18.04.2008Bir de eski çekingenliğimin gittiğini hissettim. Fakat bu süreçle ilgili bir durum değildi. Buraya geldiğim gün bunu hissetmiştim zaten. Çekingenliiğimin gittiğini hissettim derken yine bu soyunma hikayesinden bahsediyorum. 48 kişilik yatakhanede çok rahat giyinip soyunabiliyorum artık. İşte çekingenliğim gitti derken bunu kastettim. Bunu aidiyet duygusuyla da ifade edebiliriz…19.04.2008“tabi o gün olanlar bunla da sınırlı değil.” Bu satırları yazarken birilerinin “hey”, “şişt” diye bağırdığını duydum. Basket sahasında minyatür kale top oynayan genç askerlerin bana ihtiyacı vardı. Çünkü 7 kişiydiler ve etrafda oynayacak başka birileri de yoktu. Yardım ettim gençlere, en zor işi yaparak, kaleci-oyuncu olarak.Bugün askerliğe geldiğim gün yani cumartesi, yani bir hafta oldu. Peki “bir hafta nasıl geçti“ derseniz; “Çabuk geçti.” Aslında şu an çabuk geçmiyor. Çünkü öğle yemeğine kadar serbestiz. Ama nasıl serbest? Adı serbestlik. Yatakhaneye çıkış yok! Yeşillik alana giriş yok. Sadece ön bahçe, arka bahçe ve bir de kantin. Neyse…Pazartesi kıyafetleri almıştık ve giymiştik. Ama ondan sonra ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Artık bir şey hatırlamıyorum. Unuttum. Aslında hergün bir hikayeydi ama yazılmayan herşey gibi unutuldu. Ama kabaca hatırlıyorum bazı şeyleri. Eğitim yaptığımızı yürüyüp “selam” verdiğimizi. “Esas duruş”, “rahatta bekle” gibi komutları öğrendiğimizi. “Marş marş” yürüdüğümüzü. “sol!, sol!” diye bağıran komutannın her bağırışında sol ayağımızı yere sertçe vurduğumuzu. Bir de yediğim azarları. Nedense “yediğim” diye yazdıktan sonra “azarları” diye yazmadan bir süre duraksadım. Bir anda ailem geçti gözümün önünden. Annem geçti. Daha doğrusu, çünkü ben anneme hep hayatımın güzel yönlerini anlattım. Hep güzellik duydu benden. Hiç ona iç ızdıraplarımı, sigarasız ve uykusuz gecelerimi anlatmadım. Bunları yazmadım da zaten, yazamazdım. Ya benim askerde iki kazıklı uzman çavuştan “sen ne biçim askersin,” “kıçın, başın oynamasın,” “kız mısın sen?,” “kızsan etek giy” gibi 48 kişinin içinde azarladığını duysa ne kadar üzülürdü annem. Gerçi askerden sonra duysa bunlar problem olmazdı belki ama tuhaf bir elektrikle azarlandığımı buraya yazar yazmaz duyacağını hissettim. Mutfakda, ayakta, bulaşık yıkarken, sağına yığılıp “ah yavrum!” diye inleyeceği gözümün önünde canlandı. Tereddüt etmiştim yazarken. Ya hissederse? Ama artık birilerinin yüzleşmesi gerektiği düşüncesiyle yine de yazdım. Peki asıl yüzleşmesi gereken kimdi? Annem miydi? Ben miydim? Evet bendim…