Futbolu eskiden de çok severdik. Ama o zamanlar yabancı ülkede oynayan oyuncularımız, lüks localı devasa stadyumlarımız, trilyonlarca liralık yabancı futbolcularımız yoktu. Milli takımımız vardı göğsü beyaz çubuklu kırmızı formasıyla, teknik direktörleri mülayım adamlardı, futbolcuları mahallemizin delikanlıları gibiydiler, bilirdik ki güçleri yetse Brezilyayı bile yenerlerdi, birbirilerine kin gütmezlerdi, mafya babalarıyla al takke ver külah halleri yoktu ( bir kaç tanesi hariç), İngiltereden sekiz gol yediklerinde bile bilirdik ki güçleri yetse yemezlerdi. Tesisatçı takımı dediğimiz Malta gibi bir takımdık eskiden, çok galibiyetimiz kupalarımız üçüncülüklerimiz yoktu ama,Böyle sevimsiz oyuncularımız da yoktu. Böyle kendini beğenmiş teknik direktörlerimiz de yoktu. Futbolun üzerinde bu kadar çok kirli el dolaşmıyordu. Kimse haketmediği paralar, ünvanlar kazanmıyordu. Milli maçta kendi futbolcumuz biz onu -herşeye rağmen- alkışlarken, bize hareket çekmiyordu. Yenildikten sonra kimse sahanın içinde rakip dövmüyordu. Büyük zaferler kazanmıyordu ama yine de seviyorduk Coşkun Özarı’ yı. O bizim ay sonunu zor getiren babamız gibi düşünceli oturuyordu kulübede çünkü.Artık bu milli takım bizim değil. Yenilince kızıp, yendiğinde sokaklara döküldüğümüz takım bu değil. Artık o forma çok kirlendi ama sahanın çamuruyla değil..