissiyatına aynen tercüman olmuştur.12 Eylül sonrası devlet kat’ında da mevzunun önemi her zamanki peşrevle anlaşılmış; şöyle güftesi fazla “yandım aman” olmayan bir eser vücuda getirilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamıştır. Ama nafile ! Yine biz başıbozuklar (biz burada Türkiye toplumunun sıradan vatandaşları oluyoruz) “Domdom Kurşunu”, “Karakolda Ayna Var”, “Kimbilir”, “Vurmayın”, “Nasıl İsyan Etmem, Nasıl Kahretmem” gibi ‘kalitesiz, üstelik “Türk” olmayan müziklere meyletmişizdir.Öte yandan, “biz” hem artık entelijans içinde göreli bir cakamız olduğundan ve hem de gelişip serpilen kültür endüstrimiz, allaha şükür, çeşitlilik arz eylemeye başladığından saflarımızı iyice gevşetmiş, gaflete düşmüş olmalıyız ki, medyamızın verdiği adla “35 yıllık savaşta” yeni bir taarruz ile yüzyüzeyiz. Üstelik taarruz tam da başkumandanımıza Orhan Gencebay’a yönelmiş durumda. Üstelik taarruzu yönlendiren Yılmaz Karakoyunlu, daha birkaç ay önce romanından uyarlanmış bir filmin TRT’de yayınlanması üzerine epeyce zorluklar yaşamış aydın bir siyasetçimiz. Basitçe ‘taarruz etmiyor’, ‘hegemonik’ mücadele ediyor; arabeski sadece dışlamıyor, ‘alternatifini” de gösteriyor, göstermiyor bizzat ‘üretiyor’.Bu taarruzun hedefi başkumandanımız, bütün zamanların en çok ‘döndürülmüş’ şarkısı ‘Bir Teselli Ver’in yaratıcısı, Türkiye Modernliğinin sesi, iyi insan, Türkiye’nin vicdanı Orhan Gencebay. Kuşkusuz bu taarruz da bertaraf edilecektir, başkumandanımızın vakarına baksanıza… Kibariye yoldaş uzaktan sesleniyor: “Bence ayrım yapmak doğru değil, müziği ayırmak da insan ayırmak kadar kötü”.Bir nihavend şarkı: “Batsın Bu Dünya”…. Türkiye Türkiye olalı böyle zulüm görmedi!
yorumlar
Yazıyı severek okudum. Ancak son paragrafa gelince yok artık dememek için kendimi zor tuttum, hadi itiraf edeyim dedim.Türkiye’nin vicdanı Orhan Gencebay, Kibariye yoldaş falan….Olayı biraz abartmamış mısınız?
Al benden de o kadar..:)Olay da ciddi bir abartma var.Arabesk ile ilgili olarak da yapilan elestirilerin hemen hemen tumune katiliyorum ayrica.”kırdan kente göç eden, henuz kentlesememis insanlarin muzigidir arabesk”.Bunu da hic kimseyi kucumseyerek soylemiyorum (kasaba da/koy de dogmus ve sehir de buyumus bir insan olarak, Orhan Gencebay’i dinlemis biri olarak soyluyorum bunu).(Saz’i elektro saz haline getirmek ise koyunde duydugu tiniyi sehire tasimaya calismanin en guzel ornegidir.)Bir de arabesk nasil lanetlenmesin ki? Aski, sevmeyi dogasindan cikaran bir muzik turu Orhan Genecebay’in (ve digerlerinin) yaptigi. Sevmeyi , asik olmayi eziyet cekmek ile ozdeslestiren bir muzik turu. Asik olmak neden eziyet cekmek olsun yahu? Dunyanin enguzel duygusu.Arabeskin insanlara bir nevi mazosit duygular asiladigini dusunmusumdur hep. (Irakli siilerin kendilerini zincir ile dovemeleri geliyor aklima su an nedense)Bence TRT nin arabeske kismi bir sansur koymasi kadar dogal bir sey olamaz.Mazosist bir nesil yetismesine engel olmaya calisiyorlar. 🙂
yazınızı zevkle okudum;Arabesk dediğiniz müziği teknik anlamda analiz edecek donanıma sahip değilim,ancak kültürel açıdan baktığım zaman;Bu müziğin,feodal yapının getirdiği kültürü beslemiş olmasından,kentle-köy arasında sıkışıp kalan bir kitlenin hislerine tercüman olmasından öte bu ülke kültürüne nasıl bir “katkı” yaptığını merak ediyorum…Batılı genç, o yıllarda arayışını himalayalara giderek sürdürürken, Türk gencine reva görülen seçenek ise afyonlanmış bir müziği dinletmek oluyordu ne yazık ki…
ilginçtir yazıyı ben de okudum ama gerçekten yazan kişinin arabesk konusundaki kendi düşüncesini tam olarak anlayamadım anlayamadım diyorum çünkü şimdi gelir de kendisi ulan yuh be kardeşim nasıl anlamadın o kadar yazdım derse haklıdır cahilliğime veriniz ama hem eski türkçeden kullanılmış kelimeler hem de hah tam şimdi anlayacağım galiba dediğim yerlerde de giriştiği mizahi yaklaşımdan dolayı vallaha tam kestiremedim. yukarıda birisi ben de sizin arabesk hakkındaki fikirlerinize katılıyorum dedikten sonra yazdıklarını okuyunca biraz anladım sanki. evet arabesk aslında gerçekten de zamanında ülkemizde gördüğü ilgi, alaka, tepki ıvır zıvırları dolayısıyla ilginç bir konu. şimdi efenim benim bildiğim kadarıyla aslen arabesk bir müzik tanımı değilmiş. arabesk, arap yörelerinde yapılan bir oyma tahtaoyma sanatıymış. bir örneğini görmüştüm baya da el emeği göz nuru incecik detay detay arap ve islam motiflerinin tahtaya oyulmasından meydana gelmiş bir paravan gibi bir şeydi. sanırım hani osmanlı saraylarında bir odaya veya mekana ilk girildiğinde mekanın bazı noktaları kolayca görülmesin diye yine oyma paravanımsı bölmeler vardır onlar da bir çeşit arabesk olabilir. ama sonrasında bu acı çekmek, hayatı acı çekmekle eş değer paralel görmek düstüruyla özdeşleşmiş bir tanım haline gelmiş. yurdum insanı arasında çok büyük bir kısım da din konusuna aynı buna benzer bir yaklaşımla baktığı gerçeğini söylemeden geçemeyeceğim. bunu dememdeki sebep evet yurdum insanı acı çekmeyi olabildiğince iç dünyasına sindirmiş her duygusuna düşüncesine hissine hissiyatına yedirmiş bir hayat sürmeyi seçmekte. e bu durumda müzik olarak bu bahsi geçen arabesk ile karşılaştığında ahanda budur dercesine hep beraber jiletleri çıkartıp kendi vücudu üstünde modern soyut çizimlere bile girişmişlikleri bile vardır. bu hareket yabancı bazı sosyolog ve psikologların kulağına gittiğinde gerçekten de birkaç bilim adamı özellikle bunu incelemek için oralardan kalkıp m.gürses konserlerine gelip araştırma yapmıştır. çünkü dünyanın hiçbir yöresinde ve zamanında belirli bazı dinsel törenler dışında herhangi bir müzikal toplantı olarak adlandırabileceğimiz konserde insanların kendi kendilerine isteyerek zarar vermeye kalkıştığı olmamıştır. yine arabesk diyince ugur yücel ve şener şenin başrollerini üstlendiği film gelir aklıma ilginçtir o filmde meşhur olmak için urfadan gelmiş bir türkücü onu adam etsin diye istanbulda piyasanın eskilerinden olan şener şenin canlandırdığı karakterden yardım ister. her yerde fazlasıyla arabesk ses yarışmaları düzenlenmektedir fakat eski müzisyen kesinlikle urfadan gelmiş türkücünün o yarışmalara katılmasına ve arabesk söylemesine izin vermez. ama o ne kadar karşı da çıksa filmin sonunda urfalı türkücü arabeske teslim olur. zengin de olur.evet müziğin bayrağı olmaz. o yüzden yazıda türk bile olmayan gibi yapılan tanımları anlamsız buluyorum. evet köyden şehire (özellikle doğudan) göç etmiş insanı hemencecik yakalayıp etkileyen bir müziktir bu doğrudur. göç zaten belirli bir sıla hasretini ve ardından yine belirli bir geldiği yerde hor görülüp dışlanmayı getiren bir olaydır. para parayı çeker gibisinden acı da acıyı çeker demek, doğulu insanının bir de lezzet olarak acıyı çok sevdiği ele alınırsa, işten bile değildir. koza 68 müziği teknik anlamda analiz edecek donanıma sahip olmadığını söyledikten sonra kültürel açıdan bakıp fikirlerini belirtirken afyonlanmış müzik tamlamasına geldiğinde hangi açıdan bu donanıma sahip olduğunu merak ettim istemeden. türk gençliğine reva görülen derken ne demek istediğini de merak ediyorum yani birileri türk gençliği bunları dinlesin bunları dinlemesin diye bir filitreden mi geçiriyordu herşeyi.türkiyede ilk kurulan plak şirketlerinin durumu bu şirketlerin ilk kurucuları ve sahipleri konusuna girersek bu konu o kadar uzarki. kısaca bir iki şey söyleyip bitiricem. bir sektörün oluşması için birilerinin o sektöre yatırım yapması gerekir. ancak parası olan insanlardan gelebilecektir bu yatırım. ve zamanında yeni yeni ortaya çıkan zenginler çoğunlukla tüccarlardır. şeker tüccarı, un tüccarı, tarım ülkesi olduğumuzdan bunun gibi örnekler. ve ülkede müzik sektörünü ilk oluşturanlar işte bu bahsettiğim kişilerdir. işleri tüccarlıktır onların neyine müzik şirketi kurmak diyebilirsiniz ama başka alternatifimiz o zamanlar yoktu. zaten sektörde olması gereken bir çok mesleğin okullarımızda eğitimi bile hala mevcut değildir. şimdi yavaş yavaş bu sektöre tüccar görüşüyle yatırım yapıp başlatanlar zamanları dolduğundan öteki tarafa göçer ve onların yerine o ailelerin bir alt kuşakları devreye girer işleri devam ettirir. evet başlangıcı ve gidişatı tam gerektiği gibi olmasa da artık yavaştan bazı mesleklerin eğitimini vermeye de başlayarak çiginin gitgide yükseleceğini düşünüyorum. ben senelerce yahu bu işler bu ülkede neden böyle diye kendi başımın etini yiye yiye ortalıkta dolaşırken bu söylediğim noktalara ulaştığımda baya bi rahatlamıştım o yüzden belki aranızda benim gibi çaresizlikten bir kenarda çürüyenler vardır onlara da iyi gelir diye yazmadan geçemedim.
yazıda ana fikri pekiştirmek amacıyla biraz abarttığım doğru eleştirenlere hak veriyorum….amma özellikle ap’nin yorumları ciddi cehalet içeriyor… birkaç soru1)kendilerine elektrik gitar köyden kente göçle mi açıklanır?2) kendini zincirle döven şiileri hatırlamak için ırak’a gitmeye gerek var mı? Bizim kendi şiilerimiz (Caferiler) ne güne duruyor?3) ben de bir kasabada doğdum ama siz köy de kasaba da doğmuşsunuz… nasıl?4) aşkla ilgili bildiğiniz her duygu çok hoş ve güzelse gerçekten aşık olmuş olabilir misniz?